"Cübbeli Ahmet" olarak tanınan Ahmet Mahmut Ünlü hastaneye kaldırıldı "Cübbeli Ahmet" olarak tanınan Ahmet Mahmut Ünlü hastaneye kaldırıldı

Mühendis, hukukçu ve gazeteciler, altın madenciliğinin “ağır bedeller ödetecek faaliyetler” olduğuna işaret edip Anayasa ve yasalarda acil değişiklikler yapılması gerektiğine dikkat çekti

CENGİZ ALDEMİR / ANKARA Sanayi devrimiyle birlikte dünyaya egemen olan “ekonomik büyüme” anlayışı, 250 yıl sonra doğal yaşam alanlarının yok edilmesi, bir başka deyişle “dünyanın sonu” tartışmalarını da beraberinde getirdi. Bugün karşı karşıya olduğumuz “küresel salgınlar” ve “iklim krizi”, doğanın alarm zilleri olarak görülürken, “sürdürülebilir kalkınma” anlayışı öne çıkıyor. Ancak bunun nasıl başarılacağı konusu ise halen büyük bir tartışma konusu. Bugün benzer tartışmaların yaşandığı Türkiye’de de insana ve doğaya büyük zararlar veren başta siyanürlü altın madenleri olmak üzere termik santraller, kömür madenleri, gelişigüzel inşa edilen hidroelektrik ve jeotermal santrallerin yanı sıra mermer ve taş ocakları ile orman katliamları bütün hızıyla devam ediyor. Konuyla ilgili 24 Saat Gazetesi olarak Enerji Mühendisi Alaattin Yılmazer, Metalurji Mühendisi Cemalettin Küçük, Avukat İsmail Hakkı Atal ve Gazeteci-Yazar İbrahim Gündüz ile konuştuk. “Su kaynakları tehdit altında” diyen Yılmazer, altın madenciliğinin “ağır bedeller ödetecek faaliyetler” olduğuna işaret edip geri döndürülemez, düzeltilemeyecek sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekti. Küçük, Türkiye’de hatta dünyada siyanürle altın işletmeciliğinin ve diğer kimyasal yöntemlerle metal kazanılması işlemlerinin olmaması gerektiğini savundu. Atal, Anayasa ve yasalarda acil değişiklikler yapılması gerektiğini vurgularken Gazeteci-Yazar İbrahim Gündüz ise bugün dünya ve insanlığın “olmak ya da olmamak” noktasında olduğunun altını çizdi. Zarar çok büyük Yıllardır Fatsa’daki siyanürlü madene karşı mücadele veren Enerji Mühendisi Alaattin Yılmazer, altın madenciliğinin çok geniş alanlarda birçok kimyasal kullanılarak yapılan ve çevresel etkileri bakımından oldukça tartışmalı bir madencilik türü olduğunu vurguladı. Fatsa örneğini paylaşarak, “Kazımı yapılan 1 ton demir cevherinin ortalama 700 kilogramı demirden oluşurken, 1 ton altın cevherinde yarım veya bir gram altın bulunur” diyen Yılmazer şunları anlattı: “Daha iyi anlamamız için, 1 ton demir için yaklaşık 1,5 ton cevher kazmak gerekirken, 1 ton altın için ortalama 1,5 milyon ton cevher kazılmakta… Bu cevheri elde etmek için de Fatsa örneğinde yine 1,5 milyon ton ekonomik olmayan kayaç kazılıp çıkartılmaktadır. Bu nedenle altın madenciliğinde çok geniş alanlar, üzerinde ne tür bir varlık olursa olsun bu madencilik türü için feda edilirler. Şirketler için esas olan, ‘kârlılık’tır. Altın madenciliğinde 1 ton altına karşılık binlerce ton arsenik, civa, kurşun ve kadmiyum gibi ağır metaller yan çıktı ve atık olarak ortaya çıkar. Bunun nedeni, altın madenciliğinde kullanılan siyanür liçi işleminin bir sonucudur. Bu madencilikte cevhere ulaşılıncaya kadar, doğal yaşam döngüsünde çok büyük öneme sahip toprak ve kayalar, ‘pasa’ denilerek bir kenara atılır. Kullanılan binlerce ton patlayıcı ve ağır iş makineleriyle birlikte içinde altın olduğu düşünülen cevher çıkartılarak kırıcılarda öğütülür. Ardından geniş alanlara serilerek üzerinden binlerce ton siyanür geçirilir. Siyanürün temel işlevi, cevherin içerisinde bulunan başta altın olmak