İklim kriziyle mücadelede tarihî bir adım olarak sunulan ilk İklim Kanunu teklifi Meclis gündemine taşıdığından bu yana tartışma konusuydu. 2053 Net Sıfır Emisyon hedefi ve Yeşil Büyüme vizyonu doğrultusunda hazırlanan kanun, geçtiğimiz çarşamba günü Meclis’ten geçerek kabul edildi. Ancak kanunun bu hali, bilim insanları ve çevre hareketleri tarafından beklentileri karşılamaktan uzak bulunuyor.
Hukuki yönden ise kanunun eksikleri olsa da çevre davaları için yasal zemin hazırlamasıyla olumlu bir gelişme olarak görülüyor. Ankara Barosu Kent ve Çevre Merkezi Başkanı Avukat Gökhan Candoğan, İklim Kanunu’nun Anayasa’nın 56. maddesindeki çevre hakkının iklim boyutunu güçlendiren ilk kapsamlı düzenleme olduğunu söylüyor.
Candoğan, 24 Saat Gazetesi’ne yaptığı açıklamada özellikle 3. maddede yer alan temel ilkelerin çevre hukukunu dönüştürme potansiyeline işaret etti:
“Eşitlik, iklim adaleti, ihtiyatlılık, katılım, sürdürülebilirlik gibi prensiplerin tanımlanması, çevre davalarında doğrudan kullanılabilecek bir dayanak sağlar. Bu yönüyle hukukçular için yeni bir referans noktasıdır.”
Ancak Candoğan’a göre sivil toplumun katılımı hâlâ sınırlı. Karbon Piyasası Kurulu’nda STK’ların sadece “gerekli görülürse” davet edilmesi, AB İklim Kanunu’yla karşılaştırıldığında ciddi bir yetersizlik...
Emisyon Ticaret Sistemi: Modern ama bağımsız değil
Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) için “kirleten öder ilkesinin modern hali” diyen Candoğan, sistemin TBMM’de yapılan bazı iyileştirmelerle güçlendirildiğini belirtti.
Bunlar arasında, ücretsiz tahsis kriterlerinin netleştirilmesi, ETS gelirlerinin yüzde 10’unun adil geçişe ayrılması yer alıyor. Konuya dair uyarıda bulunan Candoğan, “Karbon Piyasası Kurulu tamamen bakanlık temsilcilerinden oluşuyor. Bu, bağımsızlık açısından ciddi bir risk. Ayrıca şeffaflık mekanizmaları AB'nin çok gerisinde” sözlerini aktardı.
“Cezalar orantılı ama dikkatli uygulanmalı”
İklim Kanunu ile gelen ağır para cezaları kamuoyunda eleştirilmişti. Bu eleştirileri “perspektif sorunu” olarak değerlendiren Candoğan, “500 bin ila 5 milyon TL arası cezalar, trilyonluk iklim krizleri karşısında caydırıcı olmak zorunda. Uygulamada önceden düzeltme süresi tanınması da adalet dengesi sağlıyor” diye konuştu.
Uluslararası standartlarla uyum açısından Türkiye’nin attığı bu adımın yerinde olduğunu, ancak uygulamada keyfiyet riskine karşı dikkatli olunması gerektiğini vurguladı.
Veri şeffaflığı ve kişisel bilgiler: Hukuki denge mümkün mü?
Candoğan, şeffaflık ilkesi açısından düzenlemeleri yetersiz bulduğunu belirterek, “Sadece emisyon envanteri açıklanacak demekle yetinilmesi AB standartlarına göre zayıf kalıyor” dedi.
Ancak Çevre Kanunu ve Bilgi Edinme Hakkı çerçevesinde verilerin kamuoyuyla paylaşımının hukuken mümkün olduğunu ve KVKK ile çelişmeyecek biçimde denge kurulabileceğini ifade etti.
“Adil Geçiş” Türk hukukunda ilk kez tanımlandı
Kanunun en pozitif yönlerinden biri olarak "adil geçiş" ilkesinin tanım kazanmasını vurgulayan Candoğan, özellikle fosil yakıt sektörlerinde çalışanların durumuna dikkat çekti. Bu ilkenin Anayasa’daki eşitlik ve sosyal devlet ilkeleriyle uyumlu olduğunu vurgulayan Avukat, konuya dair, “Afşin, Elbistan gibi termik santral bölgelerinde alternatif iş alanları yaratılmazsa, bu tanım havada kalır” uyarısında bulundu.
