Fransız Kültür Merkezi Edebiyat Salonu’nun bu ayki konuğu filozof ve araştırmacı Vinciane Despret, hayvanları referans olarak aldığı birçok felsefi kitabının içeriğini anlattı. Despret, hayvanlar üzerinden yapılan bilimsel deneyleri eleştirerek, nesli tükenmekte olan hayvanlara dikkat çekti

NAZ AKMAN/ANKARA- Fransız Kültür Merkezi (Institut Français) Türkiye’nin her ay çevrimiçi düzenlediği Edebiyat Salonu’nun bu ayki konuğu Belçikalı bilim filozofu, araştırmacı, yazar Vinciane Despret, hayvanlarla ilgili araştırmaları ve kitapları hakkında bilgi verdi. Despret bilimsel konuları mizahi bir dille ele aldığı, “Koyunların Fikirleri Var”, “Hayvan Dünyalarında Öznelliğin Oluşumu”, “Doğru Soruları Sorsaydık Hayvanlar Ne Söylerdi”, “Ekoloji ve İdeoloji; Etoloji Örneği” çalışmaları ekseninde, insan ve hayvan arasındaki ilişkiyi felsefi boyutuyla tartışıyor. [caption id="attachment_214936" align="alignright" width="330"] Yiğit Bener[/caption] Yiğit Bener’in moderatörlüğünü üstlendiği etkinlikte yazara Editions La Découverte ve Tellekt Yayınları işbirliğiyle hazırlanan “Doğru Soruları Sorsaydık Hayvanlar Ne Söylerdi” kitabının çevirmeni Ahmet Nüvit Bingöl de eşlik etti. Despret: “Ig Nobel Ödülü, neo-liberal kontrolün altında olmayan bağımsız bir araştırma” Çalışmalarında insanlar ve hayvanlar arasındaki ilişkileri ana konu olarak belirleyen Despret’in, şempanzelerle ilgili bir araştırmasına kötü araştırmalar veya üretilmemesi gerekilen bilimsel çalışmalar ödülü olarak bilinen “Ig Nobel Ödülü” verilmişti. İlk anda insanları gülümsetecek ancak sonra onları düşündürecek, hayal gücünü onurlandırmak için verilen ve insanların dikkatini bilim, tıp ve teknolojiye çekme amacını taşıyan bu ödül hakkında konuşarak sözlerine başlayan Despret, “Bu kötü araştırmalar Nobel’i verildikten sonra şunu fark ettim; aslında bu araştırmaların yararsız, gereksiz olduğunu söylemeye çalışan ödül kategorisi. Dikkat etmek lazım çünkü acaba bilimin illa ivedilikle olması gerektiğine yönelik bir ideoloji mi var bu araştırmaların altında? Son yollarda kapitalizm neo-liberalizm üniversitelere de el attı, git gide bunlar da aslında rekabet gücü ve verimlilik üzerine araştırmalarını odakladılar. Belki de şöyle biraz komik araştırma olsa da en azından bu araştırma, neo-liberal kontrolün altında olmayan bağımsız bir araştırma” dedi. “Bilim insanı başkalarını dışlamaya yönelik bir strateji geliştiriyorsa onu eleştiririm” Araştırmalarında, bilim alanında hayvanların deneylerde kullanılmasını eleştiren Despret, bu bağlamda hayvanların doğal ortamındaki davranışları üzerine çalışmalar yürüten ve etolojinin gelişimine büyük katkılar sunan Avusturyalı etoloji uzmanı Kondrad Zacharias Lorenz’in yaklaşımına değindi. Despret, “Lorenz harikulade birtakım bilgileri insanların anlamasını sağlayan, hayvanları evlat edinen, bundan dolayı hayvanları yakından tanıma fırsatı buluyor. Kazların birey olduğunu dolayısıyla bireysel ilişkiler kurduklarını belirtirken öte yandan hayvan davranışlarını mekanikleştiren bir perspektifte