Filmlerin, sinemalarda vizyona giriş şekilleri değişiyor. Artık dijital platformlar, filmlerin çıkış arenası olurken filmler, her hafta farklı bir şehirde gösteriliyor, film yaratıcı ekibi seyirciyle buluşuyor. Yönetmen Turhan, “Hiçbir ticari işletme, ürünü satılmıyor diye müşterisini suçlayamaz” derken “Seyirci size gelmiyorsa, siz seyirciye gitmelisiniz” önerisinde bulunuyor. Yönetmen Nacar da, “Filmlerin seyircilerle buluşacağı mecralar çeşitlenecek” vurgusu yapıyor
DENİZ ALİ TATAR Pandemiyle beraber hayat şeklimizin değişti ve bunun bir anda olduğunu gözlemlediğimiz dönemlerden geçtik. Dijital dünyanın hemen hemen her sektörü ele geçirdiğini ve yavaş yavaş etkisi altına aldığını söylemek mümkün. Peki, bunun sinemaya etkileri nasıl oldu? Filmlerin, sinemalarda vizyona giriş şekilleri değişti. Artık her film, vizyona girmiyor ya da dijital platformlar, filmlerin çıkış arenası oldu. Hatta, “farklı bir vizyon türü”nün doğduğu da söylenebilir. Yani, “Turneli vizyon!” Nasıl ki, tiyatro oyunları her şehri gezip orada oyununu sahneliyor, filmler de her hafta farklı bir şehirde gösterilip film sonunda yaratıcı ekibiyle söyleşide buluşulabiliyor. Biz de bu haberimizde, filmlerin festivallerde gösterildikten sonra vizyona giriş şekilleri konusunda iki farklı yönetmenle ele aldık. İlk yönettiği film olan “İki Şafak Arasında”yı vizyonda değil, dijital platformlarda izleyiciye sunan Selman Nacar ile yazıp yönettiği “Diyalog” filmini, festivallerin ardından her hafta farklı bir şehirde izleyiciyle buluşturan Ali Tansu Turhan ile konuştuk. “Sanat filmi” ve “festival filmi” tanımları, oldukça talihsiz… İlk uzun metrajlı filmi “Diyalog”u, festivallerin ardından her hafta farklı bir şehirde izleyiciyle buluşturan yönetmen Ali Tansu Turhan, 2009 yılında İstanbul’a geldiğini ve Bahçeşehir Üniversitesi Sinema-Televizyon Bölümü’nde lisans eğitimi aldığını bildiriyor. Production Team Of Turkey’de üç yıl boyunca reklam filmi setlerinde her türlü alanda görev aldığını aktaran Turhan, lisans eğitimi sırasında her yıl bir tane kısa film çektiğini, yönetmenlik macerasında 10 yılı aşmasına rağmen sinemanın ve hikâyenin özünü fark ettiği noktada başlayan “hikâye anlatıcılığı” yolculuğunda üçüncü yılında olduğuna değiniyor. Yönetmenlik ve hikâye anlatıcılığı arasında çok ince bir çizgi, fakat çok keskin bir ayrım olduğunu düşünmediğini vurgulayan Turhan, ilk kısa filmi, “Portre”nin, Salvador Dali’nin bıyıklarını keserek intihar edişini konu alan sürreal bir film olduğunu belirtiyor. Turhan, “Diyalog” filminin günümüzde, sinemada yaşanan “ana akım” ve “bağımsız” ayrımları konusunda hangi sınıfa girdiğine ilişkin şunları söylüyor: “Filmde yönetmen karakteri, kavramların artık yeterli olmadığından ve tekrar tanımlanması gerektiğinden bahsediyor. Buradan yola çıkarak, ‘ana akım’ ve ‘bağımsız’ sinema kavramlarını konuşmak isterim. ‘Ana akım sinema’, kapital düzen içerisinde, tüketim amaçlı, ticari kaygılar çerçevesinde üretilen filmlerden oluşur ve kendisini eğlence sektörü içinde tanımlar. Seyircisiyle bir dert ortaklığı kurmak yerine, seyircisine iki saatlik süre içinde