Heykeltraş ve ressam Doğan Karakılıç’ın eserlerini ilk kez ArtAnkara Fuarı’nda görme fırsatı bulunca, özellikle fantastik türe ve mitolojiye ilgi duyanların yüzünü gülümsettiğini düşünmüştüm. Kendi tabiriyle “Yitik bir dünyaya ait” olan söz konusu heykelleri için “ayrıksı, dikensi” ifadesini kullanan Karakılıç, genellikle metal üzerine beton tekniği ile oluşturduğu özgün bir malzemeyi tercih ediyor. Gergedanlar, ejderhalar onun elinde dev, ürkütücü figürlere dönüşürken, sanatta güzellik algısını da yeniden tartışmaya açıyor. Sanatıyla ayakta kalabilmeyi bir kazanım olarak değerlendiren Karakılıç, heykellerini ve sanat anlayışını 24 Saat gazetesine anlatıyor
SULTAN YAVUZ/ANKARA - Heykeltraş ve Ressam Doğan Karakılıç’ın eserleri, hem kullandığı özgün malzeme hem de fantastik diliyle izleyiciye bambaşka dünyaların kapılarını açan, şaşırtan, ürküten ama tam da bu nedenle kendine çeken bir ifade biçimine sahip. Korku edebiyatının en önemli isimlerinden kabul edilen H.P. Lovecraft’ın, “İnsanlığın en eski ve en güçlü duygusu korkudur” sözünden hareketle, tıpkı Lovecraft’ın tasvirlerindeki gibi tekinsiz ve bu çağa ait olmayan figürler, insanda dehşetli bir merak uyandırıyor. Heykelleri için “Yitik bir dünyaya ait” tanımlamasını yaparak, “ayrıksı ve dikensi” ifadesini kullanan Karakılıç, eserlerini gören izleyicilerin önce şok olduklarını belirterek, amacının da bu duyguyu sanat yaşamı boyunca devam ettirmek olduğunu söylüyor… -Doğan Karakılıç kimdir? Sanatla bağını nasıl kurmuştur diye sorsak? Doğan Karakılıç: 1982 yılında Ankara’da doğdum. Güzel sanatlarla ilişkim ise 2000’li yıllara dayanıyor. Daha önceleri güzel sanatlar fakültelerinde profesyonel olarak modellik de yaptım. İlk üretimlerim daha çok hobi gibiydi aslında ama daha sonra Düzce Üniversitesi Sanat Tasarımı Fakültesi’nin heykel bölümünde iki yıl eğitim aldıktan sonra, Ankara’ya dönerek Hacı Bayram Veli Üniversitesi’nin heykel bölümünden mezun oldum. Biri kendi evimde, diğeri ise Kazan’da olmak üzere iki atölyem var. Dev heykelleri yapmak için oradaki büyük makine atölyesini kullanıyorum. - Sanatçılar, genellikle sanatla bağlarını çocukluğa kadar götürürler, siz 20’li yaşlardan itibaren ilgilendiğinizi söylüyorsunuz. Çocukken belki çamurdan heykeller de yapıyordunuz? Karakılıç: Evet, genelde bunu söylerler ve ben buna çok inanmıyorum. Bizim kuşağımızın çocukluğu manuel becerilere dayalıydı aslında, oyuncak günümüzdeki kadar bol değildi, sürekli alınan bir obje de değildi ve aslında oyuncaklarımızı büyük ölçüde kendimiz yapardık. Bir şeyleri sürekli manuel yapmak da zaten size beceri kazandırıyor. Apartmanda büyümedim, bir mahalle kültürü içinde kendi eğlencemi yarattığım, kendi sorunlarımı çözebildiğim bir çocukluk yaşadım. Bir dönem müzikle de uğraştım, ki hedeflerimden biri de bunu heykelle birleştirmek. Vokalliğin yanı sıra, perküsyon ve biraz da ney, saksafon çalmışlığım var. Resim derslerim okulda iyiydi ama zaten bir şeye adapte olursanız onu yapabilirsiniz. Yani, ilk kez yaptığınız resim kötü olabilir, ikincisi, üçüncüsü