Büyükelçi Murat Özçelik, kriz sonrası dünya siyasetinin geleceğini değerlendirdi

Gazeteciler Cemiyeti tarafından Avrupa Birliği (AB) desteğiyle yürütülen Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi (M4D) Projesi kapsamında online gerçekleştirilen söyleşilerin bu haftaki konuğu emekli Büyükelçi Murat Özçelik oldu. Gazeteci Nursun Erel’in yönetimindeki “Kriz Sonrasında Dünya Siyaseti” konulu söyleşide, Türkiye’nin korona virüs salgını öncesi içinde bulunduğu durum, kriz sonrası kurulacak yeni dünya düzeni ile Türkiye AB ilişkileri konuşuldu
NAZ AKMAN - Gazeteciler Cemiyeti tarafından Avrupa Birliği (AB) desteğiyle yürütülen Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi (M4D) Projesi kapsamında düzenli olarak gerçekleştirilen etkinlikler Covid-19 virüs salgını nedeniyle online ortamda devam ediyor. Emekli Büyükelçi Murat Özçelik, “Kriz Sonrasında Dünya Siyaseti” konulu söyleşide korona virüs salgını sonrasında kurulacak yeni dünya düzeni hakkında görüşlerini anlattı. Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu üyesi Nursun Erel yönetimindeki söyleşide, Türkiye’nin içinde bulunduğu mevcut durum, salgın döneminde AB’nin rolü ve krizin ardından dünya siyasetinin geleceğine ilişkin sorular yanıtlandı. [caption id="attachment_183214" align="alignright" width="361"] M4D Direktörü Yusuf Kanlı[/caption] Söyleşinin açılış konuşmasını yapan M4D Proje Direktörü Yusuf Kanlı, demokrasinin medya için gerekliliğini vurgulayarak, “Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi sadece bir slogan değil, demokrasinin olmayacağı bir yerde medyanın nasıl olabileceğini tahmin edebiliyorsunuz. Medyasız demokrasi kontrolsüz uçak gibi olacaktır. Medya demokrasilerde hem seçilme hürriyetinin düzgün işleyebilmesi için hem de toplumdaki şeffaflığın hesap verilebilirliğin çalışabilmesi için gerekli. Dolayısıyla medya demokrasinin ana direklerinden birisi. Bu nedenle medya için dördüncü kuvvet diyoruz ve uluslararası, yerel yasalarda medya için koruyucu kollayıcı önlemler içeriyoruz. Birkaç meslekte emekliliğin olmaması gerektiğini düşünüyorum, bu meslekler arasında gazetecilik, diplomat ve askerler yer alıyor. Bu meslekler büyük emeklerle elde edilen ve ömür boyu devam eden görevlerdir” dedi. Söyleşinin moderatörlüğünü üstlenen Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu üyesi Nursun Erel, Özçelik’in, 1983 yılında Dışişleri Bakanlığı’na girerek, Riyad Büyükelçiliği, Avrupa Ekonomik Topluluğu Daimi Temsilciliği ve Washington Büyükelçiliği’ndeki çeşitli görevlerinden sonra 1990 ile 1992 yılları arasında Cumhurbaşkanı Özel Kalem Müdür Yardımcısı ve Müdürü olarak görev yaptığını hatırlattı. Erel, 2005 yılında Enformasyon Dairesinde Daire Başkanlığı (Dışişleri Sözcü Yardımcılığı) görevinde bulunan Özçelik’in 2007 yılından itibaren Irak Özel Temsilcisi olarak görev yaptığını ve 2009 yılında Irak Cumhuriyeti nezdinde Büyükelçisi olduğunu belirtti. [caption id="attachment_183215" align="alignright" width="346"] Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu üyesi Nursun Erel[/caption] Özçelik, “Türkiye, yurt dışındaki itibarını kaybetmiş durumda” Özçelik, Erel’in Türkiye’nin salgın öncesi iç dış politikada içinde bulunduğu siyasi atmosfere yönelik sorusunu, “Türkiye dış politika itibariyle baktığımız zaman çok uzun zamandır yurt dışındaki itibarını kaybetmiş durumda. Bu itibarın düzeltilmesi de içerde yapılması gereken birçok yapısal reforma bağlıydı. Maalesef hükümet, cumhurbaşkanlığı sistemine geçildikten sonra cumhurbaşkanımızın da birtakım uygulamaları olayı çoktan rayından çıkartmıştı. Biz zaten korona virüs öncesinde ekonomik krize girmek üzere hatta girmiş olan bir ülkeydik. Dış ticaret halen aynı önemini koruyordu. Dış ticaret derken daha ziyade ithalat demek istiyorum. Yani siz