Can PULAK Geçenlerde çalışan gazeteciler günü kutlandı. Aslında başlığı bir garip bu kutlamanın. Ne demek çalışan gazeteciler, çalışmayanları-çalıştırılmayanları gazeteci...

Can PULAK Geçenlerde çalışan gazeteciler günü kutlandı. Aslında başlığı bir garip bu kutlamanın. Ne demek çalışan gazeteciler, çalışmayanları-çalıştırılmayanları gazeteci saymayacak mıyız yani? Siyasi yönetimlerin işlerine gelmediği için biçilen, önleri kesilen, demokrasiye aykırı engellerle kalemlerini kullanamaz hale getirilen gazetecilerin sayısı, çalışanların on mislinden de fazladır. Bugün Türkiye’nin çok iyi yetişmiş, çok donanımlı, çok usta ve vatanperver gazetecileri, küskün ve kırgın bir şekilde evlerinde oturmakta, kutsal meslekleri adına oynanan acıklı oyunları hüzünle ve elleri kolları bağlı şekilde seyrediyorlar. Bir gazeteciye verilecek en büyük ceza, onu mesleğini yapamayacak hale getirmektir ki, bugün o durumda bulunan binlerce, hem de gerçek gazeteci vardır. Gerçi mesleğinden olan gazetecilerin kaderini, sadece kötü yönetimlere bağlamak da doğru bir tespit sayılmaz. Çünkü yazılı ve görsel basındaki değişim, teknolojideki çok hızlı gelişim ve ekonomik zorlamalar da, gazeteci sıfatındaki erozyonun sebepleri arasında sayılabilir. Günümüzde bir cep telefonuna ya da laptopa sahip herkes gazeteci diye dolanır oldu ortalıkta. Sosyal medyada binlerce çakma gazeteciden geçilmiyor. Artık kim gerçek, kim çakma gazeteci pek de kolay anlaşılamıyor. Trafik iyice karıştı, kalite iyice çürüdü çünkü. Hele sosyal medya, yargısız infaz mahkemeleri gibi çalışıyor. Kimi isterseniz kolayca karalayabilir, yaralayabilir, şerefiyle oynayabilirsiniz. Bu sorun sadece bizim değil, bütün dünyanın başına bela kesildi. Çok kritik ve hassas bir konu çünkü. Önlem almaya kalksanız,demokrasi düşmanı yaftası yersiniz.Bir çare düşünemezseniz,yargısız infazlar katliam halini alacak.İki ucu çoklu değnek yani.. Ama yakında ileri ülkeler, düşünce ve fikir özgürlüklerine zarar vermeden bir formül bulurlar herhalde. O formül bizi de kucaklar inşallah. Yazılı basında mesleğe ve ilkelerine saygılı kalem sallayanların mevcudu hayli azaldı. Çoğu siyaset ağzını ve çıkarlarını kullanır hale geldi. Genelde milli menfaatlerin ve milletin beklentilerinin yerini, siyasi partilerin, siyasi liderlerin ve medya patronlarının görüş ve istekleri alıyor artık. Acı ama gerçek bu. Görsel medyada da durum pek farklı değil. Televizyon haberleri yazılı basının kopyası gibi. Siyasi destek ve köstekten hemen anlıyorsunuz hangi eğilimli kanalı izlediğinizi. Şöyle adam gibi tarafsız haber veren, öğretici ve eğitici program yapan, milli değerlerimizi diri tutan, Türkçe’mizi iyi kullanan televizyonlara hasretiz. Hele o vurdulu kırdılı, kavgalı dövüşlü, bombalı silahlı dizi filmlerine, ahlak kurallarını ve yasalarını yerle bir eden güya aile ve magazin programlarına, ekonomik krizde açlık ve yoksullukla çırpınan insanlarımızla dalga geçer gibi her kanalda saatlerce yayınlanan yemek programlarına ne demeli? Pesss. Basın özgürlüğünün siyasi ve ekonomik nedenlerle zora düşürüldüğü günümüzde, gazetecilik mesleğini ve işlevini hala ciddiyetle ayakta tutmaya çalışan kahramanlarımızı da takdirle alkışlamak ve saygıyla selamlamak lazım. Tüm zorluklara, baskılara, astronomik