Türkiye İş Kurumu ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ülke genelinde okullarda istihdam edilecek temizlik personelinin İşgücü Uyum Programı (İUP) kapsamında çalışacağının duyurulması üzerine okullarda "hijyen krizi" baş gösterdi. Program şartları sebebiyle artan personel eksikliği problemi devam ediyor.
Geçtiğimiz yıllarda okulların personel ihtiyacı, kadrolu memur statüsünde personelle karşılanamadığından hizmetler, okul-aile birlikleri tarafından yapılan veya İŞKUR yönetimindeki geçici istihdam programlarıyla yürütülmeye çalışılıyordu. Okul-aile birliklerinin gelirlerinin veya il özel idaresinden aktarılan kaynakların yetersizliği nedeniyle yardımcı personel ihtiyacı bu yıla kadar İŞKUR bünyesindeki Toplum Yararına Program (TYP) kapsamında karşılanıyordu. 2024-2025 eğitim öğretim yılından itibaren İşgücü Uyum Programı kapsamında personel alınacağı duyuruldu. Programda, haftada üç gün ve azami 22,5 saat çalışma süresi öngörüldü. Ancak ücret ayda 8 bin 447 lira olunca yeterli personel bulunamadı.
Bazı okullarda velilerin dönüşümlü olarak okulları ve sınıfları temizlediği görüntülere tepkiler sürerken Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, okullara 30 bin temizlik personeli alınacağını açıkladı fakat personel eksikliği devam etti.
Ankara Büyükşehir Belediyesi (ABB) Başkanı Mansur Yavaş, hijyen sorunu nedeniyle yürüttükleri temizlik projesine başvuran okulların birçoğunun taleplerini geri çektiğini açıkladı.
Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin "Temiz Okul, Sağlıklı Gelecek" projesine başvuran 113 okulun talebini geri çekmesi, okullarda hijyen eksikliği ve temizlik personeli yetersizliğiyle ilgili tartışmaları yeniden gündeme taşıdı. Eğitim-Sen Genel Başkanı Kemal Irmak ve Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası Genel Başkanı Kadem Özbay, mevcut durumu 24 Saat’e değerlendirdi.
“Muhalif belediyelere yardım istenmemesi için talimat verildiğini biliyoruz”
Okulların temizlik desteği talebini neden çektiğine dair iddialar gündemdeki yerini korurken, uzmanlar sorunun sadece yerel değil, ulusal bir eğitim politikası krizi olduğunu savunuyor. Okulların destek istemesinin engellenmesinin siyasi bir yarış olduğunu vurgulayan Kadem Özbay, “Bu sadece CHP’li belediyelere yapılıyor. İktadar tarafından muhalif belediyelerden yardımların istenmemesi talimatının geldiğini biliyoruz. Okulların yardıma muhtaç olduğunu, velilerden para istediğini biliyoruz. Okulların pislik içinde olmasının sorumluları kendileriyken yardım etmek isteyen belediyeleri engelliyorlar.
Belediyeler, kamuya hizmet etmesi gereken kurumlardır. Belediyelerin yasalar çerçevesinde okullara destek olmak gibi sorumlulukları vardır. Siyasi bir hırs ve yaklaşımla yardımlar engellenmeye çalışılıyor. Bu, iktidarın kendini ülkenin sahibiymiş gibi, tek yetkili olarak gördüğününün bir göstergesidir” sözlerini aktardı.
Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin temizlik desteği talebini geri çevirmek zorunda kalan okullarda çocukların sağlığının hiçe sayıldığını vurgulayan Kemal Irmak ise “Hükümet siyasi hesaplaşmayı bir kenara bırakarak krizin aciliyetini görmeli ve bir an önce sorumluluk almalı. Eğitimden, çocuklardan ve halk sağlığından tasarruf olmaz” diye konuştu.