sunuyor. Lorenz, birtakım iç güdüleri çok mekanik bir şekilde ele aldığı için ilk yaklaşımıyla ters düşüyor. Çünkü hayvanlar arasında farklılıklar varken onlar arasındaki ortak noktaları ortaya çıkarmak isteyen mekanik bir yaklaşımı da savunuyor. Yani bireyselliklere değil, daha çok ortak özelliklere değiniyor. Lorenz aslında iç güdüler üzerinde çok duruyor, çünkü bilimsele benzeyen bir bilgi birikimi yaratmaya çalışıyor, amatörlerin anlayamayacağı bir bilgi dağarcığı bu. Avcılar, seyisler veya hayvanlar ile ilgilenen diğer kişilerden farklı bir bilimsel yaklaşımı aynı zamanda bir dışlama stratejisi var. Etik bir sorun değil epistemolojik bir sorun bu. Eğer bir bilim insanı başkalarını dışlamaya yönelik bir strateji geliştiriyorsa onu eleştiririm” diye konuştu. [caption id="attachment_214937" align="alignright" width="358"] Filozof ve araştırmacı Vinciane Despret[/caption] İnsan merkezciliği yerine eşitlikçi bir biyo-merkezcilik Despret, Antik Yunan’dan günümüze filozofları ve bilim insanlarını en çok meşgul eden soruları ele alarak, insan ile hayvan arasındaki sınırları yeniden düşünmeye ve mevcut tahakküm mekanizmalarının kodlarını anlamak için yeni iletişim ağları örmeye davet ettiği “Doğru Soruları Sorsaydık Hayvanlar Ne Söylerdi” kitabı hakkında bilgi verdi. Çalışmalarında, bilimsel konuları alışılmadık bir mizahi üslupla ele aldığı gerçek hikâyelerde, insan merkezciliğin yerini eşitlikçi bir biyomerkezciliğin alması gerektiğini belirten Despret insanları ve insan olmayanları bir arada tutan ve bugünün gerçekliğine dair politikalar üretme gücüne sahip olmamızı sağlayan bu hikâyelerle insan ile hayvan arasındaki sınırları kaldırarak, benimsediğimiz iletişim pratiklerine farklı açılardan bakmamızı sağlıyor. “Hayvanlar konusunda farkındalık yaratmak için kilodan bahsettim” Kitabında hayvanlarla ilgili sayısal veriler kullanmak yerine “kilo” kavramı ile konuya daha fazla dikkat çekmeyi amaçladığını belirten Despret, şöyle onuştu: “İnsanın hayvanla olan en mükemmel ilişkisi onları öldürmesidir. Bir milyon kişi milyarlarca kilo et tüketiyor. Ekolojik bilinçlenme artsa da et ağırlıklı beslenmeden uzaklaşılıp vejeteryanlaşmaya yönelsek de halen tonlarca et tüketiyoruz. Bu kitapta çok sesli bir şekilde hayvanların dünyasını anlatmak istedim, bazen onlarla hem fikir olduğum noktalar vardı, bazen de karşı olduğum noktalar. Konuyu sadece felsefi boyutuyla ele almadım. Tek tek bütün alanlar üzerinden bilim insanlarının ne yaptığını anlamaya ve aktarmaya vesile oldu kitap. Araştırmalarda hiyerarşik yaklaşım konusunda yanılabiliyoruz. Hayvanların hiyerarşisini anlamıyorsunuz da diyebilirler bana, olabilir hepimiz yanılabiliriz. Hayvanların ölümü ile insanların ölümü ayrı konular evet ancak pek çok insan hayvanlar için ‘ölüm’ kelimesini kullanmak yerine ‘geberme’ demeyi seçiyor. Kitapta kiloya vurgu yapma nedenim bunu yansıtmaktı. Karşımızdaki her ne ise bizim için değeri yoksa ölümü herhangi bir şey ifade etmez ise ölümü kilo ile ifade edilir. Hayvan hakları savunucuları bence konuyu yanlış şekilde ele alarak, kendilerini yanlış ifade ediyorlar. Yani kendilerini sayılarla ifade ediyorlar. 