içeride tahıl üretemiyorsunuz ama dışardan her yere tahıl ithal ediyorsunuz ve sizin kendi çevrenizdeki yandaşlarınız açıkçası o ticaretten nemalanmaya devam ediyor. Türkiye’ye baktığımızda ülkenin içinde üst gelir sahipleri ve alt gelir sahipleri arsındaki farkın çok ciddi bir şekilde açıldığını bunun ötesinde özgürlüklerin tümüyle yok edildiğini görebilecek bir dönemdeyiz” sözleriyle yanıtladı. “Bakanlığın devrede olmadığı bir durumda hükümetin diplomasisini yürütmesi mümkün değil” Dışişleri Bakanlığı’nın korona virüs salgını öncesinde Suriye operasyonuna ilişkin kararlar konusundaki etkinliğini irdeleyen Özçelik, büyükelçilik görevindeyken Bakanlıkta işleyen sistem hakkına bilgi verdi. Dışişleri Bakanlığı’ndaki iki yönlü bilgi akışının önemini vurgulayan Özçelik, “Görevde olduğum dönemlerde Bakanlıkta bilgi akışı iki yönlü giderdi. Büyükelçiliğim döneminde Irak politikasını bizim büyükelçiliğimizin yerinden ettiği görüşmeler, ortaya çıkan gerçeklikler, yukarının da bunları dinleyip katkı sunması ve itiraz etmemesi sistemi vardı. Bu iki yönlü sistemdi ve ben bundan gurur duyuyordum. Hepimiz Kürt meselesinin terör örgütü PKK boyutuna indirgenmesinden bıkmıştık. O dönemin hükümeti, Irak’ın Kürdistan bölgesiyle ilişkilerin düzeltilmesi konusunda bana baya destek vermişi. Dışişleri Bakanlığı’nın devrede olmadığı bir durumda bir hükümetin diplomasisini yürütmesi mümkün değil. Türkiye Cumhuriyeti temsilcileri olarak laik Türkiye Cumhuriyetçiliği olarak kendi ilişkilerimizde mezhepçiliği etnisiteyi ön plana almazdık fakat bütün bunlar değişti. Bizler diplomatlar olarak bazen dayanma sınırımızın ötesine geçmek zorunda kaldık” dedi. Kürt sorunu Erel’in, Kürt sorunu politikasındaki kırılmaların yaşanmasının nedenine ilişkin sorusunu yanıtlayan Özçelik, 2011-2012 yıllarında Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı görevine geldiği dönemlerde Irak’taki Kürtler ile Türkiye arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi konusunda gayesinin olduğunu söyledi. Kürt sorununun terör örgütü veya terör örgütü temsilcileriyle çözülemeyeceğini belirten Özçelik, “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığına geldiğimde öyle bir arzuyla gelmedim. PKK meselesi Türkiye’nin en önemli sorunudur, dolayısıyla buna bir katkıda bulunabilirsem yani Irak’taki Kürtlerle Türkiye’nin arasını düzeltebilirsem bunu eğer kendi ülkemde kendi Kürtlerimizle düzeltecek bir yola sokarsam bundan büyük bir görev olamazdı. Ancak orada şunu dikkate almadım, yapmak istediklerinin Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) oyunu Güneydoğu Anadolu Bölgesi dahil olmak üzere yükseltmek olduğunu bilseydim Bakanlıktan beni hangi yere gönderecekseniz gönderin derdim. Ben oraya, Türkiye’nin sorununun gerçek politika içerisinde çözümün aranacağı varsayımıyla gittim. Burada benim onlara karşı belirttiğim düşünce bu işin terör örgütü lideri Abdullah Öcalan veya PKK terör örgütü üzerinden yapılmaması gerektiğiydi. Çünkü bir terör örgütü üzerinden sorunu sonuçlandırmaya çalışırsanız bunu siyasete sokamazsınız. Bizim zaten siyasetin içinde olan Halkların Demokratik Partisi’ni (HDP) ön plana çıkararak yani bu işi siyasetin içinde halledersek başka örgütlere gerek kalmaz. Bu sorunun Kürtlerle birlikte çözüleceğine inancım tamdı halen de tam” diye konuştu. Kriz sonrası nasıl bir dünya kurulacak? Özçelik, krizin ardından dünya siyasetinin geleceğine ilişkin ise şöyle konuştu: “Bu noktada, dünya aktörlerine bakmak gerekiyor, yani bu aktörlerin ne durumda olduğu ve ne yapmak istediği konusuna eğilerek, bizim bu işin içinde nerede olduğumuza bakmalıyız. Amerika, Çin, Rusya, AB ve bunların hem korona virüs salgını sırasındaki yaklaşımları ile kriz sonrası dönemdeki yaklaşımları bir şeyleri etkileyecek. Bu etkilemede acaba kimlerin