Çankaya belediyesi tarafından “25 Kasım kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele ve dayanışma günü” etkinlikleri kapsamında, Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde “farklı kadınlıklar, farklı deneyimler: kadınlar şiddet konuşuyor” başlıklı bir panel düzenlendi. Panelde, Şiddet sorunu ve olası çözümler, gazeteci Özlem Gürses’in moderatörlüğünde, alanında uzman kişilerce değerlendirildi

[caption id="attachment_258013" align="alignnone" width="700"] Tiyatrocu Betül Arım, Gazeteci Özlem Gürses, Avukat Feyza Altun ve Akademisyen Funda Şenol Cantek[/caption] [caption id="attachment_258014" align="alignright" width="423"] Müzisyen Gülsin Onay[/caption] CEMRE POLAT/ANKARA - Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde “25 Kasım kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele ve dayanışma günü” kapsamında; “farklı kadınlıklar, farklı deneyimler: kadınlar şiddet konuşuyor” adlı bir panel düzenlendi. Moderatörlüğünü gazeteci Özlem Gürses’in üstlendiği panelde, akademisyen Prof. Dr. Funda Şenol Cantek, tiyatrocu Betül Arım ve Avukat Feyza Altun, konuya dair fikirlerini ve çözüm önerilerini dile getirdi. Konuşmacılar ve katılımcılar arasında sorunların çözümüne dair fikir alışverişi yapıldı ve “kadın” temalı şiirler okundu. Panel sonunda müzisyen Gülsin Onay tarafından bir piyano resitali sergilendi. Erkeklerin de etkinliğe yoğun ilgi göstermesi, ataerkil sistemle mücadele konusunda umutları yeşertti. Panel moderatörü, gazeteci Özlem Gürses, açılış konuşmasında cinsiyet temelli ayrımcılık ve şiddete karşı hep birlikte mücadele etmenin önemini dile getirdi. Gürses, “Böyle bir çalışmaya imza attıkları için Çankaya Belediyesi ve Kadın Çalışmaları Departmanı’na teşekkürlerimi iletiyorum. Ankaralıyım ve Ankara’yı çok seviyorum. Ankaralı kadınlar çalışkanlardır. Annemin çalışan bir kadın olması benim için çok faydalı bir örnekti. Bugün, ‘dünya kadına şiddetle mücadele günü’. Bu ülkede neredeyse her gün bir kadın katlediliyor. Oysa kadınlar hem erkeklere hem de dünyaya cennet vadediyor. Bizim için bu yolda erkeklerle yürümek çok önemli. Hep birlikte mücadele ettiğimiz sürece sonuca ulaşacağımızı ümit ediyorum. Burada, birbirinden çok farklı hayat hikâyeleri olan, hikâyeleriyle ilham veren üç konuk var. Sözü onlara bırakmak istiyorum” diyerek mikrofonu, tiyatrocu Betül Arım’a devretti. “Kaybedenler, vazgeçenler; kazananlar ise vazgeçmeyenlerdir.” Betül Arım, Türkiyeli çoğu kadın gibi geçmişinde şiddet mağduru olduğunu dile getirerek konuyla ilgili hayatından örnekler verdi. Arım, “Bizim hüzünlü bir yalnızlığımız, bir kırgınlığımız ve yarım kalmışlıklarımız var ama ‘ah’larla ‘vah’larla uğraşmadan, elimizden geleni yapıp yola devam etmeliyiz. Hayatta ilk tökezleyişim, hatta düşüşüm; 12 yaşındayken babamın şiddeti ve baskısı yüzünden intihar girişiminde bulunmam oldu. Birinci evliliğimi yaptığımda, yine şiddet gördüm ve ikinci kez düştüm ama öyle güzel ayağa kalkmayı bildim ki, her şeyi göze alarak evliliğimi sonlandırdım. 