Kemal Irmak: Hükümet ve bakanlık okullarda hijyen ihtiyacını hiçe saydı
Eğitim-Sen Genel Başkanı Kemal Irmak, okullardaki temizlik eksikliğinin eğitim kalitesini ve öğrencilerin sağlığını tehdit ettiğini belirterek şunları söyledi:
“Yıllardır devam eden ekonomik kriz ve yüksek enflasyona karşı hükümet son derece yanlış biçimde çareyi kamuda tasarrufa gitmekte buldu. Kamu hizmetlerinden yoksun bırakılan vatandaşın durumunu daha da kötü hale getiren bu anlayış sonucu bugün, Türkiye’nin birçok noktasında okullarda ciddi bir temizlik ve hijyen sorunu yaşanıyor.
Bakanlığın hayata geçirdiği program sonucu haftanın yalnızca belirli günleri temizlenen okullar diğer günler kendi haline bırakılmış durumda. Türkiye’nin birçok yerinde temsilcilerimizden, velilerden gelen şikayetlere baktığımızda çöpleri toplanmayan; lavaboları, tuvaletleri temizlenmeyen çok fazla örnekle karşı karşıyayız.
Bu şekilde çocukların, eğitim emekçilerinin temel hakları da hiçe sayılmış oluyor. Tabii ki hükümetin önceliği vatandaşın refahı, toplumsal adalet ya da eşitlik değil. AKP en başından beri tercihini ayrıcalıklı sınıfların yanında olarak, sermayenin safında yer alarak yaptı. En başından beri de bu tercihi yönünde kamusal eğitimden uzaklaştığı için dar gelirli vatandaş ve çocuklar için bu sorunlar giderek büyüdü.
Bugün toplumun ayrıcalıklı kesimleri bu sorunlardan etkilenmiyor. Dolayısıyla varlıklı ve dar gelirli kesimler arasındaki uçurum büyüyor. Toplumun geniş kesimleri temel sağlığından, eğitim hakkından olurken bir diğer kesim çok daha farklı fırsatlara sahip hale gelmiş durumda.
Hükümet ve bakanlık tasarrufun hiçbir şekilde uğramaması gereken eğitim alanında ödenekleri kısma yoluna giderek okullarda hijyen ihtiyacını hiçe saydı. Çocukların, eğitim emekçilerinin sağlığını riske atan bu uygulamaların ne gibi sonuçlar yaratacağı ya hiç hesaba katılmıyor ya da hesaba katılsa dahi umursanmıyor; çocuk hakları ve insan sağlığını hiçe sayan bir anlayış söz konusu.”
“Eğitimden tasarruf, gelecekten tasarruf demektir”
Temizlik krizinin gün geçtikçe arttığını vurgulayan Irmak, büyük nüfuslu okullarda salgın hastalık riskinin çoğaldığını da ifade etti. Irmak, “Hijyen tedbirlerinin alınmaması enfeksiyon riskini artırıyor. Dolayısıyla salgın hastalık ihtimalini artırarak tüm topluma etki edecek sağlık sorunları tehlikesi önümüzde duruyor. Hükümetin önümüze koyduğu politika sonuçları açısında bir halk sağlığı sorununa dönüşecek bir uygulama. En nihayetinde eğitimden tasarruf gelecekten tasarruf demek. Dolayısıyla hükümetin ve bakanlığın bugün bizi karşı karşıya getirdiği durum tam anlamıyla bir geleceksizlik hali.
Okullarda ciddi anlamda hijyen sorunları var. Sağlık sorunları artarken, bu durum ailelerin ve devletin sağlık harcamalarını da artırıyor. Devletin öncelikli stratejisi sağlıklı nesiller yetiştirmek olmalı, ancak bu temel görev ihmal ediliyor. Tasarruf amacıyla eğitimin ve sağlığın ihmal edilmesi kabul edilemez” sözlerini aktardı.
Irmak, temizlik personeli eksikliğinin sadece okulları değil, toplumun genel sağlığını da tehdit ettiğini belirtti. Eğitim sendikaları ve veli derneklerinden gelen uyarılara rağmen, hükümetin konuyu ele almada yetersiz kaldığını ifade etti.
“Bakanlık emek sömürüsünü meşrulaştırıyor”
Eski temizlik personeli sisteminden (İŞKUR bünyesindeki Toplum Yararına Program) İşgücü Uyum Programı'na geçilmesinin etkilerini ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın hijyen krizini nasıl ele aldığını yorumlayan Irmak, “Daha önce okullarda temizlik hizmeti için istihdam, Toplum Yararına Program kapsamında sağlanıyordu. Buna göre temizlik personeli haftanın 5 günü olmak üzere yılda 10 ay görevlendiriliyordu. Bu program da görevliler açısından aslında birçok sorun barındırıyordu.
