“Kitabımı edebiyat dünyasına ürkekçe atılmış bir adım olarak görüyorum”

SULTAN YAVUZ/ANKARA - Gazeteciler Cemiyeti üyesi Ercan Deva’nın 13. kitabı olan “Felsefeci ve Aşkı” isimli anı-romanı Karina Yayınevi’nden çıktı. Şimdiye kadar okuyucunun daha çok mizah ağırlıklı kitaplarıyla tanıdığı Deva, söz konusu kitapla roman dünyasına adım attı. Kitabı için, “Edebiyat dünyasına ürkekçe atılmış bir adım olarak görüyorum” diyen Deva, iki kuşağı dönemin sosyal, siyasi ve kültürel arka planı içinde anlatarak, okuyucuya 1940’lı ve 1950’li yılların portresini çiziyor. Türk edebiyatı içinde güzel örnekleri olmakla birlikte dar bir alana hapsolmuş anı türünde yazmak, Deva’ya göre geliştirilmesi gereken bir tür… Deva, 2015 yılında İstanbul’a gittiğinde, abisinin “Ailemizin romanını yazsana” cümlesinin yönlendirici olduğunu ve 1984 yılında üç ay süreyle art arda vefat eden anne ve babasının evini boşaltırlarken bulduğu babasına ait bir evrak çantasının yazma kıvılcımını çaktığını ifade etti. Çantanın içinde babasına ait notlar, mektuplar, fotoğraflar ve yazılar bulan Deva, babasının bir de, “Bir gün okursanız yazarsınız” diye not düştüğünü ve bunun kendisini çok etkilediğini dile getirdi. Kitabı ilk olarak 2016 yılında bitirdiğini ancak beğenmeyip tekrar yazdığını kaydeden Deva, üzerinde çalışma yaptığı, fikir aldığı kitabını altıncı yazışında tamamladığını belirtti. İstanbul’daki kimi yayınevlerinin güven verici olmayan tutumları nedeniyle Ankara’da bir yayınevi arayışına giren Deva, kitabının çıktığı yayınevinin titizlikle çalıştığını söyledi. Kitabı basıldıktan sonra eline aldığında çok duygulanan Deva, “O kadar farklı bir duygu yaşadım ki… Bir erkek çocuğu babasıyım ama bu kitaba dokununca sanki yeniden evladım olmuş gibi hissettim ve kitabın kapağını okşarken anne ve babamın sevgisini okşamış gibi bir duyguya kapıldım” dedi. Felsefeci baba Deva, kitabın kapağında yer alan fotoğrafın, annesinin 1938 yılında babasına “Sevgilim” notuyla yolladığı fotoğraf olduğunu belirterek, ebeveynlerinin 1934 yılında tanıştıklarını ve 1940 yılında evlendiklerini söyledi. Anneannesinin karşı çıkışına rağmen evlenen çift, ilk çocuklarını kaybedecektir. Babasının 1933 yılında Türkiye’ye geldiğini ve İstanbul Üniversitesi’nin ilk kurulduğu yıllarda burada felsefe ve psikoloji alanlarında eğitim gördüğünü kaydeden Deva, 1939 yılında mezun olan babasının aynı zamanda pedagoji eğitimi de aldığını ve evlendikten sonra Ankara’ya taşındıklarını ifade etti. Kitabın en ilginç kısımlarından birinin de babasının 14 yaşındayken Kral Zogu bursuyla Fransa’ya giderek Paris’te dil öğrendiğini ancak Kral devrilince bursu kesilen babasının geri dönerek on kardeş içinde buna tek cesaret edenin kendisi olduğunu dile getirdi. Daha sonra Türkiye’ye gelerek, Türkiye vatandaşı olan babasının fırtınalı bir yaşam sürdüğünü belirten Deva, anne ve babasının 1949 yılında ayrıldıklarını ancak 1952 yılında şartların onları yeniden birleştirdiğini ve ikinci evliliklerinde, nikâh şekerini abisinin tuttuğunu söyledi. Deva, “Tam bir anılar demeti” dediği kitabında, çocukluğundan kesitler olduğunu, kendisinin, abisinin, kız kardeşi ve kuzeninin “Dörtlü çete” lakabıyla yaşadıklarının da vücut bulduğunu ifade etti. Babasının çok dirayetli biri olduğunu ve üç çocuğunu da bir memur maaşıyla okuttuğunu kaydeden Deva, babasının yedi dil bildiğini ve 57 yaşından sonra da İngilizce öğrenerek İngilizce kursu da verdiğini belirtti. Deva, “Babam hem felsefe ve psikoloji hem de dil dersleri verdi. Çok aktif bir insandı ve asıl mesleği felsefeciydi. Zaten kitapta onun bu sorgulayıcı kimliği, bize öğrettikleri de yer alıyor. Bize çok güzel izler bıraktı babam, derdi ki, ‘Sadık olun, kimseye güvenmeyin, bana bile. Allah kimseye muhtaç etmesin, size hiç etmesin...’ Kitabı aileden üç kişi okudu ve duygu yoğunluğu yaşadılar. Özellikle yengem dayım zor bir insan olduğu için çok etkilenmiş” dedi. Necatibey Caddesi’nde beyzbol oynadı Okuyucunun hayata dair güzel şeyler bulacağını ve içinde hem İstanbul hem Ankara hem de Bursa olduğunu kaydeden Deva, Ankara’da Necatibey Caddesi’nde oturdukları yıllarda orada beyzbol oynadıklarını da sözlerine ekledi. Elinden geldiğince dönemi anlatmaya çalıştığını belirten Deva, “1940’lı yılların İstanbul’una ilişkin kitaplar okudum, o dönem İstanbul’da nerede çay içileceğini yakalamaya çalıştım. Mesela o yıllardaki çocuk doğurmamak için uygulanan yöntemlere de değindim. Ankara zaten Cumhuriyet’in onuncu yılı sonrası bir dönem… O yılların sosyal hayatı ve mimarisiyle ilgili kitaplar okudum. Keza Bursa’nın da… Fakat en zorlandığım kısım, annem ve babam arasında geçen diyalogları yazmaktı. Bir aşk nasıl olmalıydı? Ben âşık oldum evet ama bunu nasıl anlatmalıydı? Sevgi Soysal kitapları ve aşk romanları okuyarak, gerçeği ve kurguyu bir araya getirdim” dedi. “Romanın uzun soluklu olacağını sanıyorum” diyen Ercan Deva, şöyle konuştu: “Türkiye’de insanlar artık Batı’daki gibi ailelerinin izlerini bıraktığı anı romanları yazmalılar, buna ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Edebiyat dünyasına ürkekçe atılmış bir adım olarak görüyorum, ben romancı değilim, yazar olduğumdan bile emin değilim ama yazanım. Yaşananları tespit eden bir özelliğim var. Mesela bazı romanlarda karakterin bir odadan diğerine geçmesi bir buçuk sayfayı bulur, ben gazeteci kimliğimle ‘Odaya geçti’ derim. Belki de çok uzun betimlemeleri sevmiyorum. Bundan sonra başka çalışmalarım da olacak...”
Editör: Ahmet Ertüm