Özellikle yaşlılıkla birlikte görülen, dizdeki eklem sıvısının bozularak, kıkırdağın aşınmasına neden olan ve halk arasında “diz sıvısı kaybı” olarak anılan hastalık, genç yaşlarda ise travmaya bağlı olarak meydana gelebiliyor. Özel Memorial Ankara Hastanesi’nden Prof. Dr. Hakan Özsoy, diz sıvısı kaybı hastalığı, nedenleri, tedavi yöntemeleri ve hastalığı önleme yolları hakkında 24 Saat gazetesine bilgi verdi. Özsoy, hastalığın genetik faktörlü olduğuna da dikkat çekerek, sigara alışkanlığının hastalığın artmasında önem taşıdığını belirtti
SULTAN YAVUZ/ANKARA - Halk arasında “diz sıvısı kaybı” olarak bilinen ve dizdeki eklem sıvısının bozularak, kıkırdağın aşınmasına neden olarak ağrıya ve hareket kaybına yol açan hastalık, özellikle ilerleyen yaşlarda yaşam kalitesini olumsuz yönde etkiliyor. Özel Memorial Ankara Hastanesi’nden Prof. Dr. Hakan Özsoy, söz konusu hastalık hakkında bilgi vererek, uyarılarda bulundu. Özsoy, hastalığın dizdeki sıvıdaki kayıptan ziyade, eklemdeki aşınmayla beraber sıvının kalitesindeki bozulma olduğuna dikkat çekerek, diz ekleminin bacağın üstündeki ve altındaki kemikler olan uyluk ve kaval kemiği ile diz kapağının birbirine sürtünerek çalışan bir sistem olduğunu ve kemiklerin yüzeylerinde kıkırdak denilen kaygan bir tabaka olduğunu belirtti. Özsoy, normalde bu kaygan tabaka nedeniyle kemiklerin birbirine sürtünmesinin ağrı oluşturmadığını ancak yaşla beraber kıkırdakta kayıp olduğu için sürtünmenin arttığını ve bunun da ses çıkarmaya başlayarak ağrıya yol açtığını söyledi. Özsoy, aynı zamanda hastalığın genç yaşlarda da travma sonrası oluşabileceğinin altını çizdi. Özsoy, “Bu durum ilerledikçe, halk arasında kireçlenme denilen hastalık, eklemin iyice bozulduğu ve kıkırdağın ortadan kalkmasıyla kemiklerin birbirine sürtmesi ve kireçlenmeyi oluşturmasıdır” dedi. Özsoy, kıkırdağın da tıpkı yaş alımıyla birlikte saçların beyazlaması gibi kalitesinin bozulduğuna işaret ederek, hastalığın genetik olarak kişiye aktarıldığını vurguladı. Aşırı kilonun oynadığı role de değinen Özsoy, “Mekanik bir aşınma düşünün, aşırı kilo bu aşınmayı artırıyor” diye konuştu. Sigara içenlerde söz konusu aşınmanın daha fazla olduğunu kaydeden Özsoy, genelde 50-55 yaşlarından sonra hastalığın başladığını ifade etti. Dizde kıkırdak kaybı ve ilerleyen dönemdeki kireçlenme (kemiklerin birbirine sürtmesi) durumunda, diz bölgesinde çok ciddi bir ağrı oluştuğunu ve bu ağrı nedeniyle eklemde sertlik meydana geldiğini kaydeden Özsoy, “Hem hareket kaybı hem de eklem çevresindeki kaslarda ağrı ve güç kaybı meydana geliyor” diye konuştu. Halk arasında kaplıcaya girmenin ya da dizi deniz kumuna gömmenin şifalı olduğu savına açıklık getiren Özsoy, “Sıcaklıkla berabere eklem çevresindeki kaslar ve çevre dokudaki bağlar yumuşadığı için hastalar dizlerinde geçici de olsa bir rahatlama hissediyor. Sonuçta sıcak uygulama, bu tür kireçleme hastalarına faydalı olur. Bununla birlikte, hastalık kemiklerin yüzeyini saran kaygan kıkırdak tabakasının aşınmasıyla oluştuğu için, bu yöntemlerle hastalık iyileşmez, geçici bir rahatlama sağlanır” şeklinde ifade etti. Tedavi Yöntemi Özsoy, normal durumda herkesin eklemin de iki çay kaşığı kadar sıvı olduğunu söyleyerek, bu sıvının kıkırdakların birbirine sürtünmesini ancak ağrı oluşturmamayı sağladığını belirtti. Özsoy şunları söyledi: “Kıkırdağın kalitesinin aşınmasıyla beraber eklem sıvısına o aşınan parçalar mikroskobik boyutlarda düşer ve bu düşen parçalar da sıvıdaki kaliteyi bozar. O yüzden bu sıvının kayganlaştırıcı özelliği tamamen ortadan kalkamasa da, azalır. Halk arasında sıvı azalması