de ama altıncısı olmaz. -Bu soruyu 2021 yılında sormaktan utanıyorum ama ailenizin bu mesleğe yaklaşımı nasıldı? Yani genelde, “Sanatçı olma, onu hobi olarak yap” denilir, memuriyet gibi işler daha garanti görülür… Karakılıç: Ailelerimiz bizi kendi birikimleriyle yetiştirmeye çalışıyorlar, ki kimi Anadolu köylüsü, kimi öğretmen, kimi doktor ya da avukat olabilir ve eğitimli bir ailede doğmak sizin şansınızı artırır ama 20 yaşına geldiğinizde, artık nasıl bir ailede doğdunuzun önemi kalmıyor. Günümüzde her şeyi gözleyip, araştırıp, çalışıp elde edebilirsiniz. 20 yaşına kadar çok kötü şartlarda yaşamış, iyi bir eğitimden geçmemiş olabilir ya da tersinde zengin bir aile içinde ömür sürmüş olabilirsiniz. Ama özellikle sanat alanında işler değişir ve her şey üretime bakar. Yani trilyonların olabilir ama yaratıcılığın yoksa ya da üretmiyorsan, bu bir şey ifade etmez diye düşünüyorum. “Üretimin önünde kimse duramaz” - Evet ama aile ve çevre faktörü, sanatçı olarak üretime başladıktan sonra, o üretimi satmak ve tanıtmak için önemli değil mi? 20 yaşında sanat açısından gerçekten de bir eşitlenme söz konusu mu? Karakılıç: Hayır, ben diyorum ki üretimin önünde kimse duramaz. Siz çalışıyorsanız, sizi bugün reddedebilirler, yarın reddedebilirler ama üçüncü gün iyiyseniz kabul ederler, yani siz bundan vazgeçmezseniz. Çoğu sanatçı adayı iki yılda kayboluyor çünkü çalışmaya devam etmiyor. Öte yandan, güzel sanatlar fakültelerinde, hocalar tarafından, “Amacımız size farkındalık kazandırmak, bir dokunuş yaratmak” denir ama ben bunun kolaycılık olduğunu düşünüyorum. Çok şey öğretildiğini sanmıyorum ve ne yazık ki metal kaynağı yapmayı öğrenmeden mezun olan çocuklar var. Vasıfsız kimi hocanın zaten kendisi de heykel yapmamış. Elbette iyi hocalar da var ve zaten onlar seni de gaza getiriyor, ufkunu açıyor. Ben mesela kilde çok iyiyim, epey üstünde çalıştım ama birinci sınıftan itibaren kille çalışmak istemediğimi biliyordum. Metal üzerine beton tekniğini geliştirdim ve henüz bir örneğini daha görmedim. Ayrıca akademinin yanında birlikte fikir alışverişi yapabildiğiniz sanatçı arkadaşlarınızın olması da çok önemli. Örneğin; Bülent Aytaç, Erol Pelioğlu, Sinan Ayber ve Ceren Çağlar gibi sanatçılar ile birlikte fikirleri çoğaltıp, yeni tartışmalar yapmaya devam ediyoruz. -Ne kadar süredir seçtiğiniz malzemeyi kullanıyorsunuz? Bir de çok büyük boyutlu heykelleriniz de var, bunu üretmenin ne tür zorlukları var? Karakılıç: Yaklaşık dört yıldır kullanıyorum, onda önce sadece metal çalışıyordum. Bence sanatçının bir şekilde kendi pratiği içinde hızı da yakalayabilmesi gerekiyor. Senede bir kaç iş yaparak ömür geçmez. Iş maddiyata da geliyor çünkü… Kimse sadece sanat diyemez, reel dünyada sanatçı sanattan yana tercihini kullanarak üretiyor ve bunun da insanlarla buluşmasını, bundan para kazanabilmeyi istiyor. Doğal olarak ürettiğiniz sanat eserine bir şekilde hız kazandırmanız gerekiyor. Mesela yaptığım heykellerde matematik de geometri de var, olmak zorunda. En son yaptığım büyük ejderha