Antakyalı: Görsel gürültü çağı içinde sesimizi duyuramıyoruz

Gazeteciler Cemiyeti tarafından yürütülen ve Avrupa Birliği (AB) tarafından finanse edilen “Demokrasi için Medya/Medya için Demokrasi” programı (M4D) kapsamında, Ankara’daki Basın Evi’nde gerçekleştirilen gazetecilerle haftalık buluşmalar devam ediyor. Mayıs ayı etkinliğinin son söyleşisi Foto Muhabiri ve Foto Muhabirleri Derneği (FMD) eski Başkanı Abdurrahman Antakyalı’nın “Türkiye’de Foto Muhabirliği Deneyimi ve DepoPhotos Girişimi” adlı sunumu oldu
[caption id="attachment_157778" align="alignleft" width="306"] Yusuf Kanlı: 6 Haziran’da bitmesini öngördüğümüz Basın Evi Destek Paketimizi, Bayram süresini ve yoğun talepleri göz önüne alarak 11 Haziran 2019’a kadar uzattık[/caption] SULTAN YAVUZ - Gazeteciler Cemiyeti tarafından yürütülen ve Avrupa Birliği tarafından finanse edilen “Demokrasi için Medya/ Medya için Demokrasi” programı (M4D) kapsamında, Ankara’daki Basın Evi’nde düzenlenen gazetecilerle buluşma etkinlikleri devam ediyor. Mayıs ayının son söyleşisi ni gerçekleştiren Foto Muhabiri ve FMD eski Başkanı Abdurrahman Antakyalı, “Türkiye’de Foto Muhabirliği Deneyimi ve DepoPhotos Girişimi” sunumu ile genç gazetecilere deneyimlerini aktardı. Söyleşinin açılış konuşmasını yapan Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı ve M4D Program Direktörü Yusuf Kanlı şöyle konuştu: “Biz Basın Evi’ni açarken, bu proje ile Ankara’da hem basının sorunlarını hem de basının ilgilendiği konuları tartışacak bir platform oluşturmaya başladık. Yıllarca bu projenin üstünde durduk ve sonuçta hayata geçirdik. Biliyorsunuz bu proje sadece bir konuşma projesi değil, aynı zamanda çeşitli şekillerde gazetecilerin ve gazeteci kurumlarının yapısal güçlendirilmesini de amaçlamaktadır. Söyleşi programlarımız çerçevesinde çok güzel söyleşiler yaptık. Bugün de çok sevdiğim bir dost, Anadolu Ajansı’nda birlikte görev yaptığım, dünyanın dört bir tarafını kamerasıyla dolaşmış ve tarihe not düşmüş Abdurraman Antakyalı arkadaşımız bizlerle… Hep tartışılmıştır, bazı arkadaşlar muhabirliği foto muhabirliğinden farklı görüyor ama birbirlerini tamamlarlar. Hepsi haberci olmanın ögeleridir, hangisinin daha üstün olduğunu düşünmek abestir. Aradaki fark sadece fotoğrafı çeken kişinin fotoğraftan dolayı adının üstte yazmasıdır. Antakyalı ve arkadaşları ‘Emekli olduk, köşemizde oturalım’ şeklinde gazetecilikle hiç bağdaşmayacak bir cümleyi kurmadılar ve daha aktif olmaya karar verdiler. Bugün de bize dijital çağda değişen foto muhabirliğini anlatacak.” Antakyalı, “Tarihteki ilk fotoğraf sekiz saatte üretildi” Kanlı’dan sonra söz alan Abddurrahman Antakyalı, 1989 yılında Anadolu Ajansı’nda foto muhabirliğe başladığında hayatının mesleğini bulduğunu düşündüğünü belirtti. Muhabirin olayları haberle, foto muhabirlerin ise çektikleri görsellerle anlattıklarını kaydeden Antakyalı, “Hem fotoğrafı hem de muhabirliği barındırıyor. Gazetecinin fotoğraf çekeni yani…” dedi. Mesleğe başladığı yıllarda siyah beyaz filmle çalıştıklarını kaydeden Antakyalı, 1990 yılında ajansın önemli olaylarda renkli film kullanmaya başladığını söyledi. 1990’lı yılların ortalarından itibaren dijital makineyle karşılaştıklarını ve o dönem için ajans tarafından kendilerine verilen fotoğraf makinelerine “gözleri gibi baktıklarını” belirtti. O dönemde internetin olmadığına dikkat çeken Antakyalı, “Bilgisayar ve photoshop vardı, dijital teknolojiden önce photoshop geldi” dedi. Filmleri scanner cihazından taradıklarını ve photoshop programı sayesinde karanlık odadan kurtulduklarını kaydeden Antakyalı, dijital fotoğraf makineleriyle birlikte film yıkama derdinin olmadığını, hız kazandırdığını ve bu sayede fotoğraflarını