Giray Ürey - Kovid-19 vaka ve ölüm sayılarının artış gösterdiği Türkiye’de, salgının gölgesinde devam eden yüz yüze eğitimde tartışmalar sürüyor. Eğitim-İş Sendikası Yönetim Kurulu Üyesi Yıldırım, MEB’in okulların salgında en güvenli ortam olduğu imajını korumak için çok da somut verilere dayanmayan, bilimsel olmayan açıklamalar yaptığını belirtip eğitim konusunda hükümetin yanlış politikalarını kınadı. Sınıflardaki öğrenci sayısının azaltılmaması durumunda yayılmanın azaltılamayacağına işaret eden Yıldırım, yüz yüze eğitimden yana olduklarını vurguladı. Yıldırım, eğitimin parayla ölçülebilecek bir değer olmadığının altını çizip eğitimde önümüzdeki yıllarda ciddi sorunlar yaşayacağı uyarısında bulundu. Kovid-19 salgını nedeniyle bir buçuk yıl aranın ardından okullarda yeniden yüz yüze eğitime geçildi. Okullar, yeni eğitim-öğretim yılında bir ayı geride bırakırken Milli Eğitim Bakanı (MEB) Mahmut Özer’in yaptığı açıklamalar, tartışmaları beraberinde getirdi. 6 Eylül’de, 81 ildeki 57 bin 108 okulda yüz yüze eğitime başlandığını duyuran Bakan Özer, bu okullarda 850 bin dersliğin bulunduğunu bildirdi. Bakan Özer, yaklaşık bir hafta sonra ise, 850 bin derslikten 198’sinde vaka ve yakın temas nedeniyle yüz yüze eğitime ara verildiğini belirtti. Ayrıca uzun zamandır tartışılan öğrencilere PCR testi uygulaması hakkında da bilgi veren Bakan Özer, “Öğrencilerle ilgili ne aşı ne PCR zorunluluğu var” açıklaması yaptı. Bu açıklama üzerine özellikle öğrenci velilerinin kafası oldukça karıştı. Bazı veliler, okullarda öğrencilere de PCR testinin zorunlu olması gerektiğini savunurken bazı veliler ise çocuklarına asla aşı ve PCR testi yaptırmayacağını dile getiriyor. Kovid-19 vaka ve ölüm sayılarının artış gösterdiği bugünlerde, yüz yüze eğitimle birlikte gündeme gelen sıkıntılar, tartışılmaya devam ediyor. 24 Saat Gazetesi olarak Eğitim-İş Sendikası Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Orhan Yıldırım ile Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in açıklamalarına yönelik görüş ve eleştirilerini konuştuk. Bakan Özer’in sürekli “her şey yolundaymış” gibi açıklama yaptığına işaret edip eleştiren Eğitim-İş Sendikası Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Yıldırım, şu değerlendirmede bulundu: “Bakanın açıklamalarını kamuoyunu ikna etme açısından şu aşamaya kadar uygun bulabiliriz. Yani insanların yüz yüze eğitimi cazip kılmaya yönelik ya da ailelerin tedirgin olmaması yönünde başlangıçta ‘Yüz yüze eğitime biz hazırız’ söylemleri anlamlıydı. Ama artık MEB’in bu söylemi sürdürmesinden ziyade şu an yaşanan gerçeklikler üzerinden kamuoyunu bilgilendirici açıklamalarda bulunmasının faydalı olacağını düşünüyorum. Çünkü kamuoyu, doğru, inandırıcı ve gerçek zamanlı bilgilendirmeler bekliyor. Bu nedenle Millî Eğitim Bakanlığının hâlâ Ağustos ayında yaptığı açıklamaların benzerlerini yapmaktan vazgeçmesi gerekiyor. Bakanın duyurduğu 198 sınıfın Kovid-19 vaka ve temas sebebiyle diğer sınıflardan ayrı tutulduğu söyleniyor ancak bu sınıflar ne zaman ayrıldı? Hastalık, diğer sınıflardaki öğrencilere de yayılmadı mı? Bu öğrencilere test yapılıyor mu? Kamuoyu ya da MEB, bu kişilerin kendilerinin hastaneye gidip rapor almasıyla mı Kovid-19’lu hasta sayısını öğrenecek?” Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kamuoyu, hâlâ tedirgin bir şekilde süreci takip ediyor. Çünkü 20 sınıflı bir okulda, her sınıfta birer çocuk Kovid-19 hastası olsa bile yani, bir okulda 20 çocukta vaka görülse dahi sınıflar kapatılmıyor. Bir sınıfta ikiden fazla çocuk, Kovid-19’lu çıktığı andan itibaren karantina koşulları uygulanıyor ve bu durumun da somut tespiti yapılmıyor. Sonuç olarak bir sınıfta PCR testi yapmadığınız sürece kaç kişinin pozitif olduğunu bilmeniz mümkün değil. Sahada yapılan test sayısı kesinlikle yetersiz. Rastgele, kendilerine göre bir şey yapmaya çalışıyorlar. Okullardaki 18 milyon öğrenci