Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 25 Nisan’da yayımladığı çalışmayla Türkiye’deki nüfusun yaş dengesini ortaya koydu. Kurum tarafından ilk kez yayınlanan “Aktif Yaşlanma Endeksi” başlıklı raporda alışılagelen “genç nüfusun çoğunlukta olduğu ülke” bilgisinin değiştiği görüldü. Rapora göre küresel yaşlanma süreci olarak adlandırılan "demografik dönüşüm" evresine giren Türkiye’de çocuk ve genç nüfus oranı hızla azalırken, yaşlı nüfus oranı ise hızla artış gösteriyor. Özellikle son on yılda doğurganlık hızının “yıkıcı” şekilde azaldığına dikkat çekilirken Türkiye’nin “çok yaşlı ülkeler” sınıfına dahil olduğu belirtildi.
Raporda son yıllardaki nüfus değişimine de dikkat çekildi. Yaşlı nüfus olarak kabul edilen 65 ve daha yukarı yaştaki nüfus, 2019 yılında 7 milyon 550 bin 727 kişi iken son beş yılda yüzde 20,7 artarak 2024 yılında 9 milyon 112 bin 298 kişi oldu. Yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranı ise 2019 yılında yüzde 9,1 iken, 2024 yılında yüzde 10,6'ya yükseldi. TÜİK nüfus projeksiyonlarına göre yaşlı nüfus oranının 2030 yılında yüzde 13,5, 2040 yılında yüzde 17,9, 2060 yılında yüzde 27,0, 2080 yılında yüzde 33,4 ve 2100 yılında yüzde 33,6 olacağı öngörülüyor.
2025 yılının “Aile Yılı” ilan edilmesinin yanında nüfustaki yaşlılık oranının artması da hükümetin demeçlerinde aile, annelik ve çocuk kavramlarının daha sık kullanılmasına yol açtı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 28 Nisan’da yaptığı açıklamada "Türkiye, nüfus artış hızı bakımından kritik bir kavşağa gelmiştir” derken TÜİK verilerine dikkat çekerek doğurganlık hızının 1,51’e gerilediğinin altını çizdi. Buna paralel olarak doğumu teşvik amacıyla ise 1 Ocak 2025’ten sonra doğan çocuklar için destek paketi uygulanıyor. Evlenmek isteyen gençler için ise 48 ay vadeli ve 2 yıl geri ödemesiz 150 bin lira tutarındaki faizsiz kredi sunulmasına başlandı. Bunun yanında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da evlenecek çiftlerin ev ihtiyaçları için çeşitli indirimlerin devreye sokulacağını duyurdu. Tüm bu maddi desteklerin yanında Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’nun “Eğer çocuğunuz yoksa aile olamıyorsunuz, sadece karı koca oluyorsunuz” ve futbol sahalarındaki “doğal olan normal doğum” kampanyası ise hükümetin aileye, çocuğa ve kadına bakışına yönelik eleştirilere hedef olan söylemler arasında yer alıyor.
Peki hükümet kanadında aileye ve kadına yönelik söylemlerin kültürel kodları neler? Siyaseten söylenen sözlerin ve yürütülen kampanyaların toplumdaki yansıması hangi yönde? Türkiye’nin farklı şehirlerinden boşanma sürecini yaşamış kadınlarla yaptığı görüşmelerle kadın, aile ve toplum ilişkisini ele alan “Yeni Bir Hayat Kurmak-Kadınlar Anlatıyor: Babalık,Evlilik ve Boşanma” kitabının yazarı Dr. Mürüvet Esra Yıldırım giderek artan hükümetin aileye bakışını ve toplumdaki yansımalarını 24 Saat Gazetesi’ne anlattı.
Dr. Mürüvet Esra Yıldırım
Daha önce sağ muhafazakâr siyasette aile söylemi "örf ve adetlere" dayandırılarak kullanılsa da mevcut hükümetin "aile yılı" ilanı ile bu söylemin farklı bir boyuta evrildiğini görüyoruz. Sizce hükümetin aile söylemini bu kadar çok kullanmasındaki temel neden nedir?