ücretler ödenen kağıt darlığına, yapılan fahiş zamlarla altından kalkılamayacak ölçüdeki üretim maliyetlerine rağmen, bir avuç fedakar ve vatansever meslektaşımız, gazeteciliği ve halkın haber alma hakkını yere düşürmemeye, yok etmemeye çalışıyor. Patronu ile çalışanı ile bir avuç cengaver, bu muhteşem tabloyu yaratmak için uğraşıyor, didiniyor, mahkemelerde sürünmek, hapislere düşmek pahasına başarıyorlar bu işi. Çok güzel gazeteler de çıkıyor bu ülkede, çok güzel haber program ve röportajlar da yapılıyor gazete ve ekranlarda. Çok iyi yazarları, fotoğrafçıları, karikatüristleri, kameraman ve muhabirleri de, işin mutfaklarında ve perde gerisinde çalışanları da, başarılarını da görüyor, izliyor ve fark ediyoruz. Azlar ama varlar işte… Eleştiri gazetecilerin asli ve önemli işlerindendir. Ama bu demek değildir ki, gazeteci ve mesleği eleştirilemez. Gazeteciliği de eleştirmek, eksiklerini noksanlarını göstermek lazım. Öncelikle biz gazeteciler duyumlardan ve dedikodulardan beslenmek yerine, araştırma, soruşturma ve belgelerle hareket etmeli, yazdığımızın ispatını karşıya bırakmamalıyız. Bunun için devletin, gazeteciye her türlü kolaylığı sağlaması, inandırıcı bilgileri vermesi ve ona rahat çalışma imkanını yaratması gerekir. Devlet şeffaf olmazsa, besleme basını kollayıp gerçek basını iteler ve yok sayarsa, hem halkın haber alma özgürlüğünü engellemiş, hem de sağlıklı haber kanallarını tıkamış olur ki, günümüzde bunu yaşıyoruz işte. Ayrıca gazetecinin kimliğini tespit işini devlete bırakmak da yanlıştır. Bu yanlışlıktır ki, besleme basının hala ayakta kalmasına ve çakma-gerçek gazeteci kavgasının devamına yol açıyor. Gazeteci vizesi, tıpkı avukatların barolardan aldıkları gibi, meslek kuruluşları tarafından verilmeli ve meslek kuruluşlarının ciddiyet ve işlev çıtaları da, daha güçlü bir çizgiye yükselmelidir. Kimin gazeteci olup olamayacağına devlet değil, meslek kuruluşları karar vermelidir. Ayrıca gazeteci yetiştiren basın yayın yüksek okulları ve İletişim Fakülteleri daha ciddi çalıştırılmalı ve mesleğin ihtiyaç duyduğu nitelikteki öğrencileri mesleğimize özenle kazandırmalıdır. Bu okullardan şimdiye kadar mezun olan 100.000’in üzerindeki gencin binde biri bile gazetecilik mesleğine girememiş, erkekler bu eğitimi sadece yedek subaylık hakkını kazanmak için almıştır. Bu okullarda sıradan akademisyenler değil, usta ve duayen gazeteciler ders vermeli, mesleğin özelliğini ve inceliklerini bilerek öğrencilere aktarmalıdırlar. Yeri gelmişken siyasi iktidarların gazeteciliğe, yazılı ve görsel medyaya anlayışla yaklaşmalarının çok faydalı olacağını özellikle belirtmeliyiz. Böyle bir yaklaşımın sadece can çekişmekte olan basın özgürlüğüne değil, basının ekonomik zorluklarına da, çökmekte olan yerel basına da büyük destek olacağını görmeli ve bilmeliyiz. Ayrıca gazeteciliğin bir değil, birkaç kutlama günü var. Yok çalışanı, yok sansürün kaldırılışı… Bunu da yılda bire düşürmeli ve ya 10 Ocak’ı ya da sansürün kalkış tarihi olan 24 Temmuz’u bayram olarak kabul etmeliyiz. Bu duygularla, gazeteciliği hakkını vererek yapan ve halkın haber almasını sağlayarak çok önemli bir kamu görevini liyakatle yerine getiren tüm meslektaşlarımı en iyi dileklerimle selamlıyor ve kutluyorum. İyi ki varsınız.