çeşitli duygusal deneyimler yaşatmayı amaçlar. Eğlendirmek amaçlı bu sinemayı ana akım yapan şey, talebin yoğunluğu yani gişedir. Bir film hem ana akım sinema hem de bağımsız sinema olabilir. Bağımsızlık kavramını ise, iki boyutta ele alarak tanımlayabiliriz. Birincisi tavır, ikincisi ekonomik. Bu iki noktayı merkeze aldığımızda ülkemizde bağımsız sinema üretiminin, uzun metraj kategorisinde, oldukça az olduğunu kabul etmemiz gerek. Fonlar aracılığıyla gerçekleştirilen filmler ne yazık ki fonlanma süreçlerinde kurumlar tarafından hem içerik hem biçimsel yönlerden çerçevelenmektedir. Ve zaten bu noktadan itibaren bu filmlere, bağımsız sinema diyemeyiz. Türkiye’de bağımsız sinemadan bahsedeceksek kısa filmleri ele almalıyız. Çoğu kısa fim üreticisi, bağımsız sinemacıdır ve filmleri de bağımsız sinemadır. Bu noktada “Diyalog”, uzun metraj kategorisinde bağımsız sinema kategorisine koyabileceğimiz bir filmdir.” Filmin bütçesi için izlediği yolu anlatan Turhan, filmlerin tanımlaması konusunda bir detaya değinip sözlerine şöyle devam ediyor: “Filmimizin, kâğıt üzerinde 700 bin TL olan bütçesinin, yüzde 75’ini kamera önü ve arkası ekibimizi, özel sözleşmelerle, filmin telif süresi boyunca filmin gelir ortağı yaparak fonladık. Ekipman kiralama, yemek, ulaşım, sigorta vb. gibi nakit harcamalardan kaçamayacağımız ve ihtiyacımız olan 175 bin TL’lik payı, filmin yüzde 1’i, 7 bin TL ve yüzde 2’si 14 bin TL’ye eşdeğer miktarlarda yatırım alarak 28 farklı yatırımcı ile bir araya getirdik. Sonuç olarak filmin kazandığı her kuruşun 48 gelir ortağı bulunuyor. Filmimizi, 8 günde çektik. Uzun bir ön hazırlık süresi geçirdik. Bizim gibi üçüncü dünya ülkelerinde yaşayan sinemacıların, senaryo ve rejide yaratıcı olmaları ne yazık ki yeterli değil, yapım ve bütçede de yaratıcı olması gerekiyor. Bağımsız sinemadan bahsedeceksek bizim gibi üreticiler, yapım metotları ve bütçe dinamikleri üzerine düşünmek durumundayız. ‘Bağımsız film’ kavramına denk düşen ‘sanat filmi’ ve ‘festival filmi’ tanımları da, ne yazık ki oldukça talihsiz. Ve şunu eklemeliyim ki bu tanımlar, bağımsız sinemaya vurulmuş en büyük prangalardır. Bu prangaları da vuran sinemacıların, sektörün kendisidir.” [caption id="attachment_256871" align="alignright" width="255"] Ali Tansu Turhan[/caption] 15 kent, 34 üniversite, 6 sanat kolektifi, 50’yi aşkın sinemada seyirciyle tanışma “Diyalog” filmini, ilk olarak bir yurtdışı festivaline gönderdiklerini ve çeşitli “üzücü” sebeplerden dolayı olumsuz yanıt aldıklarını söyleyen Turhan, filmin 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde prömiyer yaptığını bildirdi. Festivalde yarışan “beş ilk filmden, ödül almayan tek ilk film” olduklarını da belirten Turhan, film için “turneli vizyon” sürecine girişlerini ise şöyle anlatıyor: “Festivalin bittiği gün, filmimizin senaristi ve yapımcısı Burcu Uğuz’la birlikte şöyle düşündük. Çocuğumuzu yurtdışında okutmak istedik ama okullar kabul etmedi. Yurtiçinde okullara gönderdik hocaları sevmedi. O halde, biz de çocuğumuzu sokağa, insanların arasına salalım dedik. İki ay boyunca kent araştırması yaptık. Üniversite öğrencisi sayısının en yüksek olduğu kentleri listeledik. Bu kentlerdeki sosyal aktiviteleri araştırdık. Üniversiteler ile iletişime geçtik. Yapım ve dağıtım modelimize dair ‘İstediğim filmi nasıl çekebilirim?’ adı altında, yapım ve dağıtım sürecine dair deneyimlerimizi anlattığımız bir söyleşi oluşturduk. Ve her haftada, sadece bir kente, tüm ekibimizle gidip, gösterimler öncesi üniversitelerde söyleşiler gerçekleştirdik, öğrencileri okullarından alıp sinemaya götürdük. ‘Her hafta sadece bir şehirde’ mottosuyla, turnemizi Ankara’da başlattık. Burcu’yla birlikte araştırmalarımız sırasında şunu keşfettik. Sinemamızın iki tip seyircisi var: Küsmüş seyirci ve daha tanışmamış seyirci. Filmlerin kendilerine değil, yurtdışı fonlarına ve festivallerine yapıldığını seneler içinde fark etmiş ve ayağını sinemadan kesmiş, küsmüş seyirciye, ‘Biz sizin için film yaptık ve size göstermek için kentinize geldik’ dedik. Sinemayla daha tanışmamış z jenerasyonu bireylerin okullarına gidip sinemayı ve kendimizi tanıttık. Turne kapsamında 15 kentte, 34 üniversite, 6 sanat kolektifi, 50’yi aşkın sinema salonunda seyircilerimizle tanıştık. Sinema üzerine, ortak mutluluklarımız ve mutsuzluklarımız üzerine tartıştık. İlk filmini çekmiş bir yönetmen olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bana, bize ve filmimize inanan kemik bir seyircimizin olduğunu kentten kentte geçerken hissetmek çok bir büyük güç verdi. Biz turneye başladığımızda dolar, 8 TL, uçak biletleri 180 TL idi. Turne bittiğinde dolar, 18 TL, uçak biletleri de 540 TL oldu. Pandeminin şiddeti her ay değişti. Bu yola devam etmemizi sağlayan şey, kentlerine gittiğimizde bizi yalnız bırakmayan seyircimiz oldu. Buradan tüm seyircimize teşekkür ederim. Kendimi hikâye anlatıcısı olarak gördüğüm bir yerde, dinleyicimin olduğunu ve hikâyeleri beklediğini bilmek benim için çok önemli. Hikâye anlatıcısı, dinleyicisi olmazsa hikâyesini anlatamaz.” “Hiçbir ticari işletme, ürünü satılmıyor diye müşterisini suçlayamaz” Turne sürecinde ilk olarak “Başka Sinema” ile işbirliği yaptıklarını ancak daha sonra söyleşilerini üniversiteye yönelttiklerini ifade eden Turhan, bu süreçte yaşadıkları konusunda şunları söyledi: “Başka Sinema, ilk filmini çekmiş her yönetmenin hayali olabilir, benim içinde öyleydi. Fakat sözün köşelerinden dönmeye gerek yok. Ne yazık ki 10 yıllık yolculuklarının başındaki vizyon ve enerji gitgide sönümlenmiş. Sektörün çoğunluğu gibi, seyircinin eylemine ve kapasitesine inancını kaybetmiş bir noktada, dağıtım işini amme hizmeti gibi yapar bir hale gelmiş. Gösterime girmediği kentlerde seyircinin olmadığını, seyircinin ‘sanat sinemasını’ anlamadığını kabul etmiş. Biz ekip olarak tam tersi düşüncelerde olduğumuzdan, turnemizin bir noktasından sonra ‘Başka Sinema’ ile ilişiğimizi karşılıklı olarak kestik. Ben, hepimizin göstergeler imparatorluğunda yaşadığımızı düşünüyorum. Bu yüzden hatayı kendi haneme yazıyorum. İki gösterge çok önemliydi. Birincisi, ‘Başka Sinema’, bir dağıtım şirketi olmasına rağmen para kazanmanın hedefleri arasında olmadığını söyledi bize. Fakat bir dağıtımcının tek amacı, para kazanmak olmalı. Çünkü kazanacağı para, dolan salonlar anlamına gelir. İkinci gösterge, biz 34 üniversitede söyleşi gerçekleştirdik. Bu söyleşileri o kente gitmeden önce Burcu ile birlikte üniversitelerle iletişime geçip biz talep ettik ve ayarladık. Tek bir söyleşimiz iptal oldu, Eskişehir’de. O’nu, ‘Başka Sinema’ ayarlamıştı. 