denilen şey, sıvı kalitesinin bozulmasıdır. Bundan dolayı, dışarıdan eklenen bir sıvı enjeksiyonu yaptığımız zaman hastalar bir süre rahatlar. Enjekte edilen bu sıvılar normale yakın sıvılar ve kıvamlı olduklarından, eklemdeki kaygınlığı artırabiliyor. Kireçlenmenin ya da kıkırdak kaybının erken döneminde tedavi edilebildiğini ancak ilerleyen dönemde daha çok ağrıyı kesmeye yaradığını ifade eden Özsoy, tedavi yönetminin sıvı enjekte etmek olduğunu ve bunun da iki şekilde yapıldığını anlattı. Özsoy şöyle konuştu: “İlki fabrikalarda üretilen tıbbi sıvı ki, halk arasında ‘horoz ibiği’ diye bilinir. O sıvılar eklem sıvısına muadil olarak üretilir ve oldukça kıvamlıdır. Bunu enjekte ettiğimiz zaman eklemdeki kayganlığı sağlar ve ağrıyı bir miktar azaltırız. İkinci tür sıvılar ise hastanın kendi vücut sıvılarından elde edilen sıvılardır. Bunlardan biri PRP denilen ve hastanın kanından alarak elde ettiğimiz yöntem. Kanı santrifüj ediyoruz, plazma ve trombosit denilen hücrelerin kanda pıhtılaşma yaratan hücrelerle ayrıştararak ekleme enjekte ediyoruz. Trombositler, yaralanma olduğunda bunu vücuda bildiren hücrelerdir. Trombositler ve plazmayı enjekte ettiğimizde ortamdaki ağrıyı azaltıp, iyileştirmeyi artırabilir. İkincisi de kök hücre enjektelerdir. Kemik iliği ya da göbek yağından elde ettiğimiz hücreleri verdiğinizde, o bölgede iyileşmeyi sağlayabiliyoruz. Eğer hasta gençse ve dizindeki kıkırdak aşınması küçükse ya da ileri yaşlı olsa bile küçük bir kıkırdak aşınması varsa, bunun iyileşmesine yardımcı olabiliyoruz. Ama hastanın dizinde hiç kıkırdak kalmadıysa, bu yönetmeler geçici süre ağrıyı kesmeye yarar, iyileştirici olmaz.” Önleyici tedbirler Özsoy, vücudun tüm eklemlerinin zincir şeklinde birbiriyle ilişkili olduğunu ve bu nedenle dizdeki rahatsızlığın aynı zamanda bele de yük bindireceğini dile getirdi. “Eklemdeki kaygan kıkırdak aşındıkça, hareket kaybı gelişir, ileri düzeyde kişi dizini tam açamaz, uzatamaz. Hafif bükük kalır ve bükmek ya da çömelmek istediğinde de yapamaz. Örneğin namaz kılarken oturamaz ya da alaturka tuvalete oturamaz. Tedavi edilmedikçe hareket kaybı artar ve düz yolda yürürken bile ağrı meydana gelebilir” dedi. Eklem sağlığı için sağlıklı beslenmenin ve fit olmanın önemine vurgu yapan Özsoy, kilo nedeniyle dizlere fazla yük bindiğini belirtti. Yeterince sıvı almanın da elzem olduğunun altını çizen Özsoy, sigaranın kıkırdağın içinde bulunan hücreleri olumsuz etkileyerek, yeniden oluşmalarını engellediğini söyledi. Özsoy, önleyici tedaviyi şöyle sıraladı: “Spor yapmak… Yaşına göre uygun adımda adım atmak, yoga, pilates, kayak gibi sporlar yapmak yardımcı olur. Yeterli kalsiyum ve D vitamini almak da çok önemli. D vitamininin bir kısmını da besinlerden alıyoruz ama bu besinlerin etkin olması için gün ışığına ihtiyacımız var. Ne yazık ki çok güneşli bir ülkede az güneş ışığı alıyoruz. Oysa en az 25 dakika kollarımızı ve bacaklarımızı açarak güneşlenmeliyiz. Genelde cam arkasında çalışıyoruz ve camlar da ultraviyole ışınları kesiyor, güneşi sadece yaz tatillerinde bir iki hafta alabiliyoruz. Bunun yanında, tesettürlü olanlar bu konuda daha yüksek risk taşıyor. Onlar da uygun ortamda mutlaka kollarını ve bacaklarını güneşlendirmeli. Eğer her şeye rağmen D vitaminimiz düşükse, o zaman kan tahlili yaptırarak, uygun dozda takviye almalıyız. Bir de kalsiyum çok önemli, genç yaştan itibaren depolamalıyız. Biz ülke olarak çok fazla süt tüketmiyoruz ama günde üç bardak ayran, yoğurt ya da süt tüketmeliyiz. Laktoz alerjisi olanlar kalsiyumu destekleyen ilaçlardan ve besin takviyelerinden yararlanmalıdır.”