Bugün açlık sınırının 20 bin TL’ye dayanmasıyla asgari ücretle çalışmak insan yaşamına yaraşır bir durum değil. Bunun yanında 10 ay geçici süreli olarak görevlendirme de güvencesizliğe tekabül ediyor. TYP, bir yıl sonra işinden olmayacağının bir garantisini vermiyordu. Dolayısıyla biz TYP programına karşı olduğumuzu da çok kez dile getirdik. Fakat bugün bu koşulların dahi gerisine düşüldü.
TYP yerine getirilen İşgücü Uyum Programı’yla bakanlık adeta emek sömürüsünü kendisi için meşru hale getiriyor. Dolayısıyla İUP kapsamında başvuru yapan vatandaşlar böylesine sömürüye açık, güvencesiz koşulları görünce çalışmaktan vazgeçiyor. Zaten bakanlığın açtığı projeye yapılan başvurular oldukça sınırlı kaldı. Bunu bizzat bakanlık da itiraf ediyor.
Haftanın yalnızca 3 günü ve günlük 560 lira gibi bir rakam ile ay sonunu getirmenin imkanı dahi yok. Zaten ücret olarak bile adlandırılmıyor ‘cep harçlığı’ deniyor. Bunun yanında görevlilerin emeklilik keseneği yatırılmıyor, yalnızca kaza sigortası yapılıyor. Yani çalışanların hiçbir güvencesi yok. Yasaya göre işletmelerin asgari ücretin altında işçi çalıştırması yasak, aynı şekilde sigortasız işçi çalıştırmanın da cezası var. Buna rağmen bakanlık dahi bu koşulları sağlamıyor. Zaten bu İşgücü Uyum Programı kapsamının geliştirilmesinin sebebi de bu. Bizzat bakanlık sömürüyü meşrulaştırmış oluyor. Aynı zamanda bu programa büyük ölçüde kadınların başvurduğu da bir gerçek. Bu şekilde kadın emeğinin sömürülmesi de toplumsal anlamda eşitsizliği artıyor” diye konuştu.
“Çocukların beslenmesini sağlamak bile lüks hale geldi”
İşgücü Uyum Programı’yla okulların haftada yalnızca 3 gün temizlendiğini, geri kalan günlerde ise okulların kendi haline terk edildiğinin altını çizen Irmak, “Bizler, eğitimciler olarak okulların her sabah temizlenmesi gerektiğini biliyoruz. Her teneffüs sonrası koridorların paspaslanmasından, lavabo ve tuvaletlerin temizlenmesi ihtiyacı söz konusu. Yani haftanın yalnızca belirli günlerinde yapılacak temizlik hijyen koşullarının sağlanması için yeterli değil.
Okullarda gerekli temizliğin yapılarak hazırlanması aslında eğitim-öğretimin en temel parametrelerinden biri. Bu şekilde bu koşullar yerine getirilmemiş oluyor. Dolayısıyla eğitime erişim hakkı da zedeleniyor. Bugün dar gelirli aileler için çocukların beslenmesini sağlamak, sağlıklı gıda ve temiz su ihtiyacını karşılamak bile lüks hale geldi” dedi.
"OECD ülkeleri arasında öğrenci başına en düşük bütçeyi ayıran ülke Türkiye"
Irmak, okullardaki temizlik personeli açığını kalıcı olarak gidermek için uzun vadede neler yapılması gerektiğini ise şöyle anlattı:
“Türkiye’de bakanlığa bağlı 63 bin okul mevcut. Her bir okul için yeterli personel sağlanmalı. Bakanlık en son 30 Eylül’de yaptığı basın açıklamasında TYP kapsamında 30 bin ek personel alındığını ve bu personelin göreve başladığını duyurdu. Buna rağmen en yüksek görevli sayısının yine İUP çerçevesinde olması yeterli hizmetin sağlanmasında takibi güç bir durum ve bölgesel eşitsizliklere yol açma potansiyeli yaratıyor.