mesela... Çizimlerini yaptım, sonra kanatlardan biri önde, diğeri arkada dursun istedim ve heykeli yapmaya başlayınca, bu şekli vermek için bir sürü açı gerekiyordu, onu hesaplıyorsunuz, dengeyi ayarlıyorsunuz. Daha sanat kısmına gelmeden, mühendislikle uğraşıyorsunuz. Büyük heykellerin böyle dezavantajları olabiliyor ve mesela boyutu itibariyle dışarıda çalıştığınızda, hava koşulları da etkileyebiliyor. İnsan boyutunda heykelleri daha önce de yapıyordum, kastettiğim dört beş metrelik heykeler… “Piyasada çok fazla allı güllü iş var” -Heykellerinizi nerede konumlandırıyorsunuz? Heykele başladığınız ilk günden bugüne sanat seyriniz nasıl değişti? Sizi bu “karanlık” alana ne çekti? Karakılıç: “Dark sanat, karanlık sanat” tabiri var, ben kendi ürettiklerim için daha çok “ayrıksı ve dikensi” ifadesini kullanıyorum. Piyasada çok fazla allı güllü iş var ve bu dekoratif üretimler satılıyor evet. Alıcıya bir şey diyemem ama sırf satıyor diye ömür boyunca aynı işi yapmak bana saçma geliyor. Mesela hayatınız boyunca kırmızı bir çiçek yaparak dünya sanatçısı olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Bir sanatçının kendini bulabileceği bir alan bulması gerekiyor. Örneğin bu yıl ben, kendim için bu profile en uygun galeri olan Mira Koldaş Art Galeri ile çalışmaya başladım. Ankara’daki galerilerin bir kaçı hariç maalesef, genelde bu allı güllü dediğim işleri alıp satıyor. Ben de ayrıksı işlerimi anlatmaya çalışıyorum, parantez içinde güzel olan allı güllü üretimle alakası yok yaptıklarımın. Çirkinliğin güzelliği diye bir şey var, hatta Japon sanat felsefesi içinde yaşlılığın, yitip gitmenin, ölümün, kırılganlığın güzelliğine ilişkin bir düşünce var. Örneğin kırılmış bir fincan yapıştırılıyor ve bariz belli oluyor. İşte tam da o kırılganlığı göstermek amaçlanıyor. Yitip gitmenin güzelliği demek daha doğru olabilir. Bunları yıllardır sanat felsefecileri ve tarihçileri tartışıyor zaten ama benim en muzdarip olduğum konu piyasadaki bu mevcut durum… Yani birbirine bu kadar benzeyen işlerin yanında çalışmalarım farkını koruyor. Galeri geziyorsunuz, neredeyse hepsinde benim de saygı duyduğum usta sanatçıların eserleri var, usta isimler ama her galeride mevcut. Başka sanatçı yok mu peki? Sizin maharetiniz değil mi başka sanatçıların işlerini satmak? Ne zamana kadar aynı şeyleri satacaksınız? Bunlar şevkimizi kırmıyor, üretmeye devam ediyoruz elbette. Genç arkadaşlara da söylüyorum, üretmeye devam etsinler. 20 tane üret, 15’i kötü olsun ama o bir yere gidecektir. Benim yaptığıma gelince, ben en üst sanatı yapıyorum demiyorum, haddimi aşmak istemem ama beynimden akan bu, buna yöneliyorum. Işimin ana teması sanallık ve gerçeklik üzerine, sanalı gerçek dünyaya getiriyorum. Çalışmalarım, bilgisayar oyunu, fantastik filmlerde gördüğümüz bu dünyaya ait olmayan, daha fütürist bir dünyadan geliyor. Ben yitik bir dünyadan geliyor diyorum. Hani bazı distopik filmlerde, üçüncü dünya savaşı bitmiş, dünya nüfusu çok azalmıştır. Işte o çöl gibi coğrafyada, benim heykellerimdeki hayvanlar, figürler, imgeler