Artık sinemayı öğrenme aracından çok bir sinema tarzı olduğu kabul edilen kısa film, Oscar’a aday oluyor, ödüller alıyor… Kısa film üretimi, festivallerin artmasıyla yoğunlaştı. İzmir Kısa Film Festival Koordinatörü Saygı, ülkemizde kısa film üretiminin daha çok desteklenmesi gerektiğini vurgularken Kısa film, kendi dinamiği olan bir tür olarak kabul görmeye başladı Yapımcı Menlikli de tüm sinema, hatta sanat üretimine ayrılan bütçe ve alanın daha fazla olmasını istedi. Verilen fon ve destekleri yetersiz bulup iyileştirilmesini öneren Yönetmen Bocut, kısa film çekenlerin zaman ve tecrübeden ödün vermek zorunda kaldıklarına dikkat çekti
DENİZ ALİ TATAR / ANKARA Türkiye’de film üretimi, yapımcı ve yönetmenlerin artmasıyla beraber bambaşka bir hal aldı. Sektördeki her bir çalışanın birbirine destek verip kolektif bir şekilde iyi üretim yaptığını gözlemlediğimiz bugünlerde, özellikle kısa film yapımının da bambaşka bir yöne doğru kaydığını görüyoruz. Kısa film, sinema öğrencilerinin kendini geliştirme alanı dışında yavaş yavaş bir “auteur” yönetmenlik tarzı haline mi geliyor? Hem görüntü hem de senaryo anlamında uzun metrajlı film niteliğine dönüşen kısa film yapımı, ülkemizde nasıl bir değişime uğruyor? Artık kısa filmin, sinemayı öğrenme aracından çok bir sinema tarzı olduğunu kabul etmek gerektiğini söylüyor uzmanlar. Oscar’a aday olma, hatta ödüllere boğulma standardına ulaşan kısa filmcilik, giderek festivallerin de artmasıyla beraber üretimin daha da yoğunlaştığı bir alan haline geldi. Kısa filmin geldiği yeri, geçirdiği değişimi, İzmir Kısa Film Festival Koordinatörü, İzmir Sinema Ofisi çalışanı ve yapımcı Gülen Gözkara Saygı, yapımcı Cansu Menlikli ile yönetmen Çağıl Bocut ile konuştuk. [caption id="attachment_263441" align="alignright" width="334"] Gülen Gözkara Saygı[/caption] Saygı: İzleyici ne kadar gelişirse, kısa film üretimi de o kadar artar Uzun yıllardır kısa filmin içerisinde bilfiil görevler üstlenen Gülen Gözkara Saygı, İzmir Kısa Film Festivali’nde Koordinatörlük yapıyor, aynı zamanda İzmir Sinema Ofisi’nde çalışıyor. Sinemayla bağının üniversite yıllarında oluştuğuna değinen Saygı, aslında Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu’nda (BEYSO) okurken İzmir Kısa Film Festivali’nin de başladığından söz etti. Okuldayken yaşamını etkileyen bir rahatsızlık sonucu bölümün kendisine uygun olmadığını fark ettiğini, o dönem İletişim fakültesinde arkadaşlar edinip onların kısa filmlerine yardımcı olarak sinemayla tanıştığını söyledi. Festivalin direktörü Yusuf Saygı’yla, İzmir Kısa Film Festivali’nin teknik kısmında çalışmaya başladığını bildiren Saygı, şunları anlattı: “Yaklaşık 10 yıl önce, festivalin artık İzmir’de yapılamayacağını öğrenen Yusuf Saygı, festivali beraber yapmayı ve devam ettirmeyi teklif ettiğinde hemen kabul ettim. O zaman İzmir’de bu tarz sanatsal etkinler yok denecek kadar azdı. Tematik anlamda olan bazı festivaller yapılsa da, gerçek anlamda İzmir’in bir uzun metraj film festivali de yok. İzmir’de uluslararası anlamda bir festival açlığımız olduğunu da söylemek mümkün. İzmir Kısa Film Festivali ile bu açlığı gidermeye çalışıyoruz. Bu yola girdiğimizde ilk olarak, Bremen Film Büro ile iletişime geçtik. Bremen’den öğrencileri İzmir’e getirttik ve film çekmelerini sağladık. Buradaki öğrencileri de Bremen’e götürdük, orada film çektiler. Sonra projeyi daha çok genişleterek İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’e sunduk. Projenin, kabul edilmesiyle beraber, benim İzmir Sinema Ofisi’ndeki çalışmalarım da başladı. Her yıl, ‘Yaratıcı ne katabiliriz?’ diye kendimize soruyoruz aslında. İzmir’de yaşayan, gönlü sinemada olan ve kreatif bir alanda olmak isteyen herkese kapımız açık.” “Türkiye’de kısa film üretiminin daha çok desteklenmesi gerekiyor” İzmir’de elinden geldiğince kısa film üretimi yapan gençlere destek bulmak için çaba gösterdiğini aktaran Saygı, özellikle üniversite öğrencilerinin başlama noktası olarak ne yapmaları gerektiğini sorduklarında, bir kartvizit edinmelerini, öğrencilerin kendilerini görmesi ve kolektif çalışmayı unutmamalarını tavsiye ettiğini vurguladı. İzmir’de kısa film üretimi yapan gençlere destek bulmak için çaba gösterdiğini de belirten Saygı, hem senaryo hem teknik anlamda bir filmin iyi üretilmesi için gerekenleri şöyle sıraladı: “Bir kısa filmin hikâyesi ve bu hikâyeyi karşındakine inandırmak çok önemli. Kısa film üretimi a’dan z’ye çok çok ciddi bir iş çünkü. İzmir Kısa Film Festivali sayesinde kısa film izlemeyi bir tutku haline getirmiş izleyiciler var. Aslında iyi film üretimi sayesinde oldu bu durum. İzleyicinin de gelişimi çok önemli. İzleyici ne kadar çok gelişirse film üretimi de o şekilde pozitif yönde artar. Bu etkinliklerle beraber aslında bir network alanı da oluşması çok önemli. Öğrencilerin sektör profesyonellerine sorular sorması ve söyleşilerle beraber yeni bilgiler edinmeleri de gelişim açısından önem taşıyor. Herkesin bir derdi, bir hayatı var. Bunu da rehabilite etmenin bir yolu da, o sinema sahnesinin içine girerek kendisini dışarıdan izlemek olabilir. Üretilen kısa filmler üzerine konuşabilmek ve eleştirebilmek de ayrıca önemli bir taraf aslında. Bu yüzden izleyicinin gelişebilmesi ve film üretimin iyiye gitmesi paralel ilerliyor aslında.” Türkiye şartlarında kısa film üretiminden para kazanmanın söz konusu olmadığına işaret eden Saygı, yurt dışındaki çalışmalarla para kazanılabildiğini, yönetmenin kendini tanıtmasının ve iyi bir network oluşmasının bir yönetmen için paha biçilemez olduğunu vurgulayarak sözlerine şöyle devam etti: “Yönetmenin bu anlamda kendini geliştirmesi çok önemli. Çünkü bazen öyle filmler izliyoruz ki şaşkınlık içerisinde kalıyoruz. Türkiye’de kısa film üretiminin daha çok desteklenmesi gerekiyor. Tabi ki kısa film setleri, git gide uzun metrajlı film seti veya dizi seti gibi standardını çok iyi yönde arttırdı. Bu da sinema sektöründeki yapımcıların, yönetmenlerin ve oyuncuların maddi manevi destek vermesiyle oldu. Ben de bu süreçte kısa film yapımcılığı yapmaya başladım. Çağıl ve Çağlar Bocut ile beraber, bu ekonomide zor bir işe atladık ve bu ekonomik şartlarda ciddi denilebilecek bir bütçe ile çektik. Daha da kaynak arıyoruz. Çünkü kısa film üretimi de git gide pahalılaşmaya başladı. Her zaman özenli, nitelikli ve güzel bir iş çıkması için kısa film yazanların senaryolarını yazarken, nereden destek alabileceklerini düşünerek yazmaları lazım. İzmir Kısa Film Festivali’nde zor şartlarda hazırlık yaptık. Yeni festival için bir yıl önceden hazırlık yapmaya başladık. Beş günlük bir festival yaptık, planladığımız etkinlikler, festivale sığmadı, daha uzun olması için talep