Yaşanan iş savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan milyonlarca Suriyelilerden sonra şimdi de ülkemize büyük bir Afgan göçü bekleniyor. Göçlerin Türkiye’de yaratacağı sonuçları konuştuğumuz insan hakları aktivistleri, oluşan kaos ve nefret diline dikkati çektiler. İktidarların sığınmacıları siyasi malzeme olarak kullanmamasını isteyen ilgililer, özellikle Afgan göçüne ilişkin herhangi bir hazırlığın olmamasının ekonomik ve sosyolojik yeni sorunlara yol açabileceğini vurgulayıp önerilerde bulundular
M. Sait Değer- Dünyanın her yerinde olduğu gibi Ortadoğu ve Asya coğrafyasında yıllardan beri süren savaşların bilançosu, savunmasız insanlar tarafından ödeniyor. Savaşlar sonucunda milyonlarca savunmasız insan, yaşamlarını sürdürebilmek için öz yurdundan ayrılmak zorunda kaldı. Bu insanların büyük bir çoğunluğu Türkiye’ye sığınırken, buradan da dünyanın daha güvenli ülkelerine geçmenin yollarını arıyor. Suriye’de yaklaşık 10 yıl önce başlayan iç savaş sonucunda resmi verilere göre, Türkiye’ye 3 buçuk milyon insan sığındı. Bunların bir kısmı, çeşitli yollardan öncelikle Avrupa Birliği (AB) ülkelerine geçti. Halen Türkiye’de kalan milyonlarca Suriyeli sığınmacının birçoğu, zorlu şartlarda yaşama tutunmaya çalışıyor. Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların da büyük bir kısmı, AB ülkelerine geçme hayali kurarken, küçük bir kısmı, ülkelerindeki savaşın sona ermesini ve yurtlarına dönmeyi umuyor. Türkiye, daha Suriyeli sığınmacıların yaşadıkları sorunları tam olarak çözememişken geçtiğimiz haftalarda Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirip işgal etmesinin ardından ülkeden kaçmaya başlayan Afganlar, Türkiye için büyük risk oluşturuyor. Taliban’ın yönetimi almasından sonra Türkiye’ye, 1 buçuk milyon Afganın gelmesi öngörülüyor. Beklenen sığınmacı dalgasının Türkiye’de yaratacağı ağır sonuçları insan hakları aktivistlerine sorduk… [caption id="attachment_221889" align="alignright" width="402"] Mehmet Aker[/caption] “Nefret dili kullanılmamalı” İnsan Hakları Derneği (İHD) İzmir Şubesi Meclis Yürütme Kurulu (MYK) Üyesi Mehmet Aker, Türkiye’de sığınmacıların yaşadığı sorunlara değinirken oluşan kaos ve nefret diline dikkati çekti. Aker, şu değerlendirmeyi yaptı: “Yaşanan savaş sonucunda ülkemizde 3 buçuk milyon Suriyeli sığınmacı bulunmaktadır. Bu bir sonuçtur değil, bir nedendir. Birleşmiş Milletler (BM) Evrensel Beyannamesi’nin 14’üncü maddesine göre; bir insan kendi ülkesinde zor durumdaysa ve ölüm riski taşıyorsa, ikinci bir dünya ülkesine iltica edebilir. BM’ye bağlı bütün ülkeler bunu imzalamışlardır. Ancak özellikle son yıllarda toplumumuzda bir nefret dili hâkim olmaya başladı. Bu da kutuplaşma ve çatışmaya sonuç açıyor. Linç girişimlerine yol açıyor. Bu noktada iktidara önemli görevler düşmektedir. İktidarlar mülteci sorununu siyasi malzeme olarak kullanmamalı ve kesinlikle kullanmaktan vazgeçmelidir.” “1 buçuk milyon sığınmacı bekleniyor” Afganistan’dan gelebilecek sığınmacılar için de herhangi bir hazırlık yapılmadığına işaret eden Aker, şunları söyledi: “Başta iktidar olmak üzere herkesin bu yeni sığınmacı dalgasına hazır olması gerekiyor. Kullanılacak toplumsal dile dikkat edilmelidir. Aksi taktirde yeni bir kaos ortamı oluşabilir. Gelenleri zaten ölüm korkusu sarmış, ölümden ve zulümden kaçıyorlar. Afganistan’dan 1 buçuk milyon sığınmacı bekleniyor. Bunlar gelirse hiçbir hazırlık yok. Herhangi bir hazırlığın olmaması da hem ekonomik hem de sosyolojik olarak yeni sorunlara yol açabilir. Bu konuda çok dikkatli olunması gerekiyor.” [caption id="attachment_221886" align="alignright" width="385"] Av. Devran Yıldız[/caption] Yıldız: Mültecilik neden değil, acı sonuçtur İHD Batman Şube Başkanı Av. Devran