rakiplerinden daha hızlı bir şekilde servis ettiklerini ifade etti. Gazeteciliğin teknolojiyle çok içli dışlı bir meslek olduğunu ve foto muhabirlerin de teknolojik araçlar kullandığına vurgu yapan Antakyalı, tarihte çekilen ilk fotoğrafı göstererek şunları kaydetti: “1826 yılında çekilen ilk fotoğrafta keskin gölgeler görüyoruz, hatta çok anlaşılmıyor. Bu fotoğraf sekiz saatte üretilmiş, neden bu kadar uzun sürüyor? Çünkü görüntüyü sabitleme noktasında o zamanın kimyasalları ancak bu kadarına el veriyor. Fotoğrafın teknolojisi biraz hantaldır, çok ağır gelişen bir süreçten bahsediyoruz. O zamanki problemler arasında ışık ciddi bir sorun. Temel olay da şu; fotoğrafı çekilecek kişinin hareketsiz durması gerekiyor. Hatta o dönemde stüdyo çekimlerinin bir çoğunda, bakanın göremeyeceği şekilde insanlar el ve boyunlarından hareket etmesinler diye kelepçeleniyorlar. 1880 yılına geldiğimizde ise gazetedeki ilk fotoğraf basılıyor. Bu zamana kadar fotoğraf çekiliyor ama o fotoğraflar gazeteye basılamadığı için, resimleri yapılarak gazeteye konuluyor. Eski fotoğraflarda insanların yüz ifadesi şaşkın ya da korku içindedir. Magnezyum patladığı için insanlar tedirgin olmaktadır çünkü. Oscar Barnack, Leica fotoğraf makinesini icat edince, fotoğraf da törensel olmaktan çıktı. Foto habercilik 1928 yılında Solomon’un çektiği fotoğrafla başlıyor. Fotoğraf çok önemli bir hale geldiğinden, insanlar her yere gidiyor, savaşların, ünlü insanların fotoğraflarını çekiyorlar ve altın çağ başlıyor, fotoğraf dergilerinin satışları yükseliyor. Fakat Solomon o makineyle 1990’lı yılların ortalarına kadar fotoğraf çekebilirdi. Asıl kırılma dijital fotoğrafçılıkla başlıyor.” “Şimdi üretilen fotoğrafların yüzde 85’i akıllı telefonlarla çekiliyor” Antakyalı, 2017 yılında 1 trilyon 200 milyar ve dakikada iki milyon fotoğraf çekildiğini söyleyerek, kurucularından olduğu Depo Photos’ta her gün binlerce fotoğrafa baktıklarını ifade etti. Antakyalı eskiden Nikon ve Canon gibi markaların kullanıldığını, şimdi ise üretilen fotoğrafların yüzde 85’inin akıllı telefonlarla çekildiğini belirtti. Antakyalı şunları söyledi: “Üretilen fotoğrafların yüzde dördü tabletle, geriye kalan yüzde 11 de fotoğraf makinesiyle çekiliyor. Dijital makinenin olumlu yanları, teknik kalitenin çok yükselmesi ve sınırlarımızı geliştirmesi. Dijital teknolojinin ilerlemesiyle ve internetle birlikte telif anlamında da bir rahatlama yaşadık. Mesela çektiğiniz fotoğrafı kaçak olarak kim kullanmış diye Google görseller ya da benzer uygulamalardan bulabiliyorsunuz. Söz gelimi fotoğraf makineniz çalındı, eskiden bulabilmeniz mümkün değildi. Şimdi makinenin seri numarası ile çekilip internete konulan fotoğraftan o kişiyi yakalayabiliyorsunuz. Bunlar bizim açımızdan yaptığımız işi kolaylaştırıcı ve güvenli kılıcı gelişmeler. Çektiğimiz anda fotoğrafı görebilmemiz, tekrar çekip düzeltem şansımız oluyor.” Depo Photos 2012 yılında hayata geçirdikleri Depo Photos sitesini anlatan Antakyalı, “Eski fotoğrafçı arkadaşlarımız ve kurumlardan aldığımız fotoğraflarla, Türkiye’nin çok ciddi bir görsel veri bankasını kurmak ve insanların da rahatça ulaşabilmelerini sağlamak istedik. Tabi bunları toplarken sıkıntılar da yaşadık, mesela bir kutu film var ve üstünde sadece “1962” yazıyor. İçinde ne var bilmiyoruz, kimisi ayrıntılı yazmış, kimisininki de puzzle çözmek gibi… Dijitalde ise artık hangi tarihte çekildiği, hatta konum bilgileri olabiliyor, araştırmak da kolaylaşıyor “dedi. İnternetle birlikte eğitim şansının da arttığının vurgulayan Antakyalı, “Eğitim videoları çok arttı, bir fotoğraf makinesinin nasıl kullanılacağı, özellikleri, Youtube’a yazdığınız an çıkıyor” dedi. Antakyalı zaman tasarrufu