üzere metallere bağlanarak onu sıvılaştırması ve kayaçtan ayırmasıdır. Genel olarak altın cevherleri açık alanlarda direk siyanür liçi ile işlenebiliyor. İnsan sağlığı için son derece tehlikeli olan arsenik, civa, kadmiyum gibi tehlikeli atık sınıfında olan bu ağır metaller, liç alanında bırakılmaktadır. Kapalı tanklarda sülfürik asit ve siyanür kullanılarak yapılan liçleme sonrasında ortaya çıkan zehirli atıklar, zehir barajlarında toplanır. Bu atık barajları, özellikle yağış ve heyelanların bol olduğu bölgelerde çok büyük risk taşırlar.” [caption id="attachment_266857" align="alignright" width="306"] Enerji Mühendisi Alaattin Yılmazer[/caption] Döndürülemez, paranız olsa bile düzeltemeyeceğiniz sonuçlar… Bu işlemlerin her birisinin insan ve çevre sağlığı açısından çok büyük etkileri olduğunun altını çizen Yılmazer, sözlerini şöyle bitirdi: “Bu gerçekler ışığında altın madenciliği; geniş alanlarda kaybedilen yeşil örtü ve tarım gelirleri dışında, su varlığımız üzerinde oluşturduğu baskı ve özellikle iklim değişikliğinin açıkça kendini hissettirdiği bugünlerde kısa vadeli kâr hırsları uğruna bizlere ağır bedeller ödetecek faaliyetlerdir. Saydığımız kirlilikler ise geri döndürülemez yani paranız olsa bile düzeltemeyeceğiniz sonuçlar doğurabilir.” “Sürdürülebilir” değil “kendi kendini besleyen” Madencilikle ilgili kararların, dünyayı “emtia” olarak gören bir sermaye tarafından alındığını ve “sürdürülebilir kalkınma” kılıfı altında doğa talanı ve emek sömürüsüne devam edildiğini savunan Metalurji Mühendisi Cemalettin Küçük ise, şu değerlendirmeyi yaptı: “Bu faaliyetlerin çoğu, tek merkezli yapılardan çıkmaktadır. O kapitalist yapıların gözünde Afrika haritası maden bölgelerine bölünmüştür. Türkiye’yi de böyle görmektedirler. Hangi bölgede, hangi cevheri elde edebilecekse öyle görür. Sermaye açısından ‘sürdürülebilirlik’ dedikleri bir palavra aslında sömürünün sürekliliğidir. Bu sistemi yürütebilmek için sanki toplumum gereksinimleri varmış gibi çeşitli tüketim unsurlarını öne sürerek bunların hammaddesinin karşılanması için yapılacak işlemi gelip dayatacaklar, ‘Maden çıkarılmasın mı?’ diyecekler. Madencilik faaliyeti, canlı organizmaların yok edildiği, süpürülüp atıldığı işlemlerdir. Siyanürlü altın aranan bölgelerde yaşam için vazgeçilmez olan nebati toprak ölür. İçindeki canlıları da öldürürsünüz. Yeniden geri dönüşümü çok kolay değil. Hatta hiç olamaz. Bu birileri için iktisadi olabilir ama bizim için asla iktisadi değildir.” [caption id="attachment_266856" align="alignleft" width="223"] Metalurji Mühendisi Cemalettin Küçük[/caption] Hukuk kararları göz ardı edildi Türkiye’de hatta dünyada siyanürle altın işletmeciliğinin ve diğer kimyasal yöntemlerle metal kazanılması işlemlerinin olmaması gerektiğini savunan Küçük, şu uyarılarda bulundu: “1997 yılında Danıştay, ‘Türkiye’de siyanürle altın işletmeciliği yapamazsınız’ dedi. Yasakladı ama bu memlekette verilen yargı kararlarının hiçbirisi uygulanmadı. Kazanmış olduğumuz davalarda sürekli yasalar ve yönetmelikle değiştirildi. Oysa her yıl işletmeye alınan yeni tesisler ve büyütülen eski işletmeler devreye girdikçe tam tersi oldu. Ekolojik yıkımın yanında hem cari açık hem dış borç katlanarak arttı. Şimdi maden işletmelerinin olduğu bölgelerin nasıl bir yıkım yaşadığını her yerde görebiliyoruz. Artık uydudan görünür duruma gelmiş yıkımlarla karşı karşıyayız.” [caption id="attachment_266834" align="alignnone" width="700"] Avukat İsmail Hakkı Atal[/caption] Ekokırım, “anayasal suç” olmalı Erzincan’dan Muğla’ya çevre davalarında verdiği mücadeleyle dikkat çeken Avukat İsmail Hakkı Atal, Anayasa ve yasalarda acil değişiklikler yapılması gerektiğine işaret ederek “Ekokırımın, mutlaka ama mutlaka Anayasa’ya suç tanımı olarak girmesi gerekiyor. Daha sonra ceza kanununa da geçmesi gerekir. Mevcut Anayasa’ya baktığımızda, Anayasa’nın 56’ıncı maddesi, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkını düzenliyor. 