18 yaşında bir olay yaşadım. İlk evliliğimi bitirmiştim ve çevremdeki herkes bana ‘sen boşanmış bir kadınsın, hareketlerine dikkat et; insanların gözü senin üzerinde, dedikodu yaparlar’ diyordu. Abimle yaşamaya başladım. Tiyatroda bir aylık bir eğitim vardı. Eğitim sürecinde boş vakitlerde arkadaşlarım bize geliyordu. O sıralarda bana birkaç evlilik teklifi geldi fakat reddettim. Bunun üzerine, kütüphanede çalışan bir arkadaşım bana ‘sen bir sürü kişiyle birlikte olmuşsun, herkes senin hakkında konuşuyor. Herkese mavi boncuk dağıtıyormuşsun’ dedi. Bunu duyduktan sonra ağlayarak eve gittim. Abime tiyatroyu bırakmak istediğimi söyledim. Abim çok aydın birisiydi. Bana, ‘bu ülke böyle; sen devlet memuru da olsan, öğretmen de olsan bunları yaşayabilirsin. Yoluna devam et’ dedi. Ben o gün şunu anladım; başkalarının benim hakkımda ne söylediği değil, benim kendi hakkımda ne düşündüğüm önemli. O günden sonra insanların sözleri bir kulağımdan girdi, diğer kulağımdan çıktı. Kendinizi sevdiğinizde, kendinize güvendiğinizde, ‘kendiniz’ olma yolculuğuna çıktığınızda, inanın ki sonunda siz kazanırsınız. Kendimiz olmaktan vazgeçmeyelim. Her konuda direnelim. Kaybedenler, vazgeçenler; kazananlar ise vazgeçmeyenlerdir” dedi. “Özel olan, politiktir” Kadın mücadelesinin tarihi ve feminist düşünce sürecini aktaran Akademisyen Funda Şenol Cantek, “Kadınların eşitlik ve hak mücadeleleri; Osmanlı’nın son döneminde, Fatma Aliye’yle, Emine Semiha’yla, Afife Jale’yle ve alanında öncü birçok kadının adımlarıyla alevlenmiştir. O dönemin kadınları, ‘birinci dalga feminizm’in etkisiyle; erkeklerle eşit ücret almak, oy hakkına sahip olmak, herhangi bir konuda söz sahibi olabilmek için kamusal alanda hak arayışına girmişlerdir. Şiddet; her zaman, kadına boyun eğdirmek, itaat ettirmek üzere uygulanmıştır. Fiziksel şiddetin yanında, ‘flört şiddeti’, ‘ev içi şiddet’ gibi farklı şiddet türlerinin konuşulur olması, 1980’lerin başında ‘ikinci dalga feminizm’ ile gündeme girmiştir. Eskiden konuşulması ayıp görülen ‘aile içi şiddet’ gibi konuların açıkça konuşulabilmesi, ‘Özel olan politiktir’ sloganıyla mümkün olmuştur. 80’li yıllarda, 12 Eylül darbesinin yarattığı baskıcı ortamda, bütün muhalif fikirler sindirilmişken kadın hareketi kendisine bir mecra buldu. Hareket, o dönem iktidar sahipleri tarafından ciddiye alınmadığı için kadınlar, serbestçe hareket edebildiler. Bugünkü kadın hareketinin en güçlü yapısı, o dönemde inşa edilmiş oldu. ‘Özel olan politiktir’ sloganı; kapalı kapılar ardında, ev içinde, aile arasında yaşanan birtakım sorunların görünür olması gerektiği anlamına gelir. Bu sloganla ‘karı koca arasına girilmez’ görüşü kırıldı. Yani duygusal ilişkilerde, cinsel ilişkilerde yaşanan çatışmanın konuşulur olması ve çözüm üretilmesi, kadın dayanışması adına büyük bir yol kat edilmesini sağladı” dedi. “Şiddet; erkek tahakkümünü teşvik eden, ödüllendiren, cezasızlıkla taçlandıran sistemin sorunudur.” Cantek devamla, kadınlara yönelik şiddetin, ataerkil sistemle ilgili olduğunu dile getirdi. Konuyla ilgili, “Hacettepe Üniversitesi’nde kurulan Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün araştırmaları ile her yıl, Türkiye’nin her yerinden şiddet verileri toplanıyor. Ulaşılan sonuçlar doğrultusunda; ‘pedofili’ dediğimiz, ‘sapık’ dediğimiz, ‘bağımlı’ dediğimiz, şiddet uygulayan erkeklerin hepsinin genel sorununun; sistem sorunu olduğunu görüyoruz. Yani erkek tahakkümünü teşvik eden, hatta ödüllendiren; cezasızlıkla taçlandıran sistemin sorunu. Her ideoloji, her iktidar, her cemaat; bu eril sistemin değirmenine su taşıyacak şeyler yapıyor. ‘Genel ahlak’ dediğimiz şey, aslında bütün ideolojileri kesen ortak noktadır. Hayvan nefreti, eşcinsellik nefreti gibi birçok nefret türü, dinle, ahlakla; sınıfla, kültürle ilintili. Erkek şiddeti; hastalıktan, kişilik bozukluğundan, anormallikten, madde