Yusuf KANLI Uzun bir süredir dış politikada savrulup duruyor Türkiye. Bazı dönemlerde oldukça önemli adımlar atılıyor, sonra tekrar ve gerçekten çok acı veren yanlış adıml...

Yusuf KANLI Uzun bir süredir dış politikada savrulup duruyor Türkiye. Bazı dönemlerde oldukça önemli adımlar atılıyor, sonra tekrar ve gerçekten çok acı veren yanlış adımlar atılıyor. Bir kısmını eleştiriyoruz, bir kısmına değinmeyi kendimize yediremiyoruz. Crans Montana süreci, mesela, çok endişe verici büyük bir kumara sahne oldu. Dönemin Kıbrıs Türk lideri Mustafa Akıncı’yı gelişmelerden sorumlu tutmak, en sert şekilde eleştirmek en kolay yoldu. Çok eleştirdik Akıncı’yı. O da eleştirileri haklı çıkartacak büyük ve haddini oldukça aşan işlere girişmişti doğrusu. Ancak, Türkiye ve Türk dış politikasına yön verenler hiç mi kabahatli değillerdi o dönemde? Dış politika iç siyasetin konusu olmamalıdır diye bir anlayış vardı bir zamanlar. Çoktan öldü ve gömüldü o anlayış. Tıpkı “tüm komşularla barış” anlayışının artık tarih olan bir boş söz, politik retorik, haline geldiği gibi, Doğu Akdeniz'iyle, hidrokarbon kaynakları, münhasır ekonomik çıkar alanı konuları, yanı başımızdaki savaş ve terör, göçmen sorunu ve tabii ki ifade ve basın özgürlüğü boyutuyla, her açıdan artık iç politikanın bir unsuru haline geldi dış politika konuları. Bir süredir iki sayfalık bir belge ellerimi yakmaktaydı. Üzerinde “Çok gizli” yazısıyla, Kıbrıs görüşmelerinin çökmesinden hemen bir gün önce, 6 Temmuz akşamı BM Genel Sekreteri António Guterres ile Kıbrıs Rum lideri Nikos Anastasiades arasında geçen görüşmenin özet tutanağı. Olur ya Kıbrıs görüşmeleri başlar ise kullanırım görüşüyle saklamayı tercih ettiğim bu belge, önce Rum basınına düştü ardından da İYİ Parti Genel Başkan Meral Akşener’in Başdanışmanı ve İzmir Milletvekili Aytun Çıray tarafından “İhanet” iddiasıyla Türkiye gündemine taşındı. Çıray bir siyasetçi. Benim kullanmayı düşünmeyeceğim ifadelerle iktidarı eleştirebilir, doğaldır. Çıray Türkiye’nin AKP tarafından, Cumhurbaşkanı “Recep Tayyip Erdoğan’da somutlaşan” mutlak iktidar süreci içinde adeta “çoklu bir ihanet sarmalına” sokulduğunu öne sürdü. Çok sert ifadeler. “Bu milli çıkarlarımıza aykırı siyasetlerin utanç verici son örneğini Yunanistan medyasında ve sosyal medyasında gördük. Kimler tarafından tedavüle sokulduğu belli olmayan ‘çok gizli’ ibareli bir Birleşmiş Milletler dokümanı var. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kıbrıs üzerindeki garantörlük haklarımızdan vazgeçtiğimize dair dokümanı okudukça başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissettim,” dedi Çıray. Doğrusu bu içeriği daha Crans Montana ekibi Türkiye ve KKTC’ye dönmeden biliyorduk. Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Genel Sekretere sözlü olarak 1960 Garanti Antlaşmasının ve onun temel öğelerinden tek yanlı müdahale hakkından feragat edebileceği teklifini yaptığı ama Rum tarafının ille de yazılı öneri istemesi, ilave olarak da Kıbrıs anlaşması yapıldıktan sonraki gün tüm Türk askerinin adadan çekilmesini talep etmesi nedeniyle ilerleme sağlanamadığı daha o zamanlar kulaklara fısıldanmıştı. Zaten Akıncı’nın harita ve toprak yüzdesi vermesi, Güzelyurt’ta, Karpas’ta cömertliği ve Çavuşoğlu’nun tıpkı Abdullah Gül’ün 2003-4 Annan planı sürecinde “Nasılsa Rumlar reddedecek, biz evet diyelim dünya kamuoyuna şirin görünelim” yaklaşımı benzeri bir düşünce ile bu önerileri yapılması elbette ki kabul edilemez şark kurnazlığı örneği. BM Genel Sekreterinin yalan söylemesini beklemem doğrusu. Olası mı? Belki ama zannetmem. Peki belge doğru mu? Her ne kadar doğrulatma imkanı bulmasam da, içeriği benim bilgimle örtüştüğünden dolayı, sahtedir de diyemem. Peki Rum kaynaklar böyle bir belgeyi şimdi niye piyasaya sürüyorlar? Bence çok enteresan. Kıbrıs görüşmelerinin başlayabilme ihtimali yok. Ancak, sanki Doğu Akdeniz’de uzun süredir uygulanan moratoryum yakında sona erecek gibi. Birileri Türkiye’ye henüz detayını bilmediğimiz bir hatırlatma mı yapıyor? Bu belge benzeri başka turplar da olabilir Rum-Yunan tarafının torbasında… Tabii biz bütün bunları boş verip arzu etmediğimiz birisinin bir siyasi partinin başına gelmesi, KKTC’de başbakan olması ve hatta hiç arzu etmediğimiz bir kadın ve bir erkek siyasetçiyi bakan olarak ataması gibi konular nedeniyle “had bildirme” operasyonlarıyla idare edebiliriz. Ne de o daha kolay. Kesersiniz fotoğrafta istemediğiniz başbakanı; protokolde başbakanın önüne yerleştirirsiniz bir gecede vatandaş yaptırdığınız imamı; günlerce hatta haftalarca kutlamayı bile düşünmezsiniz o size rağmen lider olup başbakanlığa tırmanan istemediğiniz siyasetçiyi… Sonra, sakın bağırıp çağırmayın “Beni niye istemiyor bu adamlar” diye. Bazıları bu durumdan hoşnut kalıp Türkiye ile Kıbrıs Türkü arasında büyük bir fay hattı koptu hikayeleri yazabilir. Ancak et ile tırnak ayrılmaz, bu günler de geçer ve Türkiye ve Kıbrıs Türk halkı ülküde bir olmaya devam eder.