ve 1 milyon eğitimciyi düşündüğünüzde yaklaşık 20 milyon kişi, fiili olarak her gün okulda, serviste, otobüste, metroda ve evlerinde bir sirkülasyon gerçekleştirip farklı insan grubuyla temas halinde. Bu nedenle MEB’in, normal şartlarda okullardaki Kovid-19 vakalarını tespit edebilmesi için, takip ettiğimiz bilim insanlarının yaptığı açıklamalara göre, Türkiye’nin farklı okul ve sınıflarında günde 1 milyon test yapması lazım. Bakın 20’de 1’den bahsediyorum. Yani yüzde 5’lik bir test sayısı yapması gerekiyor ki, belli bir oransal ve bilimsel açıklamalar yapıyor olabilsin. Peki, MEB günde kaç test yapıldığını biliyor mu? Hayır. 198 sınıfın sadece sayısını veriyor. Bu sınıflarda vaka görüldüğü bakanlığın test yapması sonucu mu tespit edildi yoksa hasta olanlar hastaneye gidip pozitif olduklarını mı öğrendiler? Bize göre kişiler, kendilerinde belli belirtiler görünce hastaneye gittiklerinde bu tespitler yapıldı. MEB’in herhangi bir PCR testi yaparak virüs taşıyan öğrencileri tespit edebileceğini düşünmüyorum. Okullarda bilime dayalı değil, tesadüfe bağlı karantina uygulanıyor. Ne yazık ki kış aylarına girdiğimiz ve kapalı mekânlarda insanların daha fazla vakit geçireceği bu dönemde, Millî Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı, okullarda bahsettiğimiz yeterli sayıda test yaptırmazsa Kovid-19 vakaları ve kayıplarımızın artacağı aşikâr. Türkiye’de yeterli test yapılmamasını, Millî Eğitim ve Sağlık bakanlıklarının, Kovid-19 ile ilgili gelişmiş ülkelerde gerçekleştirilen ‘Ne kadar çok test o kadar doğru tespit’ uygulamasını hayata geçirememelerinin esas sebebi olduğunu söyleyebiliriz.” Gerçek veriler açıklanmadığı için veliler endişeli… Sağlık Bakanlığı’nın şeffaf politika uygulamaması nedeniyle velilerin okullarda salgın ile ilgili endişeli olduğunun altını çizen Yıldırım, bu konudaki görüşlerini şöyle dile getirdi: “Ne yazık ki bir buçuk yılı geçmesine rağmen Sağlık Bakanlığı, şu ana kadar Türkiye’de, yaş dilimine göre sınıflandırılmış öğrenci ya da sivil vatandaşlarımızda kaç kişide virüs tespit edildiği ya da hastaneye yatış, vefat oranları bilgisini kamuoyu ile paylaşmıyor. Tabii bu bilgiler Sağlık Bakanlığı’nda mevcut. Peki, ‘Neden paylaşmıyor?’ diye soracak olursanız, bu verileri şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşsa yalan bilgi verdiği ortaya çıkacak. Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization- WHO) de Türkiye’nin gerçek bilgileri paylaşmadığını söylüyor. Sağlık Bakanlığı gerçek verileri açıklamadığı sürece ne yazık ki her gün Türkiye’nin Kovid-19 ile mücadelesinde eksiler yaşanmaya devam edilecektir. Sağlık Bakanlığı’nın kamuoyuna verdiği bu gerçek dışı verileri, Cumhurbaşkanlığından bağımsız paylaştığı gibi bir durumu söz konusu olamaz. Turizm sezonu boyunca, yani Kasım ayına kadar ‘Herhangi bir şey yok, her şey kontrolümüz altında’ gibi açıklamaların hükümet cephesinden devam edeceğini, Kasımdan yani turizm sezonu bittiğinde, bakanlığın daha gerçekçi yaklaşımlara döneceğini düşünüyoruz Eğitim-İş sendikası olarak. Bu konuda da hükümetin yanlış politikalarını kınıyoruz.” Yıldırım, “Milli Eğitim Bakanı Özer, Kovid-19’un okul içi ortamdan kaynaklanmadığını, okulların Kovid-19 salgınında en güvenli ortam olduğunu dile getirdi. Siz ne düşünüyorsunuz?” sorumuza ise şu yanıtı verdi: “Bulaş riskinin okul dışı ortamda daha fazla olduğunu dile getirmesinin sebebinin, yine okulların yüz yüze eğitimde en güvenli yer olduğu imajını desteklemeye yönelik olduğunu düşünüyoruz. Öğrencilerin büyük bir kısmının ilkokul ve okul öncesi dönemde olduğunu, okula servisle gelip gittiğini, servis şoförünün de PCR testi yaptırmasının zorunlu olduğunu düşünürsek ‘Çocuklar Kovid-19’u ailelerinden okula getiriyor’ demek istiyor Milli Eğitim Bakanı. Çünkü o yaştaki çocukların, yaşları itibariyle kafelere gitmesi veya herhangi bir sosyal ortama girmesi mümkün değil, söz