Yıldız, mülteci, sığınmacı ve göçmenlerin; savaşlardan, yoksulluktan, yaşamlarını tehdit eden tehlikelerden kaçan, bulundukları yeri terk etmek zorunda kalıp yaşama tutunmaya çalışan insanlar olduğunu vurguladı. Yıldız, sözlerine şöyle devam etti: “Mültecilik, bir neden değil, acı bir sonuçtur. Terk etmek zorunda kaldıkları yerlerde yaşadıkları travmanın dışında da geldikleri yerlerde yaşamış oldukları her türlü zulüm kendilerini sürekli tekrar eden bir travmaya dönüşmekte. Emekleri sömürülmekte, kötü yaşam koşullarının olduğu yerlerde yaşamaya zorlanmakta, hakları ihlal edilmekte, şiddet görmekte ve yaşamlarını kaybetmektedirler. Devletler, tüm bu sebeple göçmenleri, mağdur bireyler olarak görmek ve onların ihtiyacı olan huzurlu barış ortamını tesis etmek zorundadırlar.” “Artık temkinli yaklaşıyorum” İnsan Hakları Aktivisti Hasan Argunağa ise, bir ülkede huzursuzluk, kargaşa ve savaşlar yaşandığında, orada kaos geliştiğini, insanların can, mal ve namus emniyetinin tehlikeye girdiğini belirterek şöyle konuştu: “Son günlerde ülkemize sığınan Afganlılara baktığımda, kadın ve çocuklardan oluşan aileler göremiyorum. Çoğunluğu genç olan Afganların, savaştan kaçan ve zor durumlara düşen sığınmacı görüntüleri vermeleri beni oldukça düşündürüyor. Zor duruma düşenlere yardım edilmesini farz bilirim. Ancak bu kez çok farklı bir durum var. Kadın ve çocuklar değil, asker gibi genç adamlar kaçıyor. Bunların çoğu büyük şehirlerde, özellikle İstanbul’da kötülüklerle anılmaya başladı. Bir insan hakları savunucusuyum ve dolayısıyla mültecileri, göçmenleri, sığınmacıları savunurum. Ama bu kez artık temkinli yaklaşıyorum. Afgan göçmenler meselesi ile ilgili olarak ülkemizde çalıştaylar düzenlenmeli, işin uzmanları konuşmalı, sorun meclise taşınıp, meclis araştırma komisyonları kurulmalıdır. Yoksa bu gidişle yarınlarda ülkemizin huzurunu bozacak vahim sonuçlar kapımızı çalacaktır.” [caption id="attachment_221887" align="alignright" width="411"] Av. Mehmet Karataş[/caption] Karataş: Yasalar yetersiz Türkiye’nin 1951 tarihli mültecilerin hukuki durumuna dair sözleşmeye coğrafi şerh koyduğunu hatırlatan, 1994 yılına kadar derli toplu bir ulusal yasal düzenlemenin yapılmadığını bildiren İHD Van Şube Başkanı Av. Mehmet Karataş, şu açıklamada bulundu: “Son yıllarda sığınmacılar ile ilgili bazı yasal düzenlemeler yapılsa da yetersiz kalmakla birlikte ikinci koruma statüsü gibi uluslararası hukukta hiç varlığı bulunmayan tanımlara yer verilmiştir. Bu yasal normlar yoğun Suriye göçü sonucunda düzenlenmiştir. Ancak göçmenlerin sorunlarına çözüm getirmemiştir. Son dönemlerde Van’ın Afganistan’dan gelen göçmenlerle anılması yeni bir olay değildir. Uzun yıllardır süre gelen bir durumdur. Yeniden gündeme gelmesi ise, ABD’nin çekilme ve Taliban’ın ülkede iktidar olma sürecindendir. Zira Van, uzun yıllardır göçmen geçiş ilidir. Son dönemde merkez konumuna gelmiştir. Bu sürecin sağlıklı atlatılabilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin uluslararası sözleşmelere uygun yürürlüğe konulması lazım. Merkezi ve yerel yönetimlerin bu alanda teknik ve personel olarak güçlendirilmesi gerekir. Ayrıca BM ofisinin tekrar Van’da açılması için gereken her şeyin yapılması lazım.” Mültecilerin geçiş döneminde ağır bedeller ödediğini vurgulayan Karataş, açıklamasını şu uyarıyı yaparak bitirdi: “Burası Van, göçmenlerin geçiş merkezi. Bazen dünyada son vardıkları, bazen de en ağır suçlara maruz kaldıkları yer. Türkiye, uzun yıllardır göç ve iltica politikasında zayıf kaldığından bu kronik bir sorun haline dönmüş. Yeni göç dalgasının Van merkezde mi kalacağı, diğer illere mi dağıtılacağı, Türkiye üzerinden Avrupa’ya mı geçecekleri veya başka amaçlarda mı kullanılacakları belli değil.”