aldık. Her yıl yeni bir şey koymak için çaba sarf ettiğimiz festivale başvuran filmler, hem on-line platformda hem de fiziki gösterim salonlarında izlenme rekorları kırıyor. Festival süresince herkesi burada iyi ağırlamaya çalışıyoruz. İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın destekleri her zaman yanımızda. Birkaç yıldır yaşadığımız pandemi süreci ve ekonomik kriz bizi bu yıl ekstra olarak yordu. Festival için yeri geliyor kendi cebimizden de harcama yapma durumunda kalıyoruz. Ama git gide kabuğumuzu kırdık, özellikle İzmir markalarından da destek almak bu yıl için güzel bir kazanç oldu.” Eşiyle aynı çatı altında üretim yapmanın bazı insanların gözünde kendi emeğinin yok olmasına neden olduğunu itiraf eden Saygı, Türkiye’nin de yurtdışındaki gibi cinsiyet eşitliğini destekleyen bir çizgisi olmasını, kadını sadece eş ve anne olma konumundan çıkartılmasını ve eşlerin birbirlerini birey olarak görüp üretimlerinde birbirlerine alan açmaları gerektiğini belirtti. İzmir Kısa Film Festivali’nde 21. yıl itibariyle Oscar Akademi’den aldığı sertifika ile filmlerin Oscar’a aday adayı olmasını sağlamaya başladığını da bildiren Saygı, sözlerini “Bu bizim için mutluluk verici bir şey. Ulusal Kurmaca ve Animasyon dallarındaki filmler için yapılabiliyor şu an. Türkiye’de sadece bizim festivalimizde bunun oluyor olması da bizim için heyecan verici bir motivasyon kaynağı” diyerek tamamladı. [caption id="attachment_263439" align="alignright" width="350"] Cansu Menlikli[/caption] Menlikli: Kısa film, “uzun metraja giden kestirme yol”dan fazlası Kısa filmlerde yapımcı olarak görev alan Cansu Menlikli, dinamik bir hayat istediği için sinema okumaya yöneldiğinden söz edip Menlikli, sinemayla ilişkisinin başlangıcını şöyle anlattı: “Farklı disiplinlerin bir arada olduğu bir alanda kendimi geliştirmek istedim. Bilmediğim bir sektör olduğu için de Bilgi Sinema’ya girdiğim ilk seneden itibaren deneyim kazanmak için farklı alanlarda çalışmaya başladım ve yolum KısaKes Kısa Film Festivali’yle kesişti. KısaKes’in de yurtdışına açıldığı ilk seneydi sanırım. Küçük bir ekiple büyük bir iş yapar halde buldum kendimi ve kısa filmle de yolum böyle kesişmiş oldu. Aynı sene reklamda yardımcı yönetmen olarak staj yapmaya başladım. Bir reklamda yönetmen kendi reji ekibiyle geldiği için yapım ekibine dahil oldum ve sonrasında yapımcı asistanlığı yaptım. Festival ve set, organize olabilmeyle ilgili aslında ve bu süreçte organize etmeyi sevdiğimi fark ettim. Yapımcı olarak ilerlemek beni heyecanlandırdı, bu alanda ilerlemeye başladım. Ulusal ve uluslararası kısa film üreticileriyle tanıştıkça kısa filmin, ‘uzun metraja giden kestirme yoldan fazlası olduğunu gördüm. Çok klasik olacak ama roman - hikâye farkı gibi benim için de, iyi bir hikâye üreticisi olmak hoşuma gidiyor. Yapımcılığı, ev sahipliği gibi görüyorum. Herkesin ve projenin konforunu gözetmek önceliğiniz oluyor.” Kısa film, kendi dinamiği olan bir tür olarak kabul görmeye başladı İlk yapımcılığını üstlendiği kısa filmin, sınıf arkadaşı Asiye Aksoy’un bitirme projesi olduğunu bildiren Menlikli, şunları söyledi: “Maalesef bitirme projelerinde sadece yönetmeni notlanıyor, halbuki koca bir ekip çalışıyor. Genel olarak ülkemizde festivallerin de kısa filme bakışı gibi geliyor bu tutum. Çektiğimiz senaryo bir uyarlamaydı bir