Sağ muhafazakârlar diye kastettiğiniz eğer Müslüman kimliğiyle öne çıkan ve kendini o kimlikle tanıtmayı tercih eden kitleyse, onlar yıllarca cumhuriyet rejiminin sermaye bölüşümünde ötelendikleri gerekçesiyle ekonomi alanının dışında, kültür alanında konumlandıklarını iddia ettiler. Yani yıllarca kendilerini “Batı taklitçisi” olan üretici ve tüketicilerden ayrıştırarak bu ülkenin antropolojik kültürünün hakiki temsilcileri olarak konumlandırdılar. Ekonomi ile antropolojik kültür arasında birbirini iten bir dinamik olduğuna işaret ettiler. Antropolojik kültür dediğimiz işte o örf ve âdetler. Ancak yıllar içinde Müslüman kimliğiyle öne çıkan isimler siyasette ana akımlaştıkça sermaye bölüşümü de ona ayak uydurdu. Artık ekonomiye antropolojik kültürün “hakiki temsilcileri” hükmediyor. Yani ne olmuş oldu? Dindar muhafazakârlığın varoluş estetiği değişmiş oldu. Mesela, AKP öncesi sadece dini yayınlar yapan erkek radyocuların eşleri sosyal medyanın pedagogları oluverdi. Mesela “Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur” ayetini sık sık tekrar edenler psikoloji disiplinini keşfetti ve böylece, zikir çekmenin insanın manevi ihtiyaçları için yeterli gelmediğini zımnen kabul etmiş oldu. Mesela birçok kişi “helal şampanya” veya “alkolsüz mojito” arar oldu. Dolayısıyla, “örf ve âdetler” gibi kavramları yerli yersiz sayıklayanlar olsa da onları temsil etme yetileri kapital sermayenin sekülerleştirici gücü tarafından soğurulmuş durumda. Onun yerine “aile” gibi her toplumsal tabakaya hitap edecek ve görece nötr sayılabilecek bir kavram tercih edildiğini düşünüyorum.
“Sosyal devletin sırtına yüklenecek yük aileye yükleniyor”
Aile söyleminin sıkça kullanılmasına gelince, AKP en başından beri “aileci” bir söylem kullanıyor aslında. Mesela Recep Tayyip Erdoğan Batı’da evlerinde yalnız başına ölen ve kokusundan dolayı öldüğü anlaşılan yaşlı insan hikâyeleri anlatırdı. Üç nesil ailenin bir arada yaşaması gerektiğini göstermek için anlatıyordu bunları. Üç neslin bir arada yaşaması demek, sosyal devletin sırtına yüklenecek birçok yükün aileye yüklenmesi demek. Ortada sırtlanılması gereken bir yük var, bu yükü devlet kurumları mı şirketler mi yoksa aile mi yüklensin? Soru bu. Cevap da “aile yüklensin.” Bu aileci söylem nedeniyle bir sosyal politika sorunu ahlâki ve ailevi bir soruna dönmüş oluyor. “Vatandaş” olarak herhangi bir devlet kurumundan hesap soramayan herkes “büyük kardeş,” “küçük kardeş,” “baba,” “anne,” “evlat,” “yeğen” olarak birbirinden hesap sorar hâle geliyor. Devlet kurumları sosyal refahımızı düşünmüyor demiyoruz da “Bilmem kimin gelini ona bakmıyormuş” diyoruz.
Yıldırım'ın Türkiye'deki babalık pratiklerini saha araştırmalarıyla ele aldığı "Makbul Babanın Oluşumu" 2024'te İngilizce yayımlandı
Diğer ülkelerin hükümetlerinde aileyi yücelten ve öne çıkaran söylemler var mı?
Tabii, Rusya’da Putin hükümeti geleneksel aileyi Batı’nın “çürümüşlüğüne” karşı bir kalkan olarak sunuyor, LGBT+ bireyler bu çerçevede açıkça hedef alınıyor. Macaristan’da da Orban hükümeti geleneksel aileyi destekleyen politikalar geliştiriyor. Mesela iki ve üstü çocuk yapan kadınlara vergi muafiyeti getirileceği açıklanmıştı.
