Geçen hafta Brüksel’deki Türkiye-AB Zirvesinden sonra Türk kamu oyu, AB üyelerinin Türklere uygulayacağı vize serbesti konusuna saplanıp kaldı. Herkes bu uygulamanın önümüzdeki Haziran’da başlayıp başlayamayacağını tartışıp duruyor. Oysa bu toplantıyı yakından incelediğimiz zaman, her iki taraf için de önemli bir dönemeçle karşı karşıya oldunduğunu görüyoruz. Önce Türkiye’nin konumuna bakarak konuyu irdelemeye başlayalım. Kamuoyuna şimdilik pek yansımıyor ama Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu’nun AB’ye yaklaşımları farklı özellikler taşıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa ülkelerine pek sıcak yaklaşmıyor. Son zamanlarda ağzından Avrupa Birliği ile ilgili hiçbir olumlu sözcük duymadık. Bilakis her fırsatta eleştirel bir dil kullanıyor. Ama AB’ye üye olmaktan vazgeçileceğine dair kesin bir yargıyı da dile getirmedi. Buna karşılık, şu günlerde Cumhurbaşkanına çok yakın görüntü veren ve hemen hemen onunla birebir üslupla görüş bildiren “Başdanışmanları” AB üyeliğinin gereksiz olduğu şekilde yorumlar yapıyorlar. Hatta “jöleleriyle ünlü” başdanışmanı bırakın Avrupa Birliğini bütün Batı Dünyasını ve onun değerlerini TRT’de yaptığı haftalık programında yerin dibine sokuyor. Hakarete varan bir üslupla her hafta Türkiye’nin Batı dünyasından uzaklaşmasını temel konu alarak başta Amerika olmak üzere Batı ülkelerini yerden yere vuruyor. Çıkış yolu olarak da; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde “yeni bir düzen” kurulmasını öneriyor. Ve Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin daimi üyeleri; ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin’i hedef alarak söylediği “Dünya Beşten büyüktür” mottosunu sürekli tekrarlıyor. Bu arada inanılmaz bir şekilde Yahudi düşmanlığı yapmayı ve ikidarın beğenmediği her olayın altında onların yattığını ısrarla tekrarlıyor.Sürekli; “1492 ‘den beri bizi rahat bırakmıyorlar” gibilerden sözler kullanarak 500 yıldır Türklerin başına ne geldiyse bu tarihe bağlıyor. İlginçtir bu 1492 tarihi, Türklerin din konusunda Batı’ya göre daha toleranslı olduğunu kanıtlamak için Osmanlılarca kullanılan bir siyasi olayla ilgili.Yani, İspanyolların engizisyon mahkemelerince ölüme mahkum edilmek tehditi altındaki Yahudilerin, Osmanlılar tarafından bu ülkeden gemilerle alınarak imparatorluk topraklarına yerleştirildikleri tarihten söz ediyor başdanışman.Tam da İsrail ile enerji kaynaklarının iletişim hatlarını da kapsayacak görüşmelerin yapıldığı günlere denk geliyor bu arada Cumhurbaşkanının başdanışmanının sözleri! Eleştirdiği de Osmanlı Padişahları arasında “Sofu” lakabıyla anılan en dindar yani en Müslüman(!) 2’nci Beyazıt. Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Sofu Beyazıt, beş yüzyıl sonra bu sözleri duysa herhalde mezarında ters dönerdi! GELELİM DİĞER BAŞDANIŞMANA Çiçeği burnunda diğer bir başdanışman da, yandaşlığa soyunmadan önce, ülkemizin entelektüel birikimli insanlarına seslenen önemli bir gazetede köşe yazmaya başladı. Bizim, hala kafamız pek basmıyor, devlet memuru olan bu kişiler, nasıl olup da; bir yandan TV programları yapıp ayrıca kaleme aldıkları yazılarda sağa sola saldırıp duruyorlar. Gelelim bu başdanışmana… Bu başdanışman da, hemen her yazısında yeni bir düzenin Erdoğan liderliğinde kurulacağı yargısıyla görüşlerini sonlandırıyor. Bu “yeni” düzenin Türkiye’den başlayarak bütün dünyaya yayılacağı tezi hemen her yazıda işleniyor. Bu başdanışman da başta Avrupa olmak üzere Batı’yı “eskimiş” buluyor.Türkiye’de artık “yeni bir düzen” olduğuna örnek olarak da aşağıdaki görüşü kaleme alıyor: “Askeri ve sivil bürokrasi ‘stratejik müttefik’ dediği ABD’den ne gelirse kabul etti. Teknolojiyi üreten değil, müttefiki ABD verirse uygulayan ülke oldu. Ama bu bakış açısı Cumhurbaşkanı Erdoğan ile değişti. Türkiye şu an İHA üreten ülkeler arasında. Çünkü eskide ısrar etmedik.” Başdanışman, belki