nevi ve dönem dokusu olan bir filmdi. İyi mekân, yağmurlama, sette hayvan - at (kesinlikle bu filmde bir hayvana zarar verilmedi), post prodüksiyonda biraz yükü olan bir film çektik. O dönem reklamda çalıştığım için profesyonel ekiplerden de destek alabildim ama ekibin çoğu sınıf arkadaşlarımızdan oluşuyordu, kurgusunu Özgürcan (Uzunyaşa) yapmıştı. Tüm ekip ‘öğrenci filmi’ olan projemizde elinden gelenin fazlasını yaptı. Yağmurlama çok maliyetli olduğu için Büyük Ada’nın meydanında çektiğimiz sahnede belediye su tankerinin üstünde rejimiz ile dönüşümlü olarak su püskürttüğümüz an bu işi niye sevdiğimi bildiğim anlardan mesela. Senaryo aşamasında da Asiye ile çok güzel anlaştık ve sadece seti var etmek değil tüm üretimin her aşamasında içime sinerek dahil olabildiğim bir iş oldu. Sonraki süreçte de beni heyecanlandıranın ön hazırlıkta yaratıcı kısımda da var olmak olduğunu anladım ve dahil olduğum projelerde senaryodan festival sürecine işi sahiplendim. Okula başladığım 2015 yılından günümüze kısa filmlerin prodüksiyon kalitelerinde büyük bir artış gözlemliyorum. Hikâyelerin önüne geçebilecek kadar şık işler de yapılabiliyor. Kısa film, ‘öğrenci filmi’ olmaktan sıyrılıp kendi dinamiği olan bir tür olarak kabul görmeye başladı ülkemizde de. Bunun çekim imkânlarının gelişimi kadar tüketim alanın değişmesiyle de ilgili olduğunu düşünüyorum.” “Tüm sinema, hatta sanat üretimine ayrılan bütçe ve alan, daha fazla olmalı” Uzun yıllar KısaKes Kısa Film Festivali’nde görev alan Menlikli, festivalin kısa film alanında örnek bir festival olduğundan söz edip festivalle beraber kazandığı deneyimleri şöyle aktardı: “KısaKes’in geniş seçkisi, katılımcıları, kokteyller, atölyeler, eğitimler ve son senesinde Saraybosna FF ile ortak olan Pitching Platformu’yla kısa film alanında kısa film severlerin ve profesyonellerin rahat ve samimi bir ortamda buluştuğu bir alan açtık. Dünya ve ülkemizden gelen başvurularda her sene ülkemizdeki filmlerin dünya standartlarını yakalamaya ne kadar yaklaştığını gözlemleme fırsatımız da oldu. Prodüksiyon kalitesi haricinde içeriklerin de farkı önemli bu noktada. Mesela Avrupa ve Amerika’dan gelen başvurularda komedi ve animasyon filmleri Türkiye’deki başvurulardan daha fazlaydı. Dünyadaki diğer kısa filmcilerin ürettikleriyle bizimkiler arasında farklar var, pek çok sebepten ve biri diğerinden daha iyi demek değil. Yine de önümüzdeki tablo sosyo-ekonomik olarak da bize çok şey söylüyor diyebiliriz. Seneler içerisinde hep aynı temalar üzerinden ülkemizin önemli yönetmenlerinin taklitleri estetikte işlenen hikâyeler kadar orijinal içeriklerin de sahalarda arttığını söyleyebilirim. Film yapımı alanında açtığımız ve Cannes, Berlin, Sarajevo gibi festivallerde katıldığımız atölyeler benim için de çok faydalı oldu. Yaptığınız işin dünya standartlarını ve imkânlarını görmek sizi de motive ediyor, yaratıcı sürecinize çok katkı sağlıyor, ülkenizde kendi koşullarınızı iyileştirmek adına itici bir güç oluyor. Ne yaptığınız kadar nasıl yaptığınız da üretimin bir parçası. Süt almaya giden bir çocuğun hikâyesini sonsuz farklı şekilde çekebiliriz. Bakış açımız, hikâyenin neresine odaklandığımız ve elimizdeki imkânlar ortaya çıkaracağımız filmi şekillendiriyor. Kısa filmde bakış açımızın ve üretim anlayışımızın değiştiğini ve genel anlamda geliştiğini