İstanbullu Ressam Ali Altın, âdeta bir belgeselci gibi resimleriyle yaşama ışık tutuyor. Son dönemlerde özellikle deniz ve balıkçıları konu edinen ressam, sandalın içindeki piknik tüpünden, kesme şekere, kayığın bağlandığı ahşap iskelelerdeki kırıklardan, yosun tutmuş iplere ve araba lastiğine kadar normal hayat seyri içinde estetik olarak çok da cazip gelmeyen ayrıntıları tuvaline aktarıyor. Kendisini realist bir ressam olarak tanımlayan Altın, yaptığı eserlerin bir yandan da belge özelliği taşıdığını ifade ediyor
SULTAN YAVUZ/ANKARA- Ali Altın, realist eserleri ile resim sanatını sadece estetik bir değer olmanın ötesine taşıyarak, günlük hayatı tasvir ediyor. ArtAnkara’da ilk kez resimlerini gördüğüm Altın, Türkiye’nin değişik yerlerindeki kayıkları ve balıkçı iskelelerini sanki yanından geçiyormuşsunuz gibi bir gerçeklikle resmediyordu. Özellikle son dönem yoğunlaştığı bu konu, İstanbul’un artık olmayan kimi balıkçı barınaklarından Ayvalık’a kadar uzanıyor aslında… 1960 yılında İstanbul’da doğan Altın, resim yapma yeteneğini ilkokul birinci sınıfta kazanmış. Öğretmeninin “Herkes bir satıcının hem resmini hem de taklidini yapsın” dedikten sonra, o yıllarda mahallelerine gelen yaşlı bir yoğurtçunun resmini yapması sınıfta beğeni almış. “Herkes beni alkışlayaınca resim yapabildiğimi fark ettim ve gazetede ne gördüysem resmini çizmeye başladım” diyen Altın, liseden sonra şimdiki adıyla Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, o zamanki adıyla ise Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek okulu olan kurumundan mezun olmuş. Altın, ortaokul yıllarında, üstünde “güzel sanatlar” yazan Beşiktaş’taki bu okulu çok severek, içeriğini bilmese de, “Bir gün orada okuyacağım” diye hâyal kurarmış. Ancak 1980 yılında söz konusu okula girdiğinde, “Aç mı kalacaksın ressam olup, tekstil işine gir” denilince, o da tekstile yönelerek bu alandan emekli olmuş ama resmi de bırakmamış. Kesintisiz olarak resme devam etmesi ise 23 yıl önceye tekabül ediyor. Bu çalışma sürecinde, resimden uzak kaldığı için natürmort yaparak sanata dönüş yapan Altın, daha sonra İstanbul’daki tarihi yapıları gözüne kestirir. İlk serisini Ayasofya üzerine yapan Altın, “İç ve dış mekân olarak Ayasofya’yı çizdikten sonra diğer tarihi yapılara yöneldim. Daha sonra İstanbul denizi ve diğer illerin balıkçılarının yaşamına yöneldim. Süreç kendiliğinden işliyor” diyor. “İnsanların çirkinlik olarak gördüğü detayları da resmederek farkındalık yaratıyorum” Altın, realist olduğunu ancak hiperrealist olmadığını, bu türün tendeki dokuya kadar her şeyi en ince ayrıntısıyla bir fotoğraf gibi resmettiğini belirterek, kendi yapıtları için şunları söylüyor: “Bana daha soyut işler yapmamı tavsiye edenler de oldu ama benim yapmak istediğimde biraz belgeselcilik de var aslında. Insanların her gün önünden geçip gittiği ama farkına varmadığı ya da çirkinlik olarak gördüğü detayları da resmederek farkındalık yaratıyorum. Mesela Ayasofya resimlerini görenler, ‘Gittik ama bunu görmedik’ diyorlar, ben de, ‘Görmediğinizi gösteriyorum’ diye yanıtlıyorum. Balıkçı teknelerinin içinde bir hayat var; piknik tüpünden kesme şekere, çaya kadar tüm ihtiyaçlarının karşılanması lazım, orada bir hikâye var. Özelikle Beykoz’da çok çalıştım ve mesela artık resmettiğim o yerler kayboldu. Belki