sağlanabildiği için içeriğe daha fazla yoğunlaşıldığını ifade ederek, iki yıllık bir muhabirin 10 yıllık bir gelişme gösterebildiğini, sürekli bir ilerlemenin söz konusu olduğunu ancak bu durumun da yeterince sindirilemediğini söyledi. “Dijital çağ bizi rahatlatacak derken, gazeteciliği gömdü” Fotoğrafın çok fazla kullanılmasıyla birlikte “görsel gürültü çağı” içinde foto muhabirlerin seslerini duyuramadıklarını kaydeden Antakyalı, iyi fotoğrafların gözden kaçtığını belirtti. Hız baskısının iyi sonuçlar doğurmadığını, mevcut haber sitelerinin daha basın toplantısı bitmeden fotoğraf istediklerini vurgulayan Antakyalı dijitalin getirdiği olumsuzlukları şöyle dile getirdi: “Şimdi foto muhabir istihdam edilmiyor, çok az kişiyle ve editörle iş döndürülmeye çalışılıyor. Bir editör günde tahmini 40 bin fotoğrafa bakıyor. Gazetelerde çok az kadro, düşük maaş ve uzun çalışma nedeniyle sorunlar çıkabiliyor. Dijital çağ bizi rahatlatacak derken, gazeteciliği gömdü. Bu işin profesyonelleri için işinin karşılığını alacağı, kafasının biraz da olsa rahat olacağı iş yok artık. Ben foto muhabirliğinde harcadığım emeği başka işe harcasam eminim o işlerin en iyisi olurdum. Ben foto muhabirlerini, hayatın kısa çöplerini gönüllü olarak seçen insanlar olarak görüyorum. Bir dönem tahammül edilebilirdi belki koşullar ama şimdi çok tuhaf yerlere gitti. Whatsappla, e-maille faksı ve telefon faturalarını ortadan kaldırdık, bir basın kuruluşunun temel masrafı kalktı dedik ama herkes bunu düşünmüş olacak ki, çok kişi medya sektörüne girdi. Herkes pastadan pay almak istiyor, oyun siteleri, forumlar, haberler derken artık pastayı bölüşebilmek için lazerle kesmek gerekiyor.” “Türkiye’deki gazetelerin yarısının foto muhabiri yok” Antakyalı, gazetelerde artık gazetecilerin söz sahibi olmadıklarını kaydederek, şöyle devam etti: “Vermeden almak, bir Allah’a bir de Türkiye’deki medya patronlarına ait. Eskiden reklam payı sayesinde, haberi yakaladığımızda peşinden koşabilirdik, bütçe sorunumuz yoktu. Şimdi fiyatlar çok düştü ve böyle bir mali yapı içinde ilk gözden çıkarılanlar da foto muhabirleridir. Şu an Türkiye’deki gazetelerin yarısının foto muhabiri yok. Sonra da okuru suçlayarak, ‘The New York Times’ın 790 milyon dolarlık abonelik geliri var, bizim Türk halkında bu alışkanlık yok’ deniyor. Senin neyini okuyacak ya? Kadrolu gazeteci yok, doğru düzgün editörün yok, olanı küstürmüşsün. Iyi bir şey üretirsen ben zaten sana para veririm. Foto muhabirleri de hayatta kalabilmek için çektikleri fotoğrafları reklam ajanslarına satabiliyorlar. Savaş muhabirlerinin büyük çoğunluğu savaş karşıtıdır. Hatta Robert Capa’nın çok güzel bir lafı vardır, ‘Keşke işsiz bir savaş foto muhabiri olsaydım’ diye. Oradaki acıları gördükçe hümanizminiz katlanarak büyüyor. Örneğin Afganistan’da çekilen fotoğrafın dünyanın en büyük silah üreten firmalarından birinin akıllı roketinin tanıtımı için kullanılması trajiktir. Fakat fotoğrafçı, evinde yiyecek bekleyen bir çocuğu olduğunu ve bunun savaş karşıtı olmadığını göstermediğini belirtti. Yani, mali yapı bozulduğu için bizden bedava fotoğraf bile istenebiliyor. Acaba bakkaldan yarım kilo şeker isteyebiliyor musunuz? Biz çalışma saatleri ücrete bölününce dünyanın en ucuz işgücü arasında yer alıyoruz. Bir de basın kartı verilmiyor. 14 yıllık bir arkadaşımız işten çıkarılıyor, sürekli basın kartına süresi yetmemiş mesela. Basın kartı elinden alınıyor, peki nasıl yapacak görevini? Toplumsal bir olayı çekerken tutuklanıyor basın kartı yok diye. Berber işten çıkınca, elinden belgesini alıyor musun? Ya da doktor işten çıkınca diplomasını alıyor musun? Gazetecilikteki bu saçma kural Demoklas’in kılıcı gibi üstümüzde sallanıyor ne yazık ki