Bir kerim ağızdan politika dersleri (3)

Abone Ol
Mehmet Necati GÜNGÖR Eski Milli Eğitim bakanlarımızdan Ali Naili Erdem’in her biri ders niteliğinde olan konuşmalarından çıkardığım notları paylaşmaya devam ediyorum: “Bilinen bir gerçektir ki, hiçbir şeyi bilmeyen cahildir. Ama bilip de susan ahlâksızdır. Yalancılar, üçkâğıtçılar, hilebazlar, madrabazlar, hokkabazlar ve riyakârlar fink atarlar. Her türlü kıskançlıklar ve çekememezlikler salonları doldurur. Ancak, Kennedy’nin “Fazilet Mücadelesi” kitabında söylediği gibi “parlamentodaki ahlâksızların sayısı tüm Amerika’daki ahlâksızlardan fazladır. Ama buna rağmen bizim bu parlamentoya gereksinimiz vardır” görüşü gerçeğin en çarpıcı örneğidir. Korkusuz yaşama hakkı gibi korkusuz gezme hakkı ve korkusuz uyuma hakkı kaybolmuşsa, cenin bu saatinde bu kadının sokakta ne işi var diye tecavüze uğruyorsa, dekolte elbise giyersen tecavüzü hak ettin deniliyorsa, milletin anasına sövülen el üstünde gezdiriliyorsa orada parlamentonun ne işe yaradığını sorgulamak gerekir. Süleyman Demirel’i hatırlıyorum. Kabinenin ilk toplantısında “Toplum endişeler içindeyse, politikamızı gözden geçirmeğe mecburuz” demişti. O konuşmadan kısa bir süre önce de İnönü’ye “Paşa hazretleri sizce Türkiye’nin bir numaralı meselesi nedir?” diye sorduğumda “KİŞİLİK” cevabını vermişti. Bir bağırsaktan ibaret olmayı kabullenmiş; sadece ve yalnızca tensel zevklerle yaşamayı hedeflemiş olup her türlü entrikayı alkışlayan ve yalnızca cukkasını doldurmayı yeğlemiş yalakaların bir süprüntüden ibaret olduğunu benimseyen toplumlar, politikayı dürüst ve faziletle kişilerle donatmıştır. Bütün kitapların yazdığı gibi kişilikli insan ne tilki gölgesinde yatar, ne namert köprüsünden geçer. “İtaat et, rahat et” tarzındaki açıklamalar biat edenin mi yoksa özgür ve uygar insanın mı politikada yer almasını öğütlüyor? Bursa’nın kurtuluşunda bayram eden öğretmenlere “Esas kurtuluş beyinlerin her türlü tutsaklıktan kurtuluşudur.” Diyor Atatürk. Hangisi? İpotekli beyinler mi, özgür beyinler mi? Gerçeği ve doğruyu söyleyenler mi, evet efendiciler mi politikanın gözdeleridir? 23 Nisan 1920 senesinde Hacı Bayram camiinde kılınan Cuma namazından sonra tekbirlerle açılan ve Hamdullah Suphi Tanrıöver’in “Kâbe-i millet”, Atatürk’ün “en büyük eserimdir.” Dediği meclis yakın tarihlerde yolsuzluk söylentilerinin merkezi oldu. Ve politika çok seviye kaybetti. Oysa politikanın yoğunlaştığı meclisler her türlü şaibeden uzak olmalıdır. “Devleti yönetenler ve özellikle politikacılar YOKSUL kalmalıdırlar. Aksi hali milletin yoksul olmasıdır ki; biz kurtuluş savaşını milletin zengin olması için yaptık” konuşmasını 1925 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’nin açılışında öğrencilere hitaben yapan Adalet Bakanı M. Esat Bozkurt bir ilkeyi noktalamıştır. Kerpiç damları bile bulamayıp çalı dibini evi yapan Anadolu’nun insanı dururken, devletin nüfuzunu menfaati için kullananın; mal, mülk ve servet sahibi olanın politikada bulunması bir büyük talihsizliktir. Zengin bir Türkiye, onurlu bir Türkiye, adil bir Türkiye, özgür ve uygar bir Türkiye gerçek politikanın hedefidir. Bunları vermeyen bir politika sokak kavgalarının mekânı demektir. Bir de Atatürk’ten bir örnek vermek istiyorum. Sakarya Meydan savaşının bütün şiddetiyle devam ettiği bir akşam vakti. Sakarya nehrinin kenarında bir kilimin üzerindeki tahta sinide pişmiş bir piliç. Ayakta dört kişi. Gazi, İsmet Paşa, Fevzi Çakmak ve Asım Gündüz. Yemeğe oturmadan önce Yaveri Asım Gündüz’e sorar. “Bugün askere öğün olarak ne verdiniz?” Asım bey; “Efendim katırların yem torbalarından her askere üçer adet çavdar verdik.” Deyince gazi “Askerimin aç olduğu yerde bizim karnımız tok olmaz” deyip oradan uzaklaşmışlardır.