İtirazım var; laik ülkemizin Türk vatandaşları ümmet değil millettir!

Abone Ol

Eften püften gerekçelerle 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları yasaklandı.

Ama, Başbakan AKP Gençlik Şöleni’nde dini söylemlerle nutuk çekerken, Cumhurbaşkanı da Kutlu Doğum Haftası programında "Biz ırk, mezhep ve terör kıskacındayız. Biz İslam ümmetiyiz" diyerek Laik ve Demokratik Cumhuriyet ile birlikte "ümmet yerine millet" olduğumuz gerçeğini silip atıverdi. Benim buna açık itirazım var Sayın Cumhurbaşkanı.

Bu topaklarda yaşayan halk, Cumhuriyet sayesinde millet olma mutluluğuna erişmiştir.

Ve ne yaparsanız yapın, ne derseniz deyin, geriye dönülmeyecektir. Bu millet yeniden kula kulluk etmeyecek, kendi iradesini din simsarlarına emanet etmeyecektir. Çünkü, Egemenlik artık kayıtsız ve koşulsuz milletindir. Milletin adı Türk Milleti, özü ise şudur:

"Ne mutlu Türk’üm diyene!"

Biz o coşkulu kurtuluş ve kuruluş coşkusundan koptuk geliyoruz.

Eğer o kurtuluş ve kuruluş sağlanamasaydı, bu gün din simsarlığı yapanların ne kadarı İslam olduğunu söyleyebilecekti? Hangi ilin hangi camiinde beş vakit ezan sesi duyulacaktı?

Bu vatan topraklarında Türk olduğunu söyleyenlerin ırkına ve kanına bakmadan, bu milleti esaretten kurtaran ve Laik. Cumhuriyeti kuranlara Türk Milleti denir!

Dini inançlarını bu özgür ülkede dilediğince yerine getirenlere bir Allah’ın kulu müdahale edemez. Özgürlük ve Barış bu manada kutsal kavramlar arasındadır. Bu özgürlükle haykırıyoruz biz:

"Ne mutlu Türk’üm diyene..."

Biz okula adım attığımız ilk günden itibaren, "Türk’üm, doğruyum, çalışkanım. Ülküm yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun!" diye andımızı haykırdık.

Varoluş kadar gerçek kokan bu ant çiçekleri kurudu mu sanıyorsunuz?

Örneğin, İslam Zirvesi toplantıları öncesi ve sonrasındaki söylem ve temaslar bizim için çok can sıkıcıydı. Ben, 7 yıl Arap çöllerinde esaret çeken bir dedenin torunuyum. Baba dedem ise üç kez Yunan askerinin öldü diye bir çukura attığı Müdafaa-i Hukuk kurucusuydu. Babası, ateşte kıpkırmızı hale gelen demirle vücudundan tam 18 mermi çekirdeği çıkarmıştır.

Tamı tamına 2 ay 21 gün, o dönemin koşullarında baygın halde yatmış ve sonunda yeniden kendine gelmiştir. Böyle bir Türk evladının Kurtuluş Savaşı sırasında Türkleri arkadan vuran Araplara eşit haklarla sahip çıkmasını asla içime sindiremiyorum.

Ana dedemin vasiyetleri hala kulaklarımda çınlıyor, çünkü öldüğü gün Lise ikinci sınıftaydım:

"Aman çocuklar Araplara güvenmeyin. Aman ha, Arap’a arkanızı dönmeyin. Arapla dostluk kurmayın, Arap’tan Türklere dost olmaz. Onların Peygambere de yararları olmamış, kendilerine de. Sakın ha, bir araya gelip de birlikte işbirliğine soyunmayın."

Atatürk’ün 1934’te Hariciye Bakanlığı mensuplarına hitap ederken söylediklerini de burada bir iki kez nakletmiştim. 90 yaşlarındaki Hariciye mensubu Bilal Şimşir anlatmıştı:

" Memleketi ilgilendiren her meseleyi masaya taşıyın. Muhatabınızı masadan kaldırmadan mutlaka masada çözüm sağlayın.

Kuzey komşunuzla (SSCB-yani Rusya) asla kavgaya girmeyin. Bir meseleniz olursa, mutlaka masaya çekiniz ve müzakere ile sona erdirmeye çalışınız.

Bizim din kardeşlerimiz, diyerek, Ortadoğu ülkeleri ile, özellikle Arap ülkeleri ile işbirliğine girmeyin. Oraya girerseniz bir daha çıkamazsanız."

Ulusal dış siyasetin temelinde yatan gerçekler bunlar.

Peki, şu anda bu gerçeklerin uygulandığına inanıyor musunuz?

Ne diyordu Atatürk’ün Cumhuriyeti?

"Yurtta barış, dünyada barış" dememiş miydi?

Şu anda barış içinde olduğumuz bir komşumuz var mı?

Dost olduğumuz bir ülke var mı?

Suriye’nin iç savaşı bizi neden ilgilendirdi de, bugün sınır illerimiz bir yana Başkent Ankara, İstanbul, İzmir, Akdeniz illeri ve hatta Çanakkale ve Edirne Suriyelilerle doldu?

Bir de şu var; Kurtarıcı irade ve kurucular, Laik ve Demokratik Parlamenter Sistem kurdu da ne diye bunu yetersiz sayıyorlar?

Başkanlık sistemi sırf Saray görüntüsünün hakimiyeti anlamına gelmiyor mu?

Niçin kendi huzur ve güvenliğimizi tehlikeye sokuyoruz?

Neden millet olmak yerine ümmet görüntüsü ve dini yönetim özlemi için çabalıyorlar?

Neden, neden, neden?

Ne istiyorlar bu güzel ülkeden ve Büyük Türk Milleti’nden?