500 bin tane domuz kesildi, şu kadar adet dana kestik söylemleri farkındalık yaratmıyor. Sayılar çok etkilemiyor, öyle bir tarz araç bulmak gerekiyor ki karşıdakinin ilgisini çekmeliyiz; ben de bu nedenle farkındalık yaratmak için kilodan bahsettim. ‘40 milyon kilo hayvan eti tüketildi’ dedim ve yankı uyandırdı.” Nesli tükenen hayvanlara nasıl saygı duyacağız? Nesli tükenen, türünün son örneği olan hayvanlarla nasıl bir ilişki kurulması gerektiği hakkında da bilgi veren Despret, “Dini bakış açısıyla hayvanların ölümünü değerlendirmeyeceğim ancak aradaki benzerliği anlamada fayda var. Bizler hangi ülkeden, gelenekten olursak olalım, ölülerimizle ritüel ilişkiler içindeyiz, bu anlamda rasyonel değiliz. Belçika çok Katolik bir ülke, ölümden sonrası için ilişki kurulmaz. Mantığın gri alanında kendini bulan bir konu bu. Ölenlerle kurulan ilişki son derece etik, ölülere karşı sorumlukları oluyor. Bu çok etik bir ilişki, hayvanlar için de bunu düşünüyorum. Nesli tükenen, türünün son örneği hayvanlarla nasıl ilişkimiz olmalı? Hayvanlar söz konusu olduğunda milyarlarca nesli tükenmiş hayvanlar ne olacak? Bunu araştırdım. Nesli tükenen hayvanların belki de savunmasını yapacağız. Şunu da düşündüm evcil hayvanlarımız zamanla ailenin bir bireyi haline geliyorlar. Dolayısıyla öldüklerinde ailenin bir ferdi kaybedilmiş gibi olağanüstü bir acı çaresizlik hissediyoruz. Evcil hayvanlarımızla olan ilişkimiz dostlarımızla olan ilişkimize benziyor. Evcil hayvanlarımızla tamamen bedensel, duygusal bir ilişki içindeyiz, buradan bedensel olarak ailemiz, dostlarımız veya yakınlarımız tarafından çok fazla ilişkilerle beslenmediğimizi anlıyoruz. İnsanlarla olan ilişkimiz iletişim üzerine tamamen mantık çerçevesinde kurulan bir ilişki. Ama hayvanlar konusunda çok duygusalız. Bedenimizi her açıdan hayvanlar nasıl besliyor bunu anladığımız zaman belki de onları kaybettiğimizde de neyi kaybettiğimizi anlarız” dedi. Bingöl: “Kitabın çevirisini iki dünyanın karşılaşması olarak görüyorum” Despret’in “Doğru Soruları Sorsaydık Hayvanlar Ne Söylerdi” eserini Türkçeye kazandıran çevirmen Ahmet Nüvit Bingöl, “Hayvanların dünyasıyla karşılaştığımızda bir tercüme konusu söz konusu oluyor. Bu kitabın hakikaten de çeviri anlayışıma uyan bir yönü vardı. Kitabın, versiyonlar bölümü çok önemliydi, orada kitabın neden alfabetik olduğunu açıklayan paragraf yer alıyordu. Alfabetik olması bir filyasyon olarak yapıyı belirleme değil, her şeyin alfabetik diziliminde eşit düzeyde yer alması açısından önemliydi. Bu kitabın çevirisini iki dünyanın karşılaşması olarak görüyorum. İki dilin dünyasının karşılaşması. Bu iki dil dünyası elbette boşlukta karşılaşmıyor, çevirmen, okur da var burada. İki dünyanın sınırlarının karşılaşması açısından önemli buluyorum. Kitabı çevirirken versiyonlar bölümünde çeviri açısından zorluklar yaşadım. Ama genel olarak yazarın üslubuna bayıldım, sevdiğim orijinal, esprili bir tarz” dedi.