1950'lerde yaygın olan "evine düşkün, şık mutlu ev kadını akımı" sosyal medyadaki influencerlar ile yeni bir boyuta evrildi
Sosyal medyada "Evli, mutlu, çocuklu, şık ev kadını" içeren paylaşımlar sıklıkla yer almaya başladı. Hatta mesai saatleri vs. gibi gerekçelerle çalışmanın kadın doğasına uygun olmadığını söyleyip kadının ev içi emeğini ön plana çıkaran bazı kullanıcılar var. Özellikle genç kadınlar arasında azımsanmayacak derecede destek gören bu söylemin nedeni nedir?
60 yaş üstü olduğu hâlde hizmet sektöründe çalışmaya devam eden hüzünlü erkek fotoğraflarına ve videolarına denk gelmişsinizdir. Paylaşanlar genellikle onların o yaşta hâlâ çalışmasına kederlenen genç erkekler oluyor. Bunları her gördüğümde aklıma, evdeki her erkeğin günlük akışına göre ayrı ayrı masa hazırlayıp kaldırmak zorunda olduğu için artık bıktığını söyleyen yaşlı kadınlar geliyor. Kimsenin bu kadınlar için üzülmediğini fark edince herkesin evde yapılan her işi neden bu kadar hafife aldığını düşünüyorum. Aklıma gelen ilk sebep “ağız kokusu hiyerarşisi” oluyor. Evde yapılan işler ev halkı dışında “başkalarının” ihtiyaçlarını ve kaprislerini içermiyor. “Başkalarının” yani “dışarıdakilerin” “ağız kokusu” en “pis” olanı. Aslında bu kadar aileci bir toplumda “dışarıda” çalışmak deyince ne anlaşılıyor ayrıca bakmak gerekir. Mesela, kurumsal bir firmada çalışmakla akraba yanında çalışmak aynı şekilde mi algılanıyor? Bunlar önemsiz görünen belirleyici detaylar olabilir.
“Anti militarist söylem erkekliği dönüştürdü”
O yüzden, bu “mutlu ev hanımı” akımı, Batı’da “tradwife” yani “geleneksel eş” akımı diye bilinen akımın bir uzantısı sayılabilir ama yerel dinamikleri de olduğu kanısındayım. Sık sık söylendiği gibi artık iyi bir eğitim iyi bir hayat vadetmiyor ve çalışma koşulları her sektörde istihdamdan caydıracak kadar kötüleşebiliyor. Ancak bu temsilin işaret ettiği bir şey daha var; dönüşen erkeklik. Batı’da ve sol liberal dünya görüşünün kendine alan bulabildiği her yerde öyle ya da böyle kabul gören anti militarist söylem erkekliği dönüştürdü. Son yıllarda birçok askeri operasyon yapıldığını görsek de vatan borcu kredi borcuna dönüşünce askerliğin erkekliğin inşasındaki rolü ve ağırlığı da geldiğiniz sosyal sınıfa göre dönüşmüş oldu. O yüzden sosyal medyada eskiden kavga sebebi, hakaret sayılan durumları erkeklerin gönüllü olarak temsil ettiğini görebiliyoruz. Mesela kollarında koca market poşetleri varken sırtında da sevgilisini taşıyan ve kendini “Seyit Onbaşı” diye niteleyen genç kadınlar görüyoruz. Bu iki temsilin eş zamanlı olması elbette tesadüf değil. O nedenle “mutlu ev hanımı” temsili, evi tek başına geçindirebilen ve ailesini dış dünyadaki her fenalıktan koruyan güçlü ve merhametli bir erkeklik mitini de geri çağırıyor. Mit diyorum çünkü bu anlatı yaş ve cinsiyet hiyerarşisini görünmez kılma pratikleriyle kuruluyor.