2010’ların başından beri ‘Başka Sinema’nın, sinema için yaptığı şeyler çok önemliydi, bunu atlamak istemem. Fakat hayat da, sinema da son derece dinamiktir. Eskiden yaptıklarınız, bugüne yeterli olmaz. Ve bugün bir şey yapmıyorsanız, geçmişinizi bile silebilir. ‘Başka Sinema’nın ülkemiz için çok iyi bir ithalatçı olduğuna inanıyorum, fakat dağıtım başka bir şey. Ürününüze, müşterinize ve ürününüzün insandaki dolduracağı boşluklara inanmazsanız ürününüzü satamazsanız. Ve şu da bana çok komik geliyor. Sektörümüzün çoğunluğu, ‘İnsanlar sinemaya gitmiyor’ düsturunu kabul etmiş durumda. Hiçbir ticari işletme, ürünü satılmıyor diye müşterisini suçlayamaz. Bu gerçekten komik ama çok daha şiddetli bir yerden üzücü.” Seyirci size gelmiyorsa, siz seyirciye gitmelisiniz Sinemanın giderek dijitalleşmesi ve platformların bu süreçte öne çıkması konusunda da Turhan, şu değerlendirmeyi yapıyor: “Herkesin bu konuda bir fikri var ve fikirleri, ne yazık ki sinema hakkında bir fikirleri olmadığını gösteriyor. Sinemayı oluşturan üç unsur vardır. Birincisi mekân, salonun kendisi. Beden, hafızanın tarafsız kalacağı ve depolanacağı fiziksel düzlem. İkincisi seyirci, ruh, tanık, yoldaş. Üçüncüsü film, üretici. Yani, düşünce ve duygu. Bu üçünden biri eksik olduğunda o şey, sinema olmaktan çıkar. Sinema, sadece filmin kendisi değildir. Bir filmin, tarafsız bölge olan ve ortak hafızanın depolandığı yer olan sinemada, birbirini tanımayan fakat ortak yolculuğa çıkan seyirciyle buluşmasıdır sinema. Ne yazık ki sinemamızı, ‘tanıksız anlatı’ haline çevirmeye çalışan ve kendi kariyer yolculuklarına odaklanan üreticilerle dolu bir sektörün içindeyiz. Fakat unutmamak gereken bir şey var. Seyirci, her zaman, her şeyden daha kalabalıktır. Ve sinema, kitlesel paylaşımla vücut bulan bir sanat disiplinidir.” “Turneli vizyon” süreci ile bir model oluşturması ve bu modelin giderek yaygınlaşması konusunda Turhan, bunun “ulvi bir şey” olmadığına işaret ederek sözlerini şöyle sürdürüyor: “Ne zaman bir insanla paylaşılır ve birbirini tanımayan iki insanın ortaklaştığı bir duygu halini alır o zaman kutsallaşır yaptığımız iş. Sinema, bir lüks değil, temel ihtiyaçtır. Bunu hiç unutmamak lazım. Ve bunu kabul ettiğimiz düzlemde, seyirci size gelmiyorsa, siz seyirciye gitmelisiniz. Hayattaki her şeyi, küçükken oynadığımız ‘aldım-verdim’ oyununa benzetiyorum. Verdim, aldım, verdim, aldım, herkes kazandı.” Diyalog’un bir “temas-tanışma” üçlemesinin ilk filmi olduğunu ve ikinci filmi “Log In” için çalışmalara devam ettiğini açıklayan Turhan, turne sürecinin İstanbul ve başka şehirlerde de yapılacağını, Almanya’da bir turne planlamaya çalıştıklarını belirtip önümüzdeki baharda ikinci filmin çiçek açmaya başlayacağını ve Diyalog’un macerasının