Yerel kararlar yargı denetimine tabi ama temsil zayıf
Yerel iklim kurulları kararlarının idari işlem niteliği taşıdığını belirten Candoğan, bunlara karşı idari yargı yolunun açık olduğunu söyledi. Ancak TBMM denetiminin eksikliği ve STK temsiliyetinin sınırlılığının, yerel demokrasiyi zayıflattığını da ekledi: “Kurullarda üniversiteler, halk temsilcileri ve meslek örgütleri daha güçlü temsil edilmeli.”
AB ile karbon vergisi çatışması: Hukuki değil, stratejik mesele
Candoğan, 2026’da yürürlüğe girecek AB Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (CBAM) ile ilgili olarak, “Türkiye’nin ETS sistemini hayata geçirmesi, CBAM’a karşı en güçlü savunmadır. Hukuki mücadele sınırlı sonuç verir. Uyum sağlamak daha stratejik bir çözümdür” mesajını verdi.
“Aynı yıl zeytinliklerde madenciliğe izin veren teklifin gelmesi çelişkili”
Avukat Candoğan, İklim Kanunu’yla aynı yıl Meclis’e sunulan Maden Kanunu Teklifi üzerine yaptığı değerlendirmede, “İklim Kanunu’nun kabulüyle aynı yıl, zeytinliklerde madenciliğe izin veren teklifin gelmesi Türkiye'nin çevre politikalarında paradigmatik bir çelişki yarattı. Bir yanda sıfır kirlilik hedefi, diğer yanda doğa katliamına zemin hazırlayan düzenlemeler” sözlerini aktardı.
Enerji Kanunu’nda fosil teşviklerinin devam etmesi, Su Kanunu’nun hâlâ çıkarılmamış olması ve AB'nin izlediği entegre mevzuat yaklaşımından sapılmasının Türkiye’nin çevre hukukunda “amaç karmaşası” yaşadığının göstergesi olduğunu söyledi.
Gönüllü karbon piyasaları: Fırsatlar ve sınırlamalar
Gönüllü karbon piyasalarının yeni yasal zemine kavuşmasının olumlu olduğunu belirten, ancak güvence ve şeffaflık açısından yapılması gerekenler olduğunu da vurgulayan Candoğan, “Yasal kayıt zorunluluğu getirildi, hatalı beyanlara yaptırım öngörüldü. Ama bu sistemin başarıya ulaşması uluslararası standartlara entegre olmasına bağlı” sözlerini aktardı.
“Doğa katliamına kılıf” eleştirisi hukuken ne ifade ediyor?
Bu eleştiriye hukuki perspektiften bakan Candoğan, “Bu kanunla yeni kömürlü santrallar açılması neredeyse imkânsız hale geldi. ETS sistemi sayesinde mevcut santralların faaliyetleri ekonomik olarak zorlaşacak. Eleştirileri anlıyorum ama bu düzenleme çevre hukukçuları için önemli araçlar da getiriyor” diye konuştu.
İklim kriziyle mücadelede hukukun yeri
Avukat Gökhan Candoğan’a göre İklim Kanunu ilk kez çevre hukukunda kapsamlı bir çerçeve sunuyor. Demokratik katılım, şeffaflık ve bağımsız denetim eksiklikleri olsa da tanımların zenginliği ve yaptırım sistemleri çevre davaları için büyük fırsat doğuruyor. Ancak uygulamada etkin kılmak için katılımcı ikincil mevzuat, açık veri altyapısı, fosil teşviklerinin şeffaflığı, Su Kanunu’nu içeren entegre enerji-çevre yaklaşımı gibi reformlar hemen ele alınmalı.
“Kanun eksik ve çelişkili olsa da elimizde ilk kez çevre adaletini savunabileceğimiz bir yasal zemin var”
Candoğan’ın değerlendirmesine göre çevre hukukunda ilk kez kapsamlı bir çerçeve çizilmesi, yeni dava yolları ve hukuki dayanaklar, ETS sistemi ile fosil yatırımların sınırlandırılması ve TBMM’deki iyileştirme adımları İklim Kanunu’nun olumlu yönleri.
Öte yandan katılım ve şeffaflık eksikliği, bilimsel bağımsız denetim yokluğu, enerji, tarım, maden gibi sektörlerle entegrasyon eksikliği ve parlamento denetiminin olmamasını ise ciddi eksiklikler olarak yorumlayan Candoğan son olarak, “Bu kanun eksik, tartışmalı ve çelişkili. Ama ilk kez elimizde çevre adaletini savunabileceğimiz bir yasal zemin var. Görevimiz onu güçlendirmek” sözlerini aktardı.