İHA örneğiyle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kızı Sümeyye için damadını İHA üreten şirketin sahiplerinden birini seçmesinin gerekçesini de böylece açıklamış olabilir. DAVUTOĞLU CEPHESİNDEN BAKINCA… Başbakan Ahmet Davutoğlu, Kasım’da güven oyu alır almaz en önemli hamlesini Avrupa Birliğine doğru yaptı.AB’den sorumlu Devlet Bakanı Volkan Bozkır göreve başladıktan hemen sonra her hafta değişik bir AB ülkesinin ziyaret ederek yeni hükümetin ciddi bir şekilde AB’ye tam üye olma konusundaki kararlılığını anlattı. Bu arada, ülkemiz gündeminde pek yer almasa da, Türkiye için yaşamsal önemdeki yeni gümrük sistemini oluşturan “Transatlantik Ticaret ve Yatırım” anlaşmasının getireceği yüklerden nasıl kurtulanacağı konusu çok önemliydi. ABD ile AB arasında imzalanacak bu anlaşma, mevcut durumuyla Türk ekonomisi için büyük tehdit oluşturuyor. Bu nedenle Volkan Bozkır’ın çantasında, AB üyelik müzakerelerinden önce AB ile Gümrük Anlaşmasının yenilenmesi ve Türkiye’nin bu yolla, ABD ile yapılacak ticarette dışlanmaması isteğine ilişkin dosya yer alıyordu. Mülteci konusu henüz gündemde değilken, Davutoğlu AB’ye gönderdiği Bakanı ve de kendisinin yaptığı temaslarda Türkiye’nin AB’ye üye olma isteğini ayrıca net bir şekilde gümdemde tutmak istiyordu. Gelin bu noktada şeytanın avukatlığı rolünü oynamaya başlayalım. Erdoğan’ın danışmanlarının “eskimiş” olarak reddedilmesini istedikleri AB, içindeki tüm tartışmalara rağmen ,geçerli “regülasyonları” yani tüm üyelerin kabul ederek dahil oldukları Birliğin yürürlükte olan temel kurum ve kuralların işlediği bir kuruluş. Bu kurallara göre, AB için, Türkiye’de yürütmenin başında mevcut anayasa uyarınca Başbakan bulunur.Başka bir deyişle, AB Türkiye’de muhatap olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı değil Başbakan Davutoğlu’nu tanımaktadır. Şeytan diyor ki; eğer Türkiye AB’ye tam üye olursa ve bu arada Erdoğan Anayasayı değiştirerek yürütme erkine “hukuken” kavuşamazsa, AB’de ve de diğer Batı ülkelerinde yürütmenin başı olarak kabul edilmeyecektir. Eğer Davutoğlu, yürütmenin başı olarak AB ile sürdürülen müzakelerde başarılı bir sonuç alırsa, Türkiye’de de “gerçek” bir başbakan muamelesi görmeye başlayacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu durumun farkında olduğu için, Anayasa ve Başkanlık sisteminin sürekli gündem tutmak için düzenlediği toplantılarda aslında tabandan AKP örgütüne de baskı yaparak hakiki kuvvetli adamın kendisi olduğu hatırlatmak istemektedir. Bunun için de devletin tüm olanaklarını sonuna kadar kullanıp “yürütmenin kendi arkasında olduğu” görüntüsü vererek gücünü sürdürmek arzusundadır. Başbakan Davutoğlu’nun AB ilişkileri yanı sıra, dünyaki ve Ortadoğu’daki önemli aktörlerle devamlı temas halinde olmasının da kendine puan kazandıracağını düşünüyor olabilir. Belli ki “Yukarıyı” ürkütmeden, Davutoğlu hareketliliği ile kendisini ispat etme yolunu seçmiş izlenimi veriyor.Ayrıca Erdoğan’ın tersine sakin bir politikacı görüntüsü sergileyerek sempati toplama peşinde olduğu da söylenebilir. TESADÜF MÜ DERSİNİZ ! Bu arada önemli bir gelişme mutlaka gözünüzden kaçmamıştır. Bildiğiniz gibi AB ‘nin temel ilkelerinin başında demokrasi ve onun vazgeçilmezi “ifade ve basın özgürlüğü” geliyor. Ve de doğal olarak mülkiyet hakları. Ve Davutoğlu mülteci dosyası nedeniyle tam eli kuvvetli bir şekilde AB liderleriyle masaya oturacağı sırada Zaman Gazetesine el konularak “kayyum” atanıyor. Düne kadar iktidarın en büyük destekçisi olan ve- iddiaya göre -en çok satan gazetesi susturuluyor. Böylece Zirve öncesi Türkiye karşıtlarına yeni silah hediye ediliyor. Destekleyenlerin ellerindeki kozlar zayıflatılıyor. Bu “Yeni Türkiye’nin” yeni düzeninin temel taşları “yepyeni mahkemeleri” de mi AB’ye karşı acaba? Yok canım tamamen tesadüf olmalı , AB Zirvesi öncesi en yüksek tirajlı gazeteye el konulması!