görmekten mutluyum. Türkiye’de kısa filmciliğin geldiği noktadan mutluyum ama daha yürünecek çok yolumuz var. Dünyadaki tüketim alışkanlıkları değişiyor. Hepimiz artık biliyoruz ki odaklanma sürelerimiz kısaldı. Dünyada içerik üreticileri dakikalar hatta saniyeler içerisinde bir hikâye anlatıyorlar hem de oldukça teknik anlamda yetkin şekillerde. Kısa film de bu değişimden nasibini alıyor. Türkiye’de benim takip edebildiğim kadarıyla oldukça güzel tasarlanmış kısa filmler üretiliyor özellikle son 2-3 senedir.” Kısa film üretiminde şartların değişiminin tartışmalı bir konu olduğuna dikkat çeken Menlikli, konuşmasını şöyle bitirdi: “Hâlâ beş - on bin liraya kısa film çekilmesini bekleyen insanlar, içeriklerin kalitesini de eleştiriyor ironik bir şekilde. Ülke ekonomisi, çekim teknolojisinin ülkemizde üretilmemesinden dolayı döviz kuruna bağımlı ekipman kullanımı vs. gibi etkenler göz ardı edilemez halde. Telefonla da çekilir dendiğinde aklıma şu geliyor, metrajından bağımsız her film isteniyorsa tabi ki telefonla da çekilir. 40-50-100 kişilik ekip kurmadan da sadece gün ışığında da çekilir, eğer hikâyeye hizmet ediyorsa bu da tercih edilebilir. Ancak dönüp uzun metraj için ya da reklam filmleri için o zaman böyle çekilsin denmiyor çünkü sinema, sadece dakika doldurduğun bir üretim değil. Un pahalandı diye fırıncıya ‘ekmek yaparken un kullanma’ demek gibi geliyor. Ülkemizde sadece kısa filme değil tüm sinema üretimine hatta sanat üretimine ayrılan bütçe ve alanın daha fazla olması gerektiğini düşünüyorum. Profesyonel ekiplerin kısa film yapımına dahil oluşlarında büyük bir artış var. Sanıyorum kısa filmin tüketiciyle buluşması arttıkça bu daha da iyileşiyor. Ancak ekonomik olarak gerçekçi bir destek bulmak ülkemizde oldukça zor.” [caption id="attachment_263440" align="alignright" width="387"] Çağıl Bocut[/caption] Bocut: Verilen fon ve destekler yetersiz, iyileştirme gerekiyor “Brigitte Bardot” kısa filmi ve uzun metrajlı filmi “Sardunya” ile bilinen yönetmen Çağıl Bocut, yönetmen olmasında ortaokulda mahallesindeki arkadaşlarıyla yaptıkları kısa filmlerin etkili olduğunu bildirdi. Arkadaşının babasının Almanya’dan getirdiği kamera ile sinema bilgisi olmadan çekimler yaptıklarını belirten Bocut, şunları söyledi: “Çok felaket ve komik filmler yapmıştık. Ardından ilk ciddi anlamda sinemayla ilgilendiğim yer Boğaziçi Üniversitesi’nde Mithat Alam Film Merkezi oldu. Gönüllülerin, sinemaseverlerin ve öğrencilerin ayakta tuttuğu bu kurum çok fazla genç sinemacının ilham kaynağı olmuş, pek çoğunun da profesyonel olarak bu alanda ilerlemesini sağlamış olabilir. Daha sonra devam etmeye cesaret edip yüksek lisans yapmaya karar verdim. Sonrasında doktora ve reklam filmleri yönetmen olmama giden yolun önünü açtı diyebilirim.” Ciddi anlamdaki ilk kısa filmini yüksek lisans bitirme projesiyle gerçekleştirdiğini aktaran Bocut, başrol için Seyfi Dursunoğlu’nu ikna ettiğini ve mütevazi bir ekiple beraber çekim yaptığını, ilk kısa filminde yaşadığı süreci şöyle anlattı: “Seyfi Dursunoğlu ile geçen çekimlerin ne kadar eğlenceli olabileceğini tahmin edebilirsiniz. Gülmekten çekim yapamamıştık resmen, benim için çok güzel ve özel bir tecrübeydi. O dönemle şu an arasında üretim metotlarının çok da değiştiğini düşünmüyorum açıkçası. Evet teknoloji gelişiyor ve sektörde daha çok