Yapımcı, radyo ve televizyon sunucusu Erhan Konuk, Türkiye’nin en uzun soluklu video klip programı “Pop Saati”ni 25 yıl boyunca hazırlayıp sundu. 1987 yılında başladığı meslek hayatını 37 yıldır sürdüren ve aynı zamanda üniversitedeki genç meslektaş adaylarına bilgi ve deneyimlerini aktaran Konuk, röportajımızın ikinci kısmında da gelişen teknolojiyle birlikte, radyoculuğun nasıl evrildiğini ve olası senaryoları anlattı. Konuk, çok sevdiği Ankara’nın da âdeta bir okul işlevi görerek, Türkiye’de ve dünyada iz bırakan birçok sanat, düşün ve bilim insanını yetiştirdiğini söyledi
SULTAN YAVUZ/ANKARA - Ankara Polis Radyosu’nda başladığı meslek hayatını, TRT Ankara Radyosu’nda devam ettiren, 1987 yılında önce “Tele Pop”, “Pop Vizyon” sonra “Pop Saati” adlı programlarıyla televizyonda da sürdüren ve bu iki kitle iletişim aracıyla Türkiye’deki pek çok kişiyi yabancı müzik klipleriyle tanıştırarak, müzik sektörü için âdeta atölye çalışması yapan Erhan Konuk ile röportajımız devam ediyor… Ağırlıklı olarak, radyo ve radyoculuğun bugününü ve gelecekte olası hâllerini konuştuğumuz Konuk, “Karasal yayın, gelişen teknolojiyle birlikte sona erecek mi?” sorusuna, hem televizyon hem de radyo yayını için, “En ücra köşelere kadar internet bağlantısı sağlamadığınız takdirde hayır, ikisi de karasal yayın yapmayı sürdüreceklerdir” yanıtını veriyor. İnternet üzerinden yapılan yayınların en yenilerinden olan “Podcast”in de diğer dijital yayınlar gibi tehlike ya da olumsuz özellikler taşıyabileceğine değinen Konuk, “Artık sosyal medya üzerinden ya da podcast yoluyla yayın yapabilirsiniz ama istediğiniz her iletiyi yazamaz ya da her şeyi yayınlayamazsınız. Bunu yaparsanız, bu bilişim suçu olur ve istediğim her şeyi sosyal medyadan söylerim devri kapandı. O nedenle podcast yayın yaparken de dikkat etmeniz gerekir. Mesela TRT denetiminden herkes yakınırdı ama şimdi ‘İyi ki varmış’ deniyor. Neden? Çünkü bir değil, iki çift göz görüyor yapılanı. Yapımcının kendi sorumluluğu zaten vardır ancak sizin gözünüzden kaçan bir cümle, yanlış anlaşılabilecek bir ifade, başka gözler tarafından görülebilir ve bu denetim sayesinde çok daha nitelikli ve sağlıklı programları hayata geçirebilirsiniz. Tıpkı tıbbi konulardaki heyet raporu gibi, bu işte de hayati olabilecek durumlar var. Podcast kişisel bir yayıncılıktır ve radyoculuk da, teknolojinin ilerlemesiyle göreceğimiz ama şu an tahmin edemeyeceğimiz bir yolculuğun içinde...” diyor. “Radyonun nereye evrileceğinin ucu çok açık” Radyo ve radyoculuğun insanların hayâl gücüyle doğru orantılı olduğunu belirten Konuk, cep telefonlarının bugünkü hâle gelmesini önceden tahmin edemediğimizi, üç yıl sonra telefonların ya da dizüstü bilgisayarların nasıl biçimleneceğini öngöremeyeceğimizi ifade ediyor. Gelişen teknolojiyle birlikte, teknolojik araçların fiyatlarının düşerek yaygınlık kazandığını dile getiren Konuk, “Radyonun nereye evrileceğinin ucu çok açık” diyerek şunları söylüyor: “2000 yılında Kanada’ya gittim ve oradaki bir yayın kuruluşundan içeri girerken, biri