Coronavirüs ile mücadele süreci, sektörlerde yaşanan küçülme, uygulanan sokağa çıkma yasağı, üretim- tüketim alışkanlıklarında değişiklik gibi yeni davranış biçimlerini dayattı. Salgının birey ve toplumun ruh sağlığını etkilediğine işaret edilirken yapılan araştırmalar, korktuğumuz ve yaşlıların daha rahat olduğunu ortaya koydu. Ruh Sağlığı Derneği, salgın korkusunun, korku salgınına dönüştüğüne dikkat çekip kaygı bozukluğu olanların daha çok etkilendiğinin altını çizdi. Dernek yetkilileri, yaşlı kesimin kaderci yaklaştığı, sosyal medyanın paniğe sebep olduğu herkesin kendi alanına ihtiyaç duyduğu ve psikolojik rahatsızlığı olanların daha çok etkilediğini vurguladı
Doruk Çakar Balçık  - Ocak ayında Çin’in Wuhan Eyaleti’nde ortaya çıkan Covit 19 virüsü kısa sürede neredeyse tüm dünyayı etkisi altına aldı. Hızla yayılan ve insanlar arasında bulaşan virüs, sadece fiziksel sağlığı tehdit etmekle kalmıyor adeta yeni bir yaşam biçimini de dayatıyor. Bu durum yeni davranış biçimlerini beraberinde getirdiği gibi birey ve toplum bazında ruh sağlığını da önemli ölçüde etkiliyor. Virüsün dünyaya yayılmaya başlamasıyla beraber hayatımıza yeni kavram ve ürünler de girmeye başladı. Karantina, sosyal mesafe, stok, farklı özelliklerdeki maskeler, Corona öncesi dönemde bu kadar talep görmeyen dezenfektan ürünler… Tüm bu ürün ve uygulamalar bir yandan sağlığımızı koruma endişesinin yansıması olsa da ortaya çıkan yeni duruma uyum ve kabullenme süreçleri de göründüğü kadar kolay değil. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in “2.Dünya Savaşı’ndan bu yana en ciddi durum” olarak tanımladığı Covit-19 salgını, bir yandan da yeni ekonomik önlemleri beraberinde getirdi. Belli sektörlerde yaşanan küçülme, çeşitli ülkelerde uygulanan sokağa çıkma yasağı, üretim- tüketim alışkanlıklarındaki değişiklik gibi faktörler de salgın döneminde bireyleri ve toplumları etkisi altına aldı. Özetlemek gerekirse küresel salgının “sağlık”, “sosyal yaşam” ve “ekonomi” olarak sıralanabilecek 3 temel alanda kendini gösterdiğini söylemek mümkün. Dünya böylesine zorlu bir sınavdan geçerken, evden çıkmamanın sıkça tavsiye edilmesi, geleneksel ve sosyal medyanın neredeyse tek gündem maddesinin Coronavirüs olması, ruh sağlığımızın bundan etkilenmemesi mümkün değil. Korkuyoruz Virüsün dünya çapında yayılmaya başlamasının ardından beklenen “korku” iklimi, Türkiye’de de kendini gösterdi. Barem Araştırma şirketinin yaptığı ankete göre, kendileri ve ailelerinden birinin virüse yakalanma ihtimalinden korkan bireylerin oranı yüzde 67 olarak belirlendi. Araştırmaya göre, salgın nedeniyle korku düzeyi kadınlarda daha fazla. Kadınların korku ve endişe duyma oranı yüzde 71 olarak ortaya çıktı. Eğitim düzeyi de korku ve endişe oranında etkili olan faktörler arasında. Araştırma sonuçlarına göre, lise ve altı eğitim düzeyindeki her 100 kişiden 13’ü korku yaşarken, bu oran üniversite ve üzeri eğitim seviyesine sahip kişilerde yüzde 23’e yükseliyor. Yaşlılar daha rahat Yüksek risk grubunda olan yaşlı kesimde daha az korku ve endişe görülüyor. Uyarılara ve 65 yaş üstü vatandaşlara uygulanan sokağa çıkma yasağına rağmen, açık alanda sıkça karşılaştığımız yaşlıların korku ve endişe düzeyi daha düşük. Araştırmaya göre, 24 yaş ve altı kişilerde yüzde 72 olan korku duygusu, 65 yaş ve üzeri kişilerde yüzde 57’ye düşüyor. El yıkama, haber takip etme oranı arttı Ruh Sağlığı Derneği’nin geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği “Korku salgını” araştırması da, küresel salgının ruh sağlığı ve davranışlarımız üzerindeki etkilerine yönelik sonuçları ortaya koydu. Bin 500 kişi ile yapılan araştırmada katılımcıların yüzde 73.82’si “ellerimi sık sık yıkama isteğim arttı”, yüzde 72.62’si “haberleri takip etme merakım arttı”, yüzde 72.56’sı “öksüren ya da hapşıran