İlk olarak tüm görevliler haftanın 5 günü ve yılın on iki ayında görevlendirilmeli. Bu yapılırken de süreli ve geçici değil, kadrolu güvenceli ve insan yaşamına yaraşır bir ücret çerçevesinde bir program oluşturulmalı. Tabii ki bunun yolu da kamusal eğitimden, toplumun her kesimi için eşit hizmet sağlamaktan geçiyor. Eğitim hakkı herkes için temel bir insanlık çerçevesinde ele alınmalı.
Türkiye’de eğitimin niteliği her geçen gün azalırken birçok raporda bu durumu çarpıcı bir şekilde görebiliyoruz. Türkiye OECD ülkeleri arasında öğrenci başına en düşük bütçeyi ayıran ülke. Dolayısıyla eğitimin finansmanı kamusal bir hizmet olarak sağlanmaktan çıkarıldığı her noktada eşitlikten de uzaklaşılıyor. Her geçen gün daha fazla öğrenci okulu terk edip çocuk işçi olarak patronların insafına terkediliyor.
Mesleki ortaokullarda çocuk işçilik 12 yaşa kadar düşürülüyor. Üstüne ÇEDES’ten Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ne dört bir yandan siyasi-ideolojik saldırı söz konusu. Elbette nitelikli, kamusal, eşit bir eğitimin toplumun refahı ve geleceği ile doğru orantılı. Bu noktada hükümet ve bakanlık eğitim sendikalarına, veli derneklerine, öğrencilerin sesine kulak vermeli. Yapılan önerileri dikkate almalı. Fakat AKP’nin en başından beri piyasa dostu devlet anlayışıyla bilinçli bir tercih olarak kamusal eğitime darbe vurdu. Hal böyleyken AKP hükümetinden nitelikli eğitim beklemek fazla naif olur. Dolayısıyla kamusal, eşit ve parasız eğitimin yolu bir arada olmak ve mücadele etmekten geçiyor. EĞİTİM-SEN olarak bu doğrultuda mücadele etmekten asla geri durmayacağız.”
“İUP, ülkemiz için büyük bir utanç tablosudur”
İUP kapsamında istihdam edilen personele adeta cep harçlığı verildiğini söyleyen Kadem Özbay, “Devlet, iş imkanı sağlaması gereken yurttaşının hem işsiz kalmasına neden oluyor hem de bu işsizlikten yararlanarak asgari ücretin bile altında sigortasız, güvencesiz çalıştırıyor. Bu, devlet eliyle emek sömürüsü, ülke açısından da büyük bir utanç tablosudur.
Kağıt üzerinde işsizlik sorunu çözülmüş gibi bir algı yaratıyorlar. Okullar velilerin sırtından kazandığı paralarla öğrenci velilerle okulları temizlemeye çalışacak gibi görülüyor” sözlerini aktardı.
“Sorunların temel kaynağı, eğitime ayrılan bütçenin yetersizliği”
Siyasi iktidarın ülkenin geleceğine nasıl baktığının en önemli göstergesinin eğitime yaptığı yatırım olduğunu vurgulayan Özbay, “Bu sorunların temel kaynağı eğitime ayrılan bütçenin yetersizliğidir. Temizliğe donanıma, fiziki ihtiyaçlara ayrılan kaynağa ‘yetersiz’ demek bile az kalır.
Kamu hizmeti devletin sorumluluğudur. Devlet yurttaşının sağlıklı yaşam hakkını korumak, eğitim hakkını sağlamak için vardır. Sorun ancak ve ancak okulların ihtiyacı kadar kadrolu güvenceli, okul iklimine uyumlu personelin istihdam edilmesiyle çözülür.
Eğitim ciddi bir iştir ve süreç büyük bir ciddiyetsizlikle yürütülüyor. Devlet aklıyla değil, tüccar aklıyla kendi itibarlarından, en ufak lükslerinden taviz vermeyenler kamu hizmetinden yararlanma hakkını, nitelikli eğitim hakkını bu şekilde gasp etmeye devam ediyorlar” diye konuştu.