iş bilen insan yetişiyor. Hatta artık , ‘Cep telefonuyla bile bir şeyler çekebilirsiniz’ diyenler oluyor. Ancak şöyle asimetrik bir durum söz konusu. Prestijli film festivallerine seçilen ve festivallerde gösterilen filmlere baktığınızda ciddi bir maliyet harcandığını görüyoruz. Cep telefonu ile çekilmiş olması sadece PR amaçlı dile getiriliyor ama çekimi gerçekleştiren sektör profesyoneli görüntü yönetmeni, ışık şefi, sanat yönetmeninin ve diğer ekip üyelerinin kaşeleri, mekân maliyetleri, ekibin ulaşımı ve yemeği, sigortaları ve daha pek çok kalem dile getirilmiyor. Şu an, sadece bir mekânda geçecek, 2 oyuncuyla 10 dakikalık bir kısa film çekmek isterseniz bunun maliyeti 300.000TL’nin altında olması gerçekçi değil. Bunun rağmen maalesef yurtiçinde verilen fon ve destekler yetersiz. Bu konuda iyileştirmelerin olması gerekiyor. Ayrıca dünyada üretilen filmlerin sayı ve kalite olarak altında kalıyor olmamız, genç ve yaratıcı pek çok yönetmenin işlerinin kaybolmasına neden oluyor.” “Zaman ve tecrübeden ödün vermek zorunda kalıyor” Bir filmin senaryo dışında, çalışma ekibinin tecrübesi ve çekim zamanının genişliğinin kaliteyi belirleyen iki faktör olduğuna dikkat çeken Bocut, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Maalesef ülkemizde kısa film çeken arkadaşlar zaman ve tecrübeden ödün vermek zorunda kalıyor. Pek çoğu ile konuştuğumda hayalini kurdukları filmin yüzde 40-50’sinden memnun olduklarını, sürekli kafalarındakilerden taviz vermek zorunda kaldıklarını söylüyorlar. Bir diğer sorun da, maalesef çoğu setlerde kadın erkek eşitliğine önem verilmiyor. Bazı ekipler kadın yönetmenlerden bir komut geldiğinde ağırdan alıyor, hemen bir açıklama yapmaya kalkıyor. Hatta ciddiye almayanlar olabiliyor. Bu çok üzücü bir durum çünkü çok sayıda yaratıcı genç yönetmenin motivasyonu kırılabiliyor ya da istediklerini elde etmeleri zorlaştırılıyor.” Kısa ve uzun metrajlı filmin kendisi için yerinin ayrı olduğunu söyleyen Bocut, uzun metrajın uzun bir maratona, neredeyse 3-4 yıllık bir sürece sahip olduğunu, kısa filmin ise az ekiple çalışıldığından daha samimi olduğuna vurgulayarak sözlerini şöyle tamamladı: “Uzun metrajlı film için; uzun süreli plan yapmanız, sabırlı olmanız, motivasyonunuzu korumanız, senaryonuzu sürekli iyileştirmeniz, filminize fon yaratacak olanakları değerlendirmeniz, yabancı yatırımcılar bulmanız, kurguda en az 3-4 ay geçirmeniz gerekiyor. Ayrıca filminiz tamamlandığında 200’e yakın insanla çalışmış oluyorsunuz. Herkesle çok iyi anlaşamasanız da bu 200 kişinin birbiriyle uyum içerisinde, fonksiyon görecek şekilde çalışması için belli sosyal becerilere de sahip olmanız gerekiyor. Bütün bunlar da ciddi bir fiziksel ve psikolojik yük getiriyor. Diğer yandan kısa filmin bu aşamaları çok daha hızlı gerçekleşebiliyor. Bir yıl içerisinde, tempolu bir çalışma ve ufak bir ekiple içinize sinen bir çalışma gerçekleştirebilirsiniz. İşin bu kısmı üretim metotları ile ilgili açıkçası. Bunun dışında kısa film benim için çok sevdiğim ve cazip bir hikâye anlatım formu. Bir duyguyu, bir anı ya da bir karakter özelliğini anlatmak için harika bir seçenek. Ayrıca uzun metraja göre çok daha az kişi dahil olduğu için daha özgün ve samimi geliyor bana. Bu nedenle festivallerde özellikle kısa filmleri izlemeyi daha çok seviyorum galiba.”
Editör: Ahmet Ertüm