kişilerden irkilme durumum arttı” yanıtını verdi. Katılımcıların yüzde 60.69’u ise “insanların salgın hastalıklarıyla ilgili kişisel tedbirler almadıklarıyla ilgili kanaatim arttı” şeklinde görüşlerini paylaştı. Araştırmada bireylerin salgından korunma davranışı da soruldu. Katılımcıların yüzde 63.43’ü salgınla birlikte “maske ve dezenfektan temin etme isteğim arttı” yanıtını verdi. Yiyecek ve içecek depolama isteği artanların oranı ise yüzde 37.67 olarak belirlendi. Salgın korkusu, korku salgınına dönüştü Söz konusu araştırmayı gerçekleştiren Ruh Sağlığı Derneği’nin Ruh Sağlığı Komisyon Başkanı Klinik Psikolog Enise Akgül’e göre, virüs hakkında bilinmezlik ve belirsizliğin çoğalması, korku ve kaygının aşırı yükselmesi, insanların yaşam sevincinin azalması, stres seviyesinin artması panik havasının oluşması gibi psikolojik faktörler bağışıklığı ve direnci de düşürebiliyor. Akgül yaşanan süreci, “Salgın korkusu, neredeyse bir korku salgınına dönüştü. Eğer korkuyu yönetemezsek korku bizi yönetmeye başlar. Güvenli etki aralığında kalmak daha sağlıklı olacak. Yoksa toplumsal ve sosyal olarak olumsuz psikolojik etki bizleri daha savunmasız hale getirebilir” şeklinde yorumluyor. Söz konusu veriler ışığında gelinen noktayı, Coronavirüs salgınının ruh sağlığımız ve davranış biçimlerimiz üzerindeki etkilerini psikiyatri uzmanı Prof. Dr. Nesrin Dilbaz ve Klinik Psikolog Nihal Arvas Yanık, 24 Saat Gazetesi için değerlendirdi. [caption id="attachment_182053" align="alignleft" width="442"] Prof.Dr.Nesrin Dilbaz[/caption] Kaygı bozukluğu olanların daha çok etkilendiğini vurgulayan Prof. Dr. Dilbaz, şu açıklamada bulundu: “Böyle bir şeyle insanlar uzun süre sonra ilk kez karşılaşıyor. Bu yüzyıl içerisinde insanlar her şeyi çok rahat çok serbest yaparken, birden bire kısıtlama gelmeye başladı. Bu kısıtlama sokağa çıkmak dahil pek çok alanda olabilir. Buna psikolojide ‘engellenmek’ diyoruz. Özellikle engellenme eşiği düşük olan insanlar, istediğini istediği zaman yapmak isteyen, daha benmerkezci olan insanlar, var olan kurallara değil de kendi oluşturduğu kurallara göre yaşamak istiyorlar. Evde kapalı olmak ya da evde kalma düşüncesi insanda kaygı yaratabilir. Ama hastalanma kaygısı hastalığın çok hızlı yayılması çok daha ciddi bir risk. Bu durumda en çok kaygı bozukluğundan insanlar sıkıntı yaşıyor.” Yaşlı kesim kaderci yaklaşıyor Hem risk grubunda olan hem de sokağa çıkmaları yasak olan 65 yaş üzeri vatandaşların daha çok evlerinin dışında olma isteklerini de değerlendiren Dilbaz, şunları söyledi: “Şu an 65 yaşın üzerindeki insanlar, 20- 30 yıllarını kaderci anlayışla geçirdiler. Verilenle yetindiler, verilmeyenle ilgili ‘Allah, o kadarını verdi’ gibi algıladılar. Haklarını talep etmediler. Şu anda da yaşam haklarını talep etmiyorlar. Yaşlılara evde kalmaları mesajını, izledikleri televizyon programlarının arasında vermek gerekiyor.” Sosyal medya paniğe sebep oluyor İnsanların bilgi aramak için son dönemde sıklıkla başvurduğu sosyal medyanın, salgın günlerinde daha dikkatli kullanılması gerektiğinin altını çizen Prof. Dilbaz, “Sosyal medya yanlış kullanıldığı zaman kesinlikle paniğe sebep oluyor. Şu an Coronafobiden bahsediyoruz. Burada güveni kaybedersek savaşı kaybederiz. Sisteme ve devlete güvenmek gerekiyor. Şu anda tek güveneceğimiz şey devletin verileri. Güvensizlik yaratılırsa çok kötü olur. Sosyal medyadaki bilgi kirliliğine dikkat etmek gerekiyor. Günde en çok 2 kez sosyal medyaya 2 kez televizyona bakmanız lazım” diye konuştu. Hepimiz aynı uçaktayız Salgının yayılmasıyla birlikte, temek gıda ve temizlik malzemelerinin stoklanması da gündeme geldi. Kendini güvende hissetmeyen ve salgının sonunun nereye varacağını tahmin edemeyen, bu nedenle temel ihtiyaçlarını fazlasıyla alarak depolayan kitlelere ilişkin