Sanatçı Akram Saffan, Suriye savaşı sırasında Deyr Ezzor’da yaşayan ve tüm eserlerini Marsi toprağına gömmek zorunda kalan bir heykeltraş… Türkiye’ye gelmeden önce arkadaşı ve arkadaşının oğlu Beşir el-Ani, IŞİD tarfından idam edilmiş, nedeni ise şair olması… IŞİD’e kendisi de esir olan Saffan, IŞİD bombalandığı sırada kaçabilmeyi başarmış ve dört günlük yürüyüşün ardından Türkiye’ye varabilmiş… Heykelleriyle Suriye’deki acının çığlığı olan Akram Saffan, hikayesini 24 Saat gazetesine anlatıyor
SULTAN YAVUZ/ANKARA- Suriye savaşı insanlık tarihinin dramlarından biri olarak tarihe geçiyor. Yok olan bir kültür, yapılar, insanlar, yaşanmışlıklar köklü bir geçmişi olan ülkenin toprakları altında kaldı. Bu süreçte yurdunu terk etmek zorunda kalan milyonlarca Suriyeli Türkiye’ye geldi. Bu insanlar arasında pek çok sanatçı ve aydın da yer alıyordu… İşte bu isimlerden biri de Sanatçı Akram Saffan. Saffan’ı ilk kez sosyal medyada paylaşılan bir haber ile gördüm. Haberde, yıllarını sanata vermiş olan Saffan’ın Şanlıurfa’da hayatını sürdürebilmek için inşaat işçiliği yaptığı yazıyordu. İnşaat işçiliği yapmakta bir sorun yok elbette ama elleri heykel yontan bir sanatçının, taşı, çamuru bir sanat eserine dönüştürmesi yerine inşaatta çalışması, beni düşündürmüştü. İlgili haberden sonra yetkili kurumların harekete geçmesi ve Saffan’ın şu anda heykelleriyle Suriye dramının sesi olması beni mutlu ederken, kendisine Facebook sayesinde ulaşabildim. Yüz yüze röportaj yapmayı çok istesem de, koşullar nedeniyle yolladığım soruları, bir tercüman aracılığıyla bana ileten Saffan’ın Ankara’da da sergi açacağı haberini kendisinden almak, sevindirici bir gelişme oldu. 1967 yılında Suriye Deir Ezzor’da doğan heykeltraş ve ressam Akram Saffan Svan, çocukluğunu ve gençliğini Suriye’de geçirmiş. Sanatsal ve şiirsel yetenekleri olan, aydın bir ailede doğan Saffan, çocukluğunda abisi Ali’nin stüdyosunda saatler geçirmiş. Beş bin yıllık bir Mezopotamya medeniyetinin, özellikle de Mari medeniyetinin çocuğu olduğunu belirten Saffan, Rönesans heykeltraşlarından Michelangelo’nun dikkatini çektiğini, Salvador Dali’nin çalışmalarından çok etkilenerek, sürrealist dünyayı anlamak için Dada’yı okuduğunu söylüyor. Suriye savaşı sırasında Deyr Ezzor’da yaşayan ve tüm eserlerini Marsi toprağına gömen Saffan, savaşın yoğunluğuna dayanmadığını ve Türkiye’ye gelmeden önce arkadaşı ile onun oğlu Beşir el-Ani’nin şair oldukları için IŞİD tarafından idam edildiklerini anlatıyor. Kendisinin de IŞİD’e esir olduğunu ve söz konusu terör örgütü bombalanırken, orada kaçarak dört günlük bir yürüyüşün ardından Türkiye’ye gelebildiğini ifade eden Saffan, “Türkler beni karşıladı, Şanlıurfa şehrine geldim” diyor. Saffan hislerini ve sanatını şu cümlelerle ifade ediyor: “Her şeyin bittiğini fark ettiğim insanlık dışı olayları gördüm, önümde umut ışığı kayboldu. Bir çantaya biraz kil koydum ve sınırı geçince gözlerimi kapattım. Hüzün, tarif edilemeyecek kadar büyüktü ve kalbim, acı içinde sıkışmış, dikenli telin üzerinde yırtılmıştı. Şimdiye kadar kanıyorum. Aslında çalışmalarım, ruhumu, varlığımı sıkıştıran şeffaf üzüntü ve acının metafiziğinin metafiziğinde dolaşırken, kanamayı mecazi olarak ifade ediyor ve iş bittiğinde bir umut ışığı beliriyor. Yani, yaptığım her heykel, ölüme rüşvet veya bunun ertelenmesidir. Kültür genel olarak aydınlatıcı bir projedir ve sanat, sosyal ve ahlaki bir mesaj taşır. Eğer nesiller boyunca sanatsal dokümantasyon yoluyla ne olduğunu bilirseniz, Dostoyevski’nin şu sözüne inanırsınız, ‘Sanat dünyayı kurtaracak.’ Şiir kelimleri oyuyor, bu yüzden metafor ve keski arasında bir köprü kurmaya çalışıyorum.” Suriyeli ve Türk aydınları bir araya gelmeli Saffan, Türkiye’deki müzelerde çok sayıda sergi gerçekleştirdiğini ve kültürel düzeyde kendisiyle işbirliği yapılarak, kendisinin de yer aldığı Gelnar Festivali’nin büyük bir kültürel buluşma olduğunu belirterek, “Benim de seçkin bir varlığım oldu” diyor. Saffan, Suriyeli mülteciler ile Türk vatandaşları arasındaki köprülerin kurulmasında, Suriyeli sanatçı ve entelektüellerin iki taraf için de olumlu ve sağlıklı bir imaj verebileceğini vurgulayarak, “Genel olarak Suriyeli entelektüelleri medya aracılığıyla Türk aydınları ile bir araya getiren seminerler aracılığıyla güçlü köprüler kurulabiliriz, empati yapabiliriz” diye ifade ediyor. Saffan’a Suriye kültürüyle ilgili bir soru yönelterek, hangi sanatçıların Suriye’de önem arz ettiğini ve konuya hakim olmayan biri olarak kimleri bilmem gerektiğini sordum. Kendisi de şöyle yanıtladı: “Elbette geniş bir Suriye kültürü var, örneğin Hanna Mina hikayesinde Sabah Fakhri, resimde Muhammed el-Maghut, Niaa, Fatih al-Mudaris ve diğerlerinin habercisidir. Suriye’de kültürel yaşam çok zengindi ama yetkililer tarafından bir kısıtlama vardı. Örneğin, genel olarak Suriye tarihindeki en önemli şey olan kültürel alandaki tavsiyelerle ilgili olarak, Firas Al-Sawah, yönetmen Omar Amirali’nin filmlerini yazdı…” Sıradaki projesinin Şanlıurfa meydanlarında mermer işleri yapmak ve salgın sonrası projeleri arasında Ankara’ya gelmek de olduğunu yazan Saffan, kendisinin sevdiği sanatçıların kimler olduğunu da şöyle dile getiriyor: “Schubert ve Mozart’ı dinlemeyi severim. Yazar ve şair Sohail Ahmed’i, İbrahim Al-Koni ile Patrick Süskind’i okumayı severim. Fayrouz da benim için önemli isimlerden.” Bu günlerde belediye için bir mermer çalışması içinde olan Saffan, “Kendi heykelinle tüm özgürlüğe sahipsin” diyerek, bir şiirle noktalıyor hislerini: “Kelime çamur ve kirle buluştuğunda … Saç yaprakları … Ve kil ve taş telaffuz edilir … Dünya depremini salladığında … Ve gökler ağırlıklarıyla buluşuyor … İnsanlık ahlaki değerlerinden sıyrılır … İnsanoğlu açığa çıkar ve sonlarıyla buluşur … Sonra kişi içinde ne olduğunu haykırıyor … Hiçlik onun seçimi olur … Sonra ... mineraller türlerini gösterir … Ve bencil çığlıklar ... Ben buradayım … Bu yıkımın çamurunda ... Aşk kurtuluşu ve yaşamı arar … Evrenin gerçeği ... mücadelede bir mücadele Kaçınılmazlık, aşkın zaferi ve hayatta kalmanın zaferidir Daha parlak bir gelecek için bir fikir ve vizyondan. Sanat ve taş keski yaptıklarını yapar … İçine can ve ruh üfler … Ve çekiç hayata dönmek için zili çaldı Ve yeni bir adamın dirilişi … Cansız nesneler hayata ve ümide dönüşür … Geçen ve ölen bir insan yolculuğundan bahseder. Hayat hayata geri döner İnsanoğlunun aşkı vardır Dünyayı yeni bir hayatla terk etti Ve parıltısını ve değerini hayata döndürmek Determinizm ve kader olarak...”
Editör: Ahmet Ertüm