noktalanacağını bildirdi. [caption id="attachment_256873" align="alignnone" width="700"] Selman Nacar[/caption] “Filmlerin seyircilerle buluşacağı mecralar çeşitlenecek” Yönetmenliğini üstlendiği “Kuyu”, “Eşik” ve “Verge” adlı kısa filmlerinin ardından ilk uzun metrajlı filmi “İki Şafak Arasında”yı sinemaseverlerle buluşturan Selman Nacar, bir yandan yapımcılık da yapıyor. İlk filminin bağımsız bir film olduğuna işaret eden Nacar, “Bağımsız ve çok düşük bir bütçeyle yola başladığımız, çekimlerini borçla bitirdiğimiz, post prodüksiyon aşamasında çeşitli platformlardan aldığımız desteklerle tamamlayabildiğimiz bir film oldu. Çekimleri aşamasında kamusal bir desteği de olmadığı için özel yatırımla başlandı” diye özetliyor bu filmini. “İki Şafak Arasında” filminin, festivallerin ardından sinemalarda vizyona girmediğini, dijital platform MUBI’de izleyiciye ulaştığını ve dijital vizyon yaparak izleyiciyle buluştuğunu anlatan Nacar, bu süreci şöyle anlatıyor: [caption id="attachment_256977" align="alignright" width="479"] Selman Nacar film setinde[/caption] “İki Şafak Arasında’nın vizyona girmesini planladığımız zaman, sinemalar kapalıydı. Daha sonra da kapanma tehlikesiyle kısa dönemlerle açıldı. Bu yüzden maalesef vizyona giremedik. MUBI’den o sırada bir teklif geldi ve finansal kaygılarla değil, sadece seyirciye ulaştırabilmek için kabul ettik. Gerçekten de ciddi bir izlenme oranına ulaştı, o platformda en çok izlenen yapımlardan biri oldu. İşin bu kısmı çok güzel. Ancak, tabii ki büyük perde de daha çok göstermek isterdik. Bu yüzden gerek festivaller gerek seyirci toplulukları ya da FilmKoop gibi kuruluşların aracılığıyla filmi büyük perdede izlemek isteyen seyirci için çeşitli gösterimler düzenledik. Ben büyük perdenin büyüsüne inananlardanım. O yüzden umarım bundan sonraki filmlerimi sinemada gösterebiliriz. Bir taraftan da artık platformların, hayatımıza girdiği ve uzun bir süre bizimle olacakları da aşikâr.” Filmin biraz da pandemiden dolayı vizyona giremediğini, çok alternatif bulamadıklarına dikkat çeken Nacar, “Benim en büyük derdim, seyirciye ulaşmaktı. Kararımızı da buna göre verdik diyebilirim. Örneğin finansal açıdan daha iyi bir teklif sunan başka bir platformun yerine MUBI’yi, seyirciye daha çok ulaşacağını düşünerek kabul ettik” diye konuşuyor. Pandemi sonrası dijital platformlar için film üretiminin giderek artması, sinemadaki değişim ve dijital vizyon yayaşan filmlerin süreci hakkında ise Nacar, şu şekilde fikrini belirtiyor: “Bence, filmlerin seyircilerle buluşacağı mecralar çeşitlenecektir. Örneğin, sadece dijital platformlarda gösterilecek filmler de olacak, klasik vizyonu deneyecekler de olacak. Umarım sinema salonları, ayakta kalır. Bu konuda umutsuz değilim. Ayrıca, bu süreçte gözlemlediğim en net durumlardan birisi de, seyircinin festivallere olan ilgilisinin eksilmemesi, hatta artması. Bu da umudumu artıran faktörlerden birisi.” İkinci uzun metrajlı filmi “Tereddüt Çizgisi”nin, çekimlerini tamamladığını ve kurgusu üzerine çalışmaya başladığını belirten Nacar, filmin 2023’te izleyicilerle buluşacağını umduğunu duyurdu.