kullanımından bağımsız biçimde, ataerkil sistemin sorunudur. Erkeklerin ayırıcılıklarından vazgeçmeme inadı da ‘erkek kardeşler birliği’ olarak, çok güçlü olmalarının getirdiği bir sorundur. Bazı kadınlar da maalesef bu ‘erkek kardeşler birliği’ni güçlendirecek tavırlar içerisindeler. Bu anlamda, kadın dayanışması çok kritik. Kadına yönelik şiddeti de toplumsal cinsiyet temelli şiddeti önleyebilmek için dayanışmak zorundayız. Erkeklerle de dayanışmak zorundayız, birbirimizle de dayanışmak zorundayız. Bu başarılabilirse, konuyla ilgili birçok yasa çıkarılabileceğini, çözüm üretilebileceğini düşünüyorum” sözlerini aktardı. Altun, “Bir hâkimin, davada ‘kızını dövmeyen dizini döver’ dediğine şahit oldum.” Şiddetle mücadelenin hukuksal boyutunu ele alan Feyza Altun, “Yargı konusunda, ‘çocuk hâkim’ problemimiz olduğunu düşünüyorum. Son zamanlarda davalarda çok genç insanlar görüyoruz. Tabii ki içlerinde işini çok güzel yapanlar da var. Türkiye’de genel olarak liyakat konusunda yaşanan problemler, yargı kolunda çok büyük sorunlara yol açıyor. Sınavdan 95-98 puan alan hukukçuyu mülakatta eleyerek 35-40 alan kişilere yetki verdikleri için ortaya anormal kararlar çıkıyor. Boşanma dosyalarında veya kadının şiddet gördüğü dosyalarda kadınlara antipati ile yaklaşılabiliyor. Bir hâkimin, davada ‘kızını dövmeyen dizini döver’ dediğine şahit oldum. Günümüzde caydırıcı olan bir mecra ise sosyal medya. Bu konuda çalışma yapan derneklerin, kadınların, vakıfların her birinin bir sosyal medya sayfası var ve bilgilendirici paylaşımlar yapıyorlar. İnsanlar artık nasıl bilgi sahibi olacakları konusunda gelişiyorlar ve internet sayesinde çoğu bilgiye çok kolay ulaşıyorlar. Sosyal medyadan herkes çekiniyor. Tabiri caizse, orada bir mahkeme kuruluyor. Sosyal medyada tepki gösterdiğimiz çoğu konuda genellikle haklı oluyoruz ama hukukî olarak bir dava dosyası içinde karşı tarafın da kendini savunma hakkı var. Davalarda sanığın yaptığı savunmaya değil avukatının yaptığı savunmaya bakılır. Maalesef hâlâ dosyalarda yanlış savunmalar görüyoruz. Hukukçuların arasında da eril zihniyete sahip insanların olduğunu çok kez gördüm. Bir kadına hakaret ediliyor ve avukatı ‘şaka yapmıştır’ diyebiliyor. Avukat olarak makul savunmalar yapmamız gerekiyor” dedi. “Kimse ‘cefakâr, vefakâr, şiddete boyun eğen kadın’ olmak istemiyor” Kadınların gün geçtikçe bilinçlendiğini, şiddete boyun eğmeyerek şikâyette bulunduklarını ve bu sayede vakaların daha görünür hale geldiğini dile getiren Altun, “Bir araştırmaya göre, kadın cinayetlerinin en fazla olduğu bölge şaşırtıcı bir şekilde Ege’dir. Oradaki kadınlar eşlerinden ayrılmak istediklerini dile getirebildikleri için bu istatistikler ortaya çıkıyor. Başkaldırıp şikâyette bulundukları için, kocalarını istemediklerini söylemeye cesaret edebildikleri için bu istatistikler ortaya çıkıyor. Şiddet arttı ama aynı zamanda daha görünür hale de geldi. Kadınlar haklarını biliyorlar, daha fazla şikâyette bulunuyorlar. ‘Evlilik’ kavramı değişti. Artık kimse cefakâr, vefakâr, şiddete boyun eğen kadın olmak istemiyor” sözlerini aktardı. Altun devamla, şiddet sorunun çözülmesi için Türkiye’de bazı değişimler yaşanması gerektiğini dile getirdi ve çözüm önerileri sundu. Konuyla ilgili olarak “İktidar değişmeli, yönetim sistemi değişmeli, parlamenter sistem gelmeli. Kuvvetler ayrılığı ile gerçekten bağımsız yargı kurulmalı. Devletin tüm denetim mekanizmaları çalışmalı. Torpil, kayırma devri