pozisyonu daha üstte kalır? Kimlerin politikası bizleri etkiler? Önümüzdeki dönemde kapitalist ülkelerdeki yaklaşımlara bakarken Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump’ın uluslararası ilişkilerde çözümleri tam bir iş adamı mantığıyla itelemesinden ötürü vahim bir tablo görüyoruz. Dolayısıyla maalesef Amerika’nın küresel bir soruna önderlik etmesinin söz konusu olamayacağını görüyoruz. Kaldı ki Trump’ın kendisi diğer ülkelerin halkları bakımında çok kötü bir imaj çizmiş vaziyette. Amerika’nın önümüzdeki süreçte daha fazla kendi içine çekilmesini bekliyorum. Bunu böyle gören başka ülkeler de var. Çin Halk Cumhuriyeti büyük bir hamleyle ağırlığını artırmış. Fakat Çin’in bölgesinde herhangi bir suretle diğer ülkelerin ondan daha fazla yardım istemesi ye da büyük rol biçme gibi bir arzusu yok. Hele ki Covid-19 virüs salgınının oradan çıkması ve tüm dünyaya yayılması Çin’i itibar kaybına uğrattı. Çin virüsü kontrol altına aldığını açıklasa da dünya genelinde virüsün yayılmasına ilişkin çok fazla teori tartışılıyor. Avrupa’da birtakım ülkelerin korona virüs salgınını nispeten iyi atlattığını görüyoruz. Sosyal devlet olma özellikleri ve bunun verdiği sorumlulukla birtakım önlemleri daha önceden alma cesaretini de göstermeleri bazı sonuçları daha erken almalarına sebep oldu. Ancak burada kötü bir şey de oldu. Avrupa, Güneyde korkunç durumda kalan İtalya gibi ülkelerin yardımına gitme konusunda çok geç kaldı. Hatta bu durum AB’nin kendi temelini sorgulatır vaziyete geldi. Avrupa’nın kendi içinde kurduğu ciddi bir düzen var ancak değişik ülkelerin yaptığı açıklamalardan bu düzenin çalışmadığını İtalya’ya yapılması gerekilen yardımların AB tarafından karşılanmamasının yarattığı infialden gördük. Benim beklentim AB kendi insanlarının refahı için kurduğu alt yapıyı mutlaka bir şekilde sürdürecek ama burada bizim AB’ye bakış açımızda farklı şeyler gütmemiz gerektiğine dair düşüncelerim oluştu. AB’nin hali hazırda tüm sistemler içinde kolektif bakışın birbirlerine etkilerini görebileceğimiz bir alt yapısı olduğunu görüyoruz. Zaman içerisinde bu tür krizi atlatacak esas oluşumun Avrupa olduğuna inanıyorum. Çünkü AB’nin kendisinde her şeyi açıkça tartışan, konuşan, demokrasi içinde birbirlerini anlayan farklı bir yapı görüyoruz. İnsanların kolektif mücadeleyle bunun üstesinden gelmesine inancım var.” “AB bizim bakımımızdan önemini kaybetmemiştir” Son olarak Türkiye’nin AB’ye girme hayaline ilişkin soruyu yanıtlayan Özçelik, AB’nin Türkiye bakımından önemini koruduğunu ancak rollerin ve beklentilerin değişebileceğinin altını çizdi. AB’nin değerler manzumesi olduğunu söyleyen Özçelik, “AB’de üye devletler kendi çıkarlarını bir nebze de olsa arka tarafa koymak suretiyle ortak payda geliştirmeye çalışarak ilerliyor. Bu nedenle refah ülkesi olmayı becerdiler, beceremedikleri konular daha ziyade savunma ile ilgili. AB bu tür devasa sorunların üstesinden birlikte gelebilmeyi becermiş ülkeler topluluğudur. Türkiye AB ilişkilerine gelince ise eskisinden daha farklı düşünmeye başladım, bunun da nedeni AB’ye olan inancımın azalmasından değil mevcut hükümetin yaptıkları neticesinde Türkiye’nin düştüğü durumun kabulü imkânının zorlaşması. AB ile bundan sonra özel bir ilişki ile bu yaklaşımı farklı bir yapıda oturtmamız gerek diye düşünüyorum. Bu iktidarın AB’nin bizim bakımımızda önemini kaybetmeyeceğini anlaması gerekiyor. AB değerler manzumesidir. O değerler manzumesini kaybedersek her bir şeyimizi kaybederiz. İllaki AB üyesi olmak zorunda değiliz. Hatta bu dönemde iyi ki de değilmişiz. Hiç değilse şu anda kendi liramızı basıp bir şeyleri içimizde halledebiliyoruz. AB bizim bakımımızdan önemini kaybetmemiştir sadece roller veya beklentiler değişebilir ama birlikteliğimiz kesinlikle sürdürülmeli” ifadesini kullandı.