kayıt yapıyordu. Hayat her yerde olduğu için biz programda konuşurken pencerede kuş da ötebilir, telefon da çalabilir, dışarıdan siren sesi de gelebilir, bunları kesemem çünkü canlı, hayatın kendisi…demişti Kanadalı televizyoncu meslektaşım. Fakat Kanada’da bunu görünce biraz garipsemiştik, bir de baktık ki bir kaç yıl sonra Türkiye’deki haber merkezlerinde de, yayın esnasında spikerin arkasından geçenler, elinde kahveyle işini yapanlar görünüyor… Biz göstermediğimiz zaman çay, kahve içilmiyor mu orada? Ya da teknik servisten yardım alınmıyor mu? Yayıncılık biraz buna doğru kayıyor. Öte yandan insanlar artık cep telefonlarıyla, o markaya değer kazandırmak için film de çekebiliyor ve o cep telefonunun daha fazla satmasına neden oluyor. Teknoloji ilerledikçe insanlar gerçek anlamda bunun sonunun olmadığını biliyorlar. Bir salgın sürecinin içindeyiz, dünyada hayatını kaybedenlerin sayısı 1 milyonu geçti. Fakat bununla uğraşırken, hayat devam ediyor ve bilim insanları araştırma yapıyor, toplum üzerindeki etkilerini sosyologlar, insan üzerindeki tahribatını da psikolog ve psikiyatristler araştırıyor. Hayat durmuyor, o yüzden radyo ve televizyonun da ucu açık. Belki bir gün uçaktan yayın yapılacak ya da açık hava stüdyoları kurulacak. Bunları görürsek de şaşırmayacağız… “1990’lı yıllarla birlikte, bilgisayarın da işin içine girmesiyle medya alanı değerlendi” Konuk, müzik zevkini sorduğumda, her türlü müziği dinlediğini ve iyi bir radyo dinleyicisi olduğunu söylüyor. 2005 yılından bu yana üniversitede hocalık yaptığını ve genç meslektaş adaylarını yetiştirmek için çalıştığını da ifade eden Konuk, iletişim fakültesindeki öğrencilerin pratik yapmalarının önemine işaret ederek, kendisinin anlattığı teoriyi, radyo ve televizyon stüdyosu gezileriyle tamamladığını belirtiyor. Sayısal bir bölümden mezun olarak, alaylı bir şekilde meslekte piştiğini kaydeden Konuk, “Türk sinemasında tiyatrodan gelen alaylı oyuncular Adile Naşit ve Münir Özkul belki hiç başrolde yar almadılar ama bir çok başrol oyuncasından daha çok ilgi gördükleri ve sevildiklerini inkar edemeyiz. Tabii ki okulu her zaman öneririm ama her şey demek değil. Yani eğitim alsanız dahi, çalışmaya, çok çalışmaya mecbursunuz. Ben belli bir yaştan sonra iletişim bilimlerinde yüksek lisans yaparak mesleğimi taçlandırdım. Şimdi de doktora yapıyorum, tez aşamasındayım. Bunu neden söylüyorum? Çünkü radyoculuğa yönlendirilmeyen öğrencileri, ben yönlendiriyorum. Bilgi paylaşıldıkça değerlidir, sadece teorik bilgiyle olmaz. Saha çalışması gerekir, öğrenci sinema setini ziyaret etmeden, tozunu yutmadan televizyon ve sinema bölümünden mezun oluyorsa, olmaz. Bu konuda inisiyatif aldığımı ve elimi taşın altına koyduğumu söyleyebilirim. Sanırım o nedenle de hemen her gün bir öğrencim telefon ediyor, ya hal hatır sormak ya referans mektubu istemek ya da görüşmek için… 37 yıldır bu işin içindeyim, eskiden hiç rağbet görmezdi ama 1990’lı yıllarla birlikte bilgisayarın da işin içine girmesiyle medya alanı değerlendi” diye anlatıyor.