Fakat burada bir nüans var. Bu temsildeki kadınların varoluş estetiği, hükümetin yüklenilmesini istediği yükleri sırtlanmaya müsait değil. Bu temsillerdeki kadınlar, geniş ailenin gerektiğinde bakım verecek “gelini” değil, çekirdek ailelerinin “hanımı” olma derdinde. Yani “aile reisi erkek” “başkalarının” “ağız kokusunu” çekerken, onlar da “sadece ve sadece” eşlerinin ve çocuklarının “ağız kokusunu” çekmeye razı gibi görünüyor.
Sizce sistem içerisinde anne olmak ve aynı zamanda ekonomik bağımsızlığa sahip olmak isteyen kadına engel oluşturan sorunlar nelerdir?
Sosyal devletin yüklenmesi gereken yükleri erkeklerin “baba,” “en büyük kardeş” kadınların “anne,” “en büyük gelin,” vb. roller altında yüklenmesi bekleniyor. Bu koşullar altında sistem için kadınlar sosyo-ekonomik olarak destek verilmesi gereken vatandaşlar değil. Bunu kısıtlı biçimde yapıyor. Kadınlar, eşlerine, çocuklarına ve ailenin büyüklerine bakım vermesi gereken kişiler. Peki, kadınlar bakıma muhtaç hâline gelince ne oluyor? Varsa kız çocukları, varsa kız kardeşleri veya başka kadın akrabalar devreye giriyor. Bu güvensizlik hâlinde anne olmak demek bakım emeğini birçok kişi arasında bölüştürememek demek.
Sağlık Bakanı Memişoğlu "Aileyi de anne, baba ve çocuklar oluşturur. Eğer çocuğunuz yoksa aile olamıyorsunuz, sadece karı koca oluyorsunuz" sözlerini kullanmıştı
“Çocuk sahibi olmak sadece ekonomiyle ilgili değil”
Sağlık Bakanı aile tanımını çocuğun olmasına bağlayan bir açıklamada bulundu. TÜİK verilerine göre yaşlı nüfusu artarken doğum hızı da azalmış durumda. Sizce gençlerin evlenmek ve çocuk sahibi olmak istememesi veya ertelemesindeki temel neden sadece ekonomi mi?
Türkiye’de hiç evlenmemiş yaklaşık 20 milyon insan var. Kaçı içine doğduğu sosyal sınıfı sürdürüyor ve kaçı yukarı yönlü sınıfsal geçiş yaşadı ve bunu hangi yöntemlerle yaptı bilmek isterdim. Yani bunun ekonomik bir boyutu elbette var. Ancak temel neden veya tek neden ekonomi demek doğru olmayabilir. Zira ekonomik olarak pek de zorda olmayan ülkelerde de aynı trendi görüyoruz. Genel olarak insanların kendilerini güvende ve esenlik içinde hissedemediklerini düşünüyorum. Daima endişe kaynağı olabilecek bir şey muhakkak var gibi.
Postmodernizm, postkolonyalizm vb. “post” ön ekine sahip akımlar ve kuramların da işaret ettiği gibi dünyada birçok şey bir süredir yapım aşamasında. Tarihsel anlatılar alaşağı edildi, toplumsal kimlikler daha önce tatmadığı duygularla tanıştı. Her şey sürekli olarak sosyolojik bir karşılaşma deneyimine evriliyor. Küresel olarak yeni anlam dünyaları inşa etmekteyiz. Anlamı nerede bulacağımıza dair arayışın da bu bağlamda belirleyici olduğu kanısındayım.
Sizce 20-30 yaş arasındaki bireylerin aileye bakışı değişti mi?
Hiç evlenmemiş 20 milyon insanın bulunması değiştiğine işaret ediyor olsa gerek. Bu kişilerin aileleriyle ilişkileri, yaşlılıklarıyla ilgili planları önemli. Zira iyi kötü aile kurumu içinde hâlledilen çoğu şeyi satın almak zorunda kalacaklar. Evli olan genç yetişkinler de iş gücüne katılsın veya katılmasın eskiden olduğu gibi geniş ailenin bakım yükünü sırtlanmaya hevesli görünmüyor. Bunun da yine ekonomi, güvenlik duygusu ve küresel ölçekteki anlam arayışıyla ilgili olduğunu düşünüyorum.