Sosyal medya fenomeni (1)

Abone Ol
Utku ŞENSOY 17 Ekim 2019’un ABD Başkanı Trump’ın vurguladığı gibi Ortadoğu için tarihi bir olup olmadığını zaman gösterecek. Türkiye ile ABD’nin 13 maddelik mutabakat üzerinde anlaşmasının ardından, YPG adı altındaki tüm terör unsurları 30 kilometrelik güvenli bölgenin güneyine çekilecek. 120 saatlik süre sonunda olup biteni hep beraber göreceğiz. Türkiye’nin 9 Ekim’de başlattığı Barış Pınarı Harekatı’nda Mehmetçik terör unsurlarının kayda değer çapta bir direnci ile karşılaşmadan, büyük bir başarı, kararlılık ve hassasiyetle hedeflediği 30-35 kilometre derinlik 450 kilometre genişlikteki koridorda (İlk aşamada 115 km) dört koldan ilerlemesini sürdürdüğü bir sırada Ankara’da varılan bu mutabakatın ülkemize hayırlı olmasını dileriz. Ulu önden Mustafa Kemal Atatürk, 1923’de zorunlu olmadıkça savaşın cinayet olduğunu söylemişti. Bu bağlamda “güvenilmez stratejik ortağımız” ABD’nin iyi niyetine şüpheyle yaklaşmakla birlikte, (nedenlerini aşağıda sıralayacağız) Mehmetçiğin, gencecik evlatlarımızın Ortadoğu bataklığındaki her adımında kalbi çarpıp, kaygı duyanlardan biri olarak, harekatın durmasının iyi olduğunu ifade etmemiz lazım. Kesin bir kanıya varıp “zafer” ya da “mağlubiyet” nitelendirmeleri için şu an çok erken olduğunu, güney koridorumuzun güvenliği, geleceğini ve mutabakatın sonuçlarını zaman içinde hep birlikte göreceğiz demekle yetinmek isteriz. Ankara mutabakatının içeriğini bu aşamada askeri ve uluslararası strateji uzmanlarına bırakmakta yarar gördüğümüz için, harekat boyunca ne denli güvenilir olduklarını açık biçimde sergileyen “kadim dostlarımız!” ABD ve Arap Ligi’nin Türkiye’ye yönelik tavırlarını masaya yatıracağız. Aslında Ankara ilk kez bu boyutta uluslararası toplumun “topyekun tepkisine” maruz kaldı. Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Arap Ligi başta olmak üzere, kardeş Türk Cumhuriyetleri’nin dışındaki sözde “uygar batı” ve birkaç istisna dışında “Arap dünyasının” neredeyse tamamı ekonomik, askeri, siyasi ve diplomatik alanlarda ağır bir faturayı Türkiye’nin önüne koymaya başladı. Uluslararası camia ortak ağız kullanması ve benzer tepkilerle terör örgütünün hamiliğine soyunması, TSK’nın bundan önceki Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı harekatlarında olmadığı kadar güçlü bir direnç göstermesi, Ankara’yı iyice köşeye sıkıştırmaya ve masaya oturtmaya yönelik bir taktikti aslında. Türkiye’ye yönelik tepkiler bir üst perdeden gelmeye başladıkça, farklı görüş, değerlendirme ve sorular başta sosyal medya olmak üzere hemen her ortamda dile getirilmeye başlandı; -Ankara böylesine güçlü bir baskıyı önceden hesap edemedi mi? -Haklı tezlerimizi son yıllarda güçlü argümanlarla sözde “stratejik ortağımız” ve “din kardeşlerimiz-ümmet-dost” diye bildiklerimize anlatamadık mı? -Operasyon başladıktan sonra diplomatik alanda yetersiz mi kalındı? -Uluslararası platformlarda istenilen etkiyi yaratamadık mı? -??? Rusya’dan alınan S400 Savunma Sistemi ile başlayıp, F-35 savaş uçaklarıyla tırmanan Washington ile Ankara arasındaki gerginliğin, Barış Pınarı Harekatı ile 1 hafta içinde çok ileri bir safhaya taşındığına tanık olduk. Washington’da Trump’ın uygulamaya koymak istemediği “CAATSA yaptırımlarını” aktive etmesinden bile söz edilmeye başlandı. Bunun da ötesinde bir yıldır askıya aldığı “Halkbank kartını” da TSK’nın harekatı üzerine kullanma tehditleri savunmaya başladı. Son olarak ABD Başkanı Trump, 14 Ekim›de imzaladığı Başkanlık Kararnamesi ile üst düzey Türk siyasi ve askeri yetkililerin ABD›deki mal varlıklarını dondurma ve ABD›ye seyahat sınırlaması getiren önlemleri gündemine aldı. İki ülke ticaret bakanları tarafından yürütülen ticaret hacminin 100 milyar dolara çıkarılması hedefi de bir anda rafa kaldırıldı! Sadece bu açıdan bakıldığında bile Barış Pınarı Harekatı’nın Washington’un gerçek yüzünün/iki yüzlülüğünün ortaya çıkması bağlamında son derece yararlı olduğu ifade edilebilir. NATO müttefikimiz olan ABD’nin, Johnson mektubu ile 1964’deki şantajını, Süleymaniye baskınıyla askerimize geçirdiği çuvalı, Muavenet’i köprü üstünden vurarak şehit ettiği 5 denizcimizi, terör örgütünün eli kanlı liderleriyle ülkemizi masaya oturtmaya çalıştığını, PKK/YPG terör örgütüne binlerce tır dolusu silah, mühimmat ve lojistik destek sağladığını, her fırsatta yaptırım tehdidiyle Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalıştığını asla unutmamamız lazım. Washington’dan Trump imzalı 9 Ekim tarihli henüz yanıtsız kalan skandal mektubu da ayrı bir paragrafta değerlendirmek gerekir. Trump Ankara’ya ilettiği son mektubuyla her ne kadar kendince ayar verdiğini düşünse de, uluslararası diplomaside ve Türk-Amerikan ilişkilerinde “düzeysizlik ve sığlıkta” yepyeni bir sayfa açmıştır. Askeri ve ekonomik açıdan Türkiye’nin neredeyse 70 yıllık “stratejik ortağının” ekonomimizi zarara uğratıp insanımızı zorda bırakmayı hedefleyen adımlarını “stratejik ortaklık-dost ve müttefikliğin” de ötesinde “Amerikan hayranlığı” üzerine kuranların artık şapkalarını önlerine alıp düşünmeleri gerekiyor. Bakmayın bizler Beyaz Saray’ın atacağı adımlara odaklanırken, Trump keyfi yerinde ellerini ovuşturuyor. Zira TSK›nin başlattığı operasyon, Trump›ın “azil edilmesi” sürecini de unutturdu. Beyaz Saray bu nedenle Suriye konusunu çok sıcak tutup, Türkiye’ye yönelik baskısını gündemden düşürmedi. Sonunda da Ankara mutabakatı ile sözde “Ortadoğu’da barışın mimarı” tavırlarıyla iç siyasete göz kırptı. Hatta onun Ankara’ya yönelik düzeysiz üslubu, çok sert tartışmaların ve görüş ayrılıklarının yaşandığı Cumhuriyetçiler ve Demokratları birleştiren bir unsur olarak öne çıkmaya başladı. Özetle bakmayın siz mutabakata filan, Washington’un kurguladığı bu “zafere doğru” gerilim filmi ABD’nin iç siyasetteki tansiyonu düşünceye kadar uzun bir süre daha gösterimde kalacak.