bitmeli, liyakat esas olmalı. Herkes, kendi eğitimi ve liyakati doğrultusunda olması gerektiği yerde olmalı” dedi. Altun’un konuşmasının ardından söz alan Özlem Gürses, kadınların sınıflandırılmasından ve nesneleştirilmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Kadınların, hiçbir yere ait olması gerekmediğini, yalnızca bir birey olarak görülmeleri gerektiğini ifade eden Gürses, “Kadın, bugüne kadar ‘Anadolu kadını’ oldu, ‘cumhuriyet kadını’ oldu, ‘türbanlı bacımız’ oldu, ‘çiçek’ oldu. Yalnızca bir kadın olarak, birey olarak görülemedi. Bu sıfatlar da birer baskı aracıdır. Belli bir prototip var, onun dışında hareket edemiyoruz. Cumhuriyet kadını olduk, Anadolu kadını olduk, çiçek olduk ama bir türlü kadın olamadık. Bu, kadının ‘şey’leştirilmesi meselesidir. Bu zihniyeti değiştiremediğimiz sürece hiçbir şeyi değiştiremeyeceğiz gibi görünüyor” dedi. “ETÖ” (El âlem Terör Örgütü) Gürses devamla, toplum baskısını ifade etmek için kullandığı “ETÖ” (El alem Terör Örgütü) kavramından söz ederek herkesi ETÖ ile mücadeleye davet etti. “İnsanlar FETÖ’yü (Fethullahçı Terör Örgütü) konuşuyor ama benim ‘ETÖ’ dediğim bir şey var. Bu ülkedeki kadınları, genç insanları terörize eden bir terör örgütü bu. Yani, ‘El âlem Terör Örgütü’. Bu insanların kim olduğunu bilmiyoruz. Hakkımızda sürekli konuşuyorlar ama ne konuşuyorlar bilmiyoruz. ETÖ’nün üstesinden gelmek için hep birlikte mücadele etmeliyiz. Kadınları eve kapatan, eğitimsiz bırakan bir toplum; demokrasiyi bulamaz, eşitliği bulamaz, aşkı da mutluluğu da bulamaz. Üzerimize gri bir beton dökülmüş gibi. Bunun sebebi tabii ki ekonomik sorunlar, siyasi baskılar ama temel sebebi ‘kadınsızlık’. Hayatımızda kadının kahkahası yok, rengi, ışığı yok; enerjisi, cesareti yok. Oysa başka türlü bir aşk mümkün, başka türlü bir sevgili; aile, evlilik mümkün. Bunu fark edebileceğimizi ve başarabileceğimizi düşünüyorum. Sermayenin, kapitalin, emek sömürüsünün küreselleşmesinden yana değilim ama aşkın, sevginin; sanatın, mutluluğun küreselleşmesinden yanayım. Bunların arasındaki sınırlar ne kadar azalırsa o kadar mutlu bir dünya olacağını düşünüyorum” sözlerini aktaran Gürses, son olarak sözü Betül Arım’a verdi. “Çocuklar, donmamış bir beton gibidir. Üzerine ne düşerse iz bırakır” Şiddetin olmadığı bir dünya var etmek için insan yetiştirmenin ne kadar önemli olduğunu vurgulayan Arım, “Çocuklar, donmamış bir beton gibidir. Üzerine ne düşerse iz bırakır. Bu nedenle çocuklarımızı söylemlerimizle, davranış ve düşüncelerimizle, biz yaratırız. Dünyada görmek istediğimiz bireyler yetiştirebilmek için, çocuklara basit ama etkili cümleler söylememiz gerekiyor. Bunlar: ‘Sana inanıyorum. Sana güveniyorum. Seni seviyorum, ihtiyacın olduğu zaman yanındayım. Eğer istersen yapamayacağın, başaramayacağın hiçbir şey yok. Oku, araştır, merak et; dene, yanıl, düş, kalk, hayal kur. Yaratılmış her şeyle akraba olduğumuzu ve hepimizin arasında görünmez ipler olduğunu bil' gibi cümlelerdir. Çocuklarımıza, basitliğin ve sadeliğin ne kadar değerli ve önemli olduğunu söylemeliyiz. Cinselliğini keşfetmesini, bunu korku ve utançla değil; aşkla, neşeyle, sevgiyle yaşaması gerektiğini; dedikodunun insanı kırdığını, yaraladığını söylemeliyiz. Yaşam el kitabının başına ‘saygı, sevgi adalet, özgürlük’ yazmalıyız. Anita Roddick’in bir sözüyle noktayı koyabiliriz. ‘Bir fark yaratmak için çok küçük olduğunu düşünüyorsan, bir sivrisinekle hiç yatağa girmemişsin demektir."