Geçenlerde kapalı bir toplantıda görüş ve değerlendirmelerine saygı duyduğum bir eski yüksek bürokrat “Kıbrıs görüşmelerinde Rumlara güvenme aşamasına geldik” demişti şaka yollu. Bu sözlerini Kıbrıs Türk tarafında Mayıs ayından bu yana görüşmelerde devamlı erozyon yaşandığı, bilinçsizce ödünlerle Rum iştahının kabartıldığı ve nihayette neredeyse “ayrıcalıklı azınlık” statüsüne “bayram ederek kabul etme” aşamasına gelindiği sözlerinden sonra etmişti. “Rumlara güvenme aşaması” veya “Vaziyet o kadar kötü ki Rumların her şeyi sahiplenme ve Kıbrıs Türküne hiçbir şey bırakmama takıntısı olmasa felakete sürüklenilecek” durumuna gelmek hiç de hoş olmasa gerek. İşte Sosyal Demokrasi Hareketi (EDEK) lideri Marinos Sizopulos’un Rum Milli Konsey toplantısı tutanaklarından birkaç paragrafı basın toplantısında okumasının rahatsızlık vermesinin sebebi bu. Kıbrıs Rum lideri Nikos Anastasiades’ten ziyade Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın Sizopulos’u eleştirmesi enteresan olmadı mı? Akıncı elbette ki üzerine gelen ve görüşmelerde gelinen noktaları açık bir şekilde ortaya dökmesi taleplerini reddetmekte haklı. Görüşmelerle ilgili olarak “bilgilendirdiği” milletvekillerinin, parti başkanlarının herhangi birisinin Sizopulos gibi davranması halinde doğacak “Türk tarafı görüşmeleri torpilliyor” propagandasından korkuyor. Korkuyor ama kendisi Anastasiades’e nasıl da anlayış gösteriyor? Duydunuz mu tek eleştiri kelimesi? Varsa yoksa Sizopulos’a eleştiri. Peki Sizopulos sıradan bir adam mı? Şimdi birkaç gündür EDEK sıradan küçük bir parti, Sizopulos da sosyalist olduğunu iddia eden ama gerçek anlamda faşist bu küçücük partinin her fırsatta sorun çıkaran lideri imajında boğulmaya çalışılıyor. Hepsi hikâye. Özet basit. Her ne kadar son günlerde sol medyada “Akıncı sahaya indi” işte falan yerde kahve içti, filan köyde halkla bir araya geldi dense de, Akıncılar’da da daha bildikleri kadarıyla bile önlerine gelebilecek anlaşmaya “hayır” diyeceğini söyleyenler piknik yapmadı mı geçen hafta sonu? Saflar belirleniyor. Bunlar küçük gelişmeler ama anlamlı, hem de çok anlamlı. Nitekim haftalar öncesinden, bildiğim ve hissettiğim gelişmeleri değerlendirip ben de “Hayır” diyeceğim diye yazmadım mı açık seçik? Fikrim değişebilir mi? Elbette. Eğer Rumlar siyasi eşitliği kabul ediyor ve Türkiye’nin etkin garantisi devam ediyor ise, niye olmasın. İşte bu “küçücük” Rum partisinin liderinin yaptığı açıklama bu açılardan önemli. Önce, Akıncı cevap vermeli. Reaksiyonundan anlıyoruz ki Sizopulos doğru söylemiş dört tip vatandaşlıkta anlaşıldı derken. Ne bu dört tip vatandaşlık? Aslında daha net söyleyecek olursak George Orwell’in “bazı hayvanlar daha eşit” dediği gibi dört sınıf vatandaşı olacak demek yeni federal Kıbrıs’ın. Ne bu dört sınıf vatandaşlık? 1- Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum oluşturucu devletçiğin vatandaşlığına sahip olacak ve kendi oluşturucu devletlerinde ve federal oylamalarda “oy verme ve aday olabilme” haklarına sahip olanlar. Yani bu arkadaşlar “Birinci sınıf vatandaş” olacaklar. 2- Kuzey’e dönecek Rumlar veya Güneyde Rum oluşturucu devletinde yaşayacak Türkler yaşadıkları oluşturucu devletin vatandaşlığına da başvurabilecekler. Yaşadıkları bölgede bu vatandaşlar “yerel yönetim” ve “Avrupa parlamentosu” seçimlerinde oy kollanıp, aday olabilecek. Bunlar da ikinci sınıf “hakları kısıtlı” vatandaşlar olacak. 