insanlar sevmiyordu ama o tahta iskelelerin yosunlaşmış hâli artık yok. Bu da resimlerimi bir anlamda belgesel özellik katıyor. ‘En azından eskiden böyleymiş’ denilecek. Bir ressam gözüyle İstanbul’u anlatan Altın, Doğu Roma ve Osmanlı’nın başkenti olan İstanbul’un kadim bir özellik taşıyarak, iki kültürün iç içe yaşandığı bir şehir olma özelliği kazandığını belirtiyor. “Bir ressam her gün İstanbul’u çizse ömrü yetmez” diyen Altın, kentin her sokağında bir başka hikâye barındığını ve İstanbul’un başka hiç bir dünya şehriyle mukayese edilemeyeceğini vurguluyor. Sanat tarihinde klasik dönemi çok sevdiğini ve öğrencilik yıllarından beri Michelangelo gibi sanatçıların eselerine hayranlık duyduğunu kaydeden Altın, “O resimlere dakikalarca bakardım, realizme hep hayrandım. Picasso’yu severim, ayrı ama ruhum, tarihi olarak yöneldiğim yer orası. Resmime bakan kişi ‘Burada ne anlatmış?’ demesin, hemen anlasın istiyorum” diyor. “Özellikle televizyonda kültür ve sanata yeterince yer verilmiyor” Altın, ilkokul yıllarında resim derslerini iple çektiğini ancak öğretmeninin, “Resme heveslisin, matematiğe neden değilsin?” cümlesindeki gibi bir anlayışla, dönemin eğitim kurumlarında sanata bakış açısını özetliyor. Günümüzdeki eğitim anlayışını çok bilmediğini ancak özel okulda okutma şansı edindikleri kızlarının öğretmeni tarafından sanata yönlendirdiğini ve daha sonra kendisinin mezun olduğu okula gittiğini memnuniyetle anlatan Altın, “Bizim kültür sanat faaliyetlerimizin okullarda artırılması lazım. Ne yazık ki TRT 2 gibi nadir bir kaç kanal dışında sanat üzerine program yok. Boşluk doldurmak için sabah çok erken ya da gece yayınında olabiliyor maalesef. Belki eskiden tek kanal diye kızıyorduk ama bilgilendirici programları izleyebiliyorduk. Bizim zamanımızda boşluk doldurma anlamına gelen resim derslerini düşünüyorum da, kim bilir belki de bizim okuldan güzel sanatlar okuyan tek kişi bendim” diyor. Kimi sanat dergilerinin dilini de eleştiren Altın, sanatla ilgilenmeyen insanların söz konusu yayınlardan sıkılacağını ve bir şey anlayamayacağını belirterek, “Sıradan insan ben böyle değilim ki der, sergiye gitmeye korkar. Ben gençken eğitimini almama rağmen çekinirdim sergiye giderken. Çünkü insana hep üstten bakarlar, ne anlayacaksın der gibi… Bizim bu algıyı değiştirmemiz lazım. ArtAnkara’yı bu anlamda çok beğeniyorum, çünkü İstanbul’daki fuarlardan farklı olarak daha samimi bir ortamı var ve çok güzel bir mekân ATO Congressium. Ama bence Ankara’nın bunun gibi bir mekân ve fuara daha ihtiyacı var; çini, hat, tekzip gibi geleneksel sanatlarımızın da burada sergilenmesi gerekir. Bir de İstanbul’daki fuarlara boş zaman doldurmak için herkes gelir ama Ankara fuarına gelenler çok farklı, bilinçli, o yüzden seviyorum” diye ifade ediyor. Ressam Ali Altın, sadece İstanbul’u değil, tüm Türkiye’yi anlattığı kişisel bir sergi planını orta vadede hayata geçirmek istediğini dile getirerek, şunları söylüyor: “İzleyicinin bir sokak detayına bakarak, iki kişinin sohbet ettiği resme bakarak hangi yöre olduğunu anlamasını istiyorum. Bizim olanı, bizden olanı fırçamla tuvale aktarmak istiyorum. Balıkçı resimlerimle devam eden süreç, yavaş yavaş sokak aralarına girecek...” Ali Altın’a ve eserlerine Facebook ile Instagram sayfalarından erişebilirsiniz.