değerlendirmelerde bulunan Dilbaz, bu davranışın “bireyselleşmenin getirdiği güvensizlik duygusundan” kaynaklandığını belirtti. Çözümün toplumsal dayanışma olduğunu kaydeden Dilbaz açıklamasına şöyle devam etti: “Şu anda bir uçak düşüyor hepimiz bu uçağın içindeyiz, birlikte düşüyoruz. Sadece Türkiye değil, Almanya da Amerika da okumuşu da cahili de zengini de fakiri de birlikte düşüyoruz. Onun için burada el ele verip birlikte önlemlerimizi almak gerekli. Burada toplumsal dayanışmanın da etkisi büyük. İnsanlar birbirini evde kalma konusunda ikna etmeli, motive etmeli. Birbirlerinin ihtiyaçlarını dayanışma örneği göstererek karşılaması önemli. Bu virüs dünyada çok ciddi problemlere yol açtı. Sonuçta ekonomik zorluklar olacak. Ama dünya değişecek. Kendi ülkemizde çok uzun süredir toplumsal ve sosyal dayanışmayı unutmuş, biz demekten ben demeye gelmiş, sadece kendi için yaşayan insan grubu haline gelmiştik. Şu anda ‘benim’ dediğimiz şey hiçbir işe yaramaz. Bir ton makarnanız olsun bir işe yaramayacaktır. Ancak komşularınızla sevdiklerinizle paylaşırsanız işe yarar. Yeniden hümanistik yaklaşıma geçilmesi gerekiyor. Stok yapma davranışı, benmerkezci bireysel tutumlarla ilgili. Eskiden böyle değildik. Ama son 20 yıldır 30 yıldır bu bireysel davranışlar gittikçe artmaya başladı. Zamandaki değişim bu hale geldi. Evimize kapandık kendi yemeğimiz, kendi sevdiklerimiz, dışarıdaki ne olursa olsun düşüncesi oluştu. Yani ‘ben kimseye yardım etmem kimse de bana yardım etmez’ düşüncesi stoklama davranışına yol açtı.” [caption id="attachment_182054" align="alignright" width="345"] Klinik Psikolog Nihal Arvas Yanık[/caption] Kendi alanımıza ihtiyacımız var Duyarlılık sahibi insanların salgın ortamında evden çıkmamalarının, aile içi ilişkileri geliştirdiği sıklıkla ifade ediliyor. Ancak söz konusu zaman dilimi, ailedeki bireyler arasındaki ilişkiler için risk de oluşturabiliyor. Böyle durumlarda bireylerin “kendi alanlarına ihtiyaç duyabileceklerini” belirten Klinik Psikolog Nihal Arvas Yanık, şu değerlendirmeyi yaptı: “Corona salgını ile birlikte evde uzun süreli zaman geçirmek, ilişkiler açısından zaman zaman risk teşkil edebilir. Fiziksel yakınlık bir yandan ilişkilere iyi gelirken bir yandan çatışma yaşama riskini de arttırabilir. Nitekim geçtiğimiz günlerde Çin’de boşanma oranlarının arttığına ilişkin haberler izlemiştik. İlişkiler açısından ise iyi iletişim ve güven, birlikte zaman geçirirken bile ayrı bireyler olarak kendi alanımıza ihtiyaç duyduğumuzun unutulmaması faydalı olacaktır. Ancak bu süreç geçmişte ya da günümüzde yaşanılan sorunları birbirimizi suçlayarak çözmeye giderse bu durum güç savaşına dönüşeceği için ilişkiyi de olumsuz etkileyecektir.” Psikolojik rahatsızlığı olanları daha çok etkiledi Küresel salgının, kaygı, panik atak ve obsesif kompulsif rahatsızlığı olanları daha çok etkilediğine dikkat çeken Yanık, açıklamasını şöyle tamamladı: “Daha önce temizlik takıntısı olan ya da sağlık ile ilgili kaygı yaşayan bireylerin bu dönemde yeniden tetiklendiklerini gözlemliyoruz. Hatta daha önce belirti göstermeyen bireylerin bile bu konuda kaygısı oldukça arttı. Özellikle Corona virüs belirtilerinden birinin ‘nefes darlığı’ olması panik bozukluk gösteren bireyleri daha çok etkiledi. Çünkü panik bozukluğu olan bireyler nefes alamadıklarını, öleceklerini ya da deliriyor olduklarını düşünürler. Panik bozukluğu olan bireyler eğer bedensel semptomlarına daha çok odaklanırlarsa, olmayan semptomları da üreteceklerdir. ‘Nefes alamıyorum’ hissinin yanına, ‘bedenim uyuştu, kalbimde ağrı var, elim titriyor’ gibi olmayan başka semptomlar da eklenecektir. Bu nedenle nefes alamadığını düşünen bir panik bozukluk hastasının dikkatini var olduğunu düşündüğü bedensel semptomlarına değil çevresine vermesini öneririz.”
Editör: TE Bilisim