3- Her iki oluşturucu devletten herhangi birinde devamlı yaşama hakkına sahip olan (Türkiye’den yerleşenler gibi) ancak ne vatandaşlığı olan ne de yerel seçimler haricinde oy verme hakkına sahip olmayanlar. Bu da üçüncü ve “vatandaş gibi” haklara sahip olacak, hizmetli sınıfı. 4- Oturdukları oluşturucu eyaletin değil de diğer eyaletin vatandaşı olup o eyaletin seçimlerinde oy verme hakkına sahip olanlar. Şaka gibi falan demeyin, Akıncı’nın öfkesinden olayın maalesef doğru olduğu anlaşılıyor. Ama güzel şeyler de var Sizopulos’un ortaya döktüklerinde… Mesela 3’ncü kategoride de olsa 114,000 Türkiyeli yerleşiğin adada devamlı ikameti Rumlarca kabul edilmiş. Mesela, her ne kadar ben ve birçok kişi kişisel temelde mülkiyet sorununun çözümlenmesinin mümkün olduğuna inanmasak da, kişisel çözüm girişiminin, konuyu komisyona havale etmenin yeniş sorun oluşturma gayreti olacağını söylesek de, iki lider bir komisyon kurulmasına karar vermiş. Nasıl olacakmış bu komisyon? Bir Kıbrıslı Rum ve Bir Kıbrıslı Türk ile başkanlığını da yapacak bir üçüncü ülke vatandaşı uzmandan oluışacakmış bu komisyon ve kriterler temelinde 1974-öncesi ev sahibinin mi mevcut kullananın mı önceliğinin olacağına karar verecekmiş. Sizopulos demedi ama bu konuda daha önce sızan bilgiler var. Mesela 1974’de evde yaşayan kişi halen sağ ise ve evi geri istiyor ise önceliği olacakmış? Niye “Eve bağlılığı” varmış. Nasıl bakarsanız bakın bu sorun çok çetrefil ve çözümü nasıl olursa olsun üzüntü kaçınılmaz. Son ABD’de de verilen mahkeme kararı da dikkate alınarak bu konunun global takas yaklaşımıyla iki kurucu devlet arasında çözülmesi gerekir. Tabii bir de bu kurucu veya oluşturucu devlet meselesi var. Oluşturucu teriminin kabul edilmesi tek başına ihanet anlamına gelecektir, görüşmeci heyeti uyarıyorum. Sizopulos’un açıkladığı bir diğer konu Kamu Hizmetleri Komisyonu. Bu komisyon iki dönem Rum bir dönem Türk şeklinde dönüşümlü başkanlık ile yönetilip üç Kıbrıslı Rum ve üç Kıbrıslı Türk’ten oluşacak. Eşitlik durumunda başkan aynı zamanda karar verici oya sahip olacak. Üst bürokraside iki Rum bir Türk oranına göre atama yapılacak. Üst mahkeme veya Anayasa mahkemesi ise her iki oluşturucu devletten dörder üye ve üç garantör ülke (Türkiye, İngiltere ve Yunanistan) haricinden hukukçulardan oluşacak havuzdan seçilecek ve eşitlik durumunda karar verici oya sahip olacak olan başkandan oluşacak. Her ne kadar Sizopulos bu günlerde günah keçisi olsa da aslında en azından “ne oluyor bu görüşmelerde” sorusunun gündeme gelmesine katkı koydu. Zehirli de olsa dedikleri, karanlıktan iyi olmadı mı? Ama ben bir kez daha uyarmak istiyorum. Ankara’da düzenleyicilerinden olduğum Kıbrıs sorununun hukuki boyutu konulu bir toplantıda da vurgulamıştım, Kıbrıs meselesinde kişisel haklar temelli çözüm felaketimiz olur. Toplumsal hakları göz ardı etmemek, ikinci plana atmamak lazım. Dahası, bu hakların AB birincil hukuku yapılması da şarttır. Aksi halde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve sair hukuki yollardan elde edebileceğimiz her türlü kazanım da kısa zamanda eritilip yok edilecek, Kıbrıs’ta Türk varlığı bir azınlık hikâyesi olmaya mahkûm edilebilecektir.