169’uncu maddesi, ormanları koruma görevi veriyor. Anayasa’nın 17’inci maddesi, insanın maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkını veriyor. Fakat bu siyasi iktidar, üst norm olan bu Anayasa hükümlerinin altını boşaltacak şekilde ne kadar yasal düzenleme varsa yaptı” diye konuştu. Maden Kanunu ve ÇED yönetmeliğinde değişiklikler yapılarak çevre katliamlarına devam edildiği eleştirisinde bulunan Atal, sözlerini şöyle sürdürdü: “Anayasa’da sağlık ve çevre hakkı, bir bütün olarak belirtilmelidir. Birleşmiş Milletler’in bu konuda çeşitli kararları var. En son temmuz ayında sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının temel insan hakkı olduğunu vurguladı. Avrupa Sağlık ve Çevre Birliği’nin (Health and Environment Alliance - HEAL) yaptığı çalışmaya göre Muğla’daki 3 termik santral olan Yatağan-Yeniköy-Kemerköy termik santrallerinin Türkiye’ye yıllık sağlık maliyeti, 41 Milyar TL. Üç termik santralin yıllık ticari kazancı ise 400 milyon TL. Yani özel sektörde olan 3 termik santralin kendi ticari kazançlarının tam 100 katı ülkeye sağlık maliyeti var. Dünya meteoroloji örgütü başkanı Petteri Taalas’ın söylediği gibi, ‘İklim değişikliğini tamamıyla anlayabilen ilk nesiliz ve gezegeni kurtaracak son nesiliz. Ülkemizin ve gezegenin geleceği için kilit noktalardan biri halk sağlığını yok eden ve iklim krizini derinleştiren ekokırımcı şirketlerin elinden maden ve enerji sektörünün alınmasında yatıyor.” [caption id="attachment_266838" align="alignleft" width="309"] Gazeteci-Yazar İbrahim Gündüz[/caption] “Türkiye, çok tehlikeli bir yol ayrımında” Yağma-talan madenciliği ve siyanürlü altın madenciliğini anlatan “Altın Ölüm” ve “Altın Girdap” adında iki kitabı yayınlanan Gazeteci-Yazar İbrahim Gündüz, ise Türkiye’de adına madencilik denilen bir yağma-talan düzeninin yıkıcı etkisini artırarak devam ettiğinin altını çizerek şunları söyledi: “Her köşe başına açılan taş ocakları, mermer ocakları ve kömürlü termik santrallerin de en az altın madenleri kadar yıkıcı etkilere sahip olduğu görüldü. Türkiye, çok tehlikeli bir yol ayrımında. Birileri, ülkenin dağlarını, ormanlarını, yaylalarını, meralarını, köylerini, su kaynaklarını ‘meta’ olarak görüp satılığa çıkarmış durumda. Bunu da millete, ‘iş, istihdam, ekonomi’ diye pazarlıyorlar. Bu bir ekonomi değil, bir ‘ekokırım’dır. Vatandaşı zehirleyen birtakım şirketlerle yakın ilişkilere girmesi ve bunun da ‘reel siyaset’ diye sunulması, karşı karşıya olduğumuz acı gerçeklerin bir yansımasıdır. Ayrıca bu kadar yıkımın ve tahribatın karşılığında devletin kazancı sadece yüzde ikidir. Ülkenin toprakları, dağları, ormanları sadaka payıyla yağmalanmaktadır. Bugün adına madencilik denilen şey, üç bin yıl önce yapıldığı gibi yapılmıyor. Bir günde milyonlarca ton hacmindeki yeryüzü paramparça ediliyor ve ardından binlerce ton zehirli kimyasal topraklara, kayalara, sulara boca ediliyor. Bugün dünya ve insanlık, ‘olmak ya da olmamak’ noktasındadır.”