Ancak, son yıllarda toprağa verilen önem azaldı. Köyden kente göçler, sanayinin daha ön plana çıkarılması, bir bilgisayarın fiyatıyla, bilmem kaç ton buğday ithal edilir, tarım yerine teknoloji üretelim diye yaratılan yanlış algılar toprağın ve tarımın önemini ikinci, hatta üçüncü plana attı. Varsa yoksa hizmet sektörü, ithalat, sanayi herkesin ilgi alanına girerken, karnımıza doyuran tarım ve toprak göz ardı edildi. Her şeyi ithal eder olduk.
Topraktan sadece çıkan ürüne baktık. Ağaçların çiçeklerine, meyvelerine, yapraklarına bakarken aslında o meyvelere, çiçeklere güzelliklere can veren toprağı ve kökünün ihmal ettik. "Toprak varsa hayat var" unuttuk.
Toprağın kaç yılda oluştuğunu bilseydik belki daha çok severdik onu. Tarım yapılabilecek asgari 40-50 santimetrelik bir toprak için en az 20.000 yıl gerekir. Ama biz, onbinlerce yılda oluşan bu toprakların üstünü betonla kapladık. Yabancılara sattık. Aklıma Danimarkalıların söylediği bir söz geldi. “Biz yabancılara toprak, ev satışını serbest bıraksaydık, Almanya iki dünya savaşında kanla yapamadığını parayla yapar ülkemizi satın alırdı”.
Diğer taraftan kumlarımızın da kıymetini bilemedik. Bilmiyoruz ki, bu kumlar 4.5 milyar yıldır dünyamızın çalkalanması, yağmurlar, dalgalar, fırtınaların tesiriyle minicik hale gelmiş kaya parçalarıdır. Denizlerimizin ve sahillerimizin bu denli yıpratılması ne içindir? Doğayı sadece insanlara mı ait zannediyorsunuz?
Elinizdeki cep telefonu, bilgisayarla karnınızı doyuramazsınız. Toprak hayattır, sahip çıkalım.