görülebilir. -Özellikle bilgisayar oyunlarıyla büyüyen, fantastik türün önem kazandığı bu çağda yetişen daha genç kuşağın, eserlerinize daha fazla yakınlık duyduğunu söylemek mümkün mü? Karakılıç: Evet, söylenebilir aslında. Çok beğeniyorlar. Belki bir kaç yıl önce sanat piyasasında kabul edilmek zorken, bugün sanat hocalarının tebriğini almak, gerçekten gurur verici… Gençlere daha fazla hitap ediyor olabilir ama amacım bu değil, kafam sanal fantazyada olduğu için böyle. Bu dünyada olmayan ama buraya gelenlerle meşgul kafam. Heykeller ve resimler sürekli kafamın içinde, yolda yürürken, yemek yerken seninle beraber, bir tür delilik hâli gibi… Mesela ayağını nasıl yapayım diye düşünürken rüyamda görüp çözdüğüm de olmuştur. Özellikle de yaptığım büyük işlerde, sanat fuarlarında insanlar gelsin ve şok olsun, tanıdıklarına da bunu anlatsınlar istiyorum. Insanların hayret içindeki bakışlarını görmek bana haz veriyor. “İzleyiciyi mutlu etmekle mükellef olduğumu düşünüyorum” - Gergedan da çok estetik bir sanatsal figür gibi gelmez ama siz sık kullanıyorsunuz… Karakılıç: Gergedan figürünü ön planda tutuyordum, gergedan sonra başkalaştı, onun yerine başkalaşmış hayvanlar, insan figürlü, çift başlı gergedanlar, gergedandan türemiş ejderhalar… Niye gergedan? Eugene Ionesco’nun “Gergadanlar” isimli bir oyunu vardır. II. Dünya Savaşı ve Nazizm’in olduğu yıllarda köy meydanında oturan bir grup insanın içinden biri gergedan sürüsünün önlerinden geçtiğini söyler. Önce geçti, geçmedi diye tartışırken, yavaş yavaş herkes geçtiğini söylemeye başlar. Sonra gergedanların Asya mı, Afrika türü mü olduğu konuşulur ve karara varılır. En sonunda bu insanların toynakları çıkmaya başlar, boynuzları oluşur, sesleri değişir, yavaş yavaş gergedana dönüşürler. Yani insanların bir yalana inanmasını, sorgulamamasını anlatan oyun, Hitler dönemine vurgu yapar. Günümüzde de yaşamıyor muyuz? Ben de gergedanlaşma meselesini kendi sanat anlayışımla harmanlayarak, birleştirdim. Gergedanlar bir süre sonra benim başkalaşmış fantastik dünyamın hayvanları oldu… Bunun yanında, kendimi yerdiğim eserlerim de var. Bir gün atölyede çalışırken, kafama bir miğfer giyip aynada kendime baktım ve görüntüm hoşuma gitti. Resmimi yaptım, adı Dev Aynası. -Gelecekte sizden neler bekleyeceğiz? Karakılıç:. Birisi ‘bana şundan 10 tane yap’ diyebilir, o ayrı ama sadece sanatla ayakta kalmak çok zordur, başarabildiğim için mutluyum. Dilim döndüğünce, elim çalıştığınca her alanda insanları işlerimle buluşturmak istiyorum. Sanat fuarlarına katılmaya devam edeceğim. Öte yandan, müzikle heykeli, daha tiyatral bir canlı performans ekseninde buluşturma projem var. Ve kinetik heykel projeleri oluşturmaya başladım. Düşünün, bir fuarda dev bir heykel var ve ürkütücülüğü ile sizi kendine çekiyor, ona bakarak yaklaşıyorsunuz ve o anda kafasını çevirip size bakıyor. Bu bir taraftan korkunç mu? Evet. Keyifli mi? Evet. İzleyiciyi mutlu etmekle mükellef olduğumu düşünüyorum… Doğan Karakılıç’a ve eserlerine Facebook ve Instagram sayfalarından ulaşabilirsiniz.