konusu olamaz. Çocuk, evden okula, okuldan eve gidiyor direkt. Dolayısıyla bu durumda Milli Eğitim Bakanı velileri suçluyor. ‘Çocuklarımız, anne babası hastalık kapınca diğer çocuklara bulaştırıyor’ demek istiyor. Milli Eğitim Bakanı Özer’in bu açıklaması gerçekçi değil. Velilerin bu salgında ‘tek kabahatli’ olduğu yönündeki yaklaşımların Türkiye gerçeği ile örtüşmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. O zaman biz bakandan şunu cevaplamasını bekliyoruz: Okulda çocuğu olan yani okula çocuğunu gönderen velilerin kaçta kaçı aşılı? Bu açıklamayı yapsın ki biz de Bakan Özer’in açıklamasının gerçeklerle ne kadar örtüşüp örtüşmediği ile ilgili yorum yapalım. Mesela MEB, ‘18 milyon çocuğumuz, 25 milyon da velimiz var. Velilerimizin şu kadarı aşılı, şu kadarı aşısız’ gibi bir açıklama yapsa biz de diyeceğiz ki, ‘Evet ciddi oranda aşısız veli var bu da hastalığın bulaşmasında etkili olabilir.’ Velhasıl bu tespitler ortaya konmadan yapılan açıklamaların sadece okulların salgında en güvenli ortam olduğu imajını korumak için yapılan çok da somut verilere dayanmayan, bilimsel olmayan açıklamalar olarak görüyorum.” Öğrenci sayısı azaltılmazsa yayılmayı azaltma ya da bitirme mümkün değil “Yeni Millî Eğitim Bakanı da diğerlerinden farklı değil. Sonuçta Bakan Özer, eski bakan Ziya Selçuk’un bürokratlarından biriydi” diyen Yıldırım, sınıflardaki öğrenci sayısının fazla olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi: “Açıkçası Mahmut Özer’in de çok farklı bir yaklaşımda olduğunu söyleyemem. Yüz yüze eğitime geçilmesi Cumhurbaşkanlığının almış olduğu bir karar sadece. Eğer bundan sonra okullar açık kalacaksa bile bu, Millî Eğitim Bakanlığı’nın bu konuda duruşuyla ilgili değil, aşılamanın bugün oransal olarak geçen seneye kıyasla çok yüksek oranlara ulaşmış olmasıyla alakalı. Biliyorsunuz aşı, geçen yıl Aralık sonunda geliştirildi ve Mayıs, Haziran’da aşılanma başladı. Şimdi aşılamada belli bir orana geldi Türkiye. Bu sebepten okulları açık tutmaya çalışabilirler. Ama biz hâlâ Türkiye’deki aşılanma oranının yüksek olmadığını düşünüyoruz. Aşılama oranı bizden çok daha yüksek olan, ciddi aşılama oranına ulaşan bazı Avrupa ülkeleri ile İsrail ve Amerika’da, aşılıların dahi yeni varyantlarla çok ciddi mücadele edemediğini, ölüm oranları ve bulaş oranlarının yeniden geçen yılın seviyelerine ulaştığını görüyoruz. Bizde de aynı durumların yaşanabileceğine ve dolayısıyla yeniden önlemler alınması gerektiğine inanıyoruz. Ne yazık ki Türkiye’de hâlâ sınıflarda öğrenci sayıları azaltılamadı. Yeni öğretmenler atanamadığı için sınıflar bölünemedi. Geçen sürede yeni sınıflar, derslikler yaptırılamadı. Hâlâ bazı okullarımızda, 40’tan fazla öğrenci mevcudu bulunan sınıflar var. Sınıflarda öğrenci sayısı azaltılmadığı sürece, yayılmayı azaltmanız ya da bitirmeniz mümkün değil, gerçek bu.” Eğitim, parayla ölçülemeyecek bir değer Eğitim-İş Sendikası olarak yüz yüze eğitimden yana olduklarını vurgulayan Yıldırım, sözlerini hükümetin yanlış politikalarına yönelik eleştiri ve uyarılarda bulunarak şöyle bitirdi: “Sınıflardaki öğrenci sayısının 15 ile 20’yi geçmeyecek şekilde ayarlanmasından yanayız. Öğretmen eksikliği nedeniyle sınıfların bölünemediği, çocukların salgın döneminde eğitimde geri kaldığı ve yüz yüze eğitimin riskli olduğu bu dönemde, hâlâ Hazine ve Maliye Bakanı’nın onayı gözetilerek öğretmen atamasının yapılmasının ne kadar büyük bir hata olduğunu biz kamuoyunda vurgulamaya devam edeceğiz. Çünkü çocuklarımızın eğitimi, parayla ölçülebilecek bir değer, eşya değildir. Eşyayı yenileyebilir veya değiştirebilirsiniz ancak çocuklarımızın bu yaş diliminde kaybettiği yılı, eğitimde kazanım eksikliğini daha sonraki yıllarda telafi etme şansınız sıfırdır. Bu gerçekten hareketle, Türkiye’de öğrenim hayatında olan çocuklarımızın önümüzdeki 2-3 yıl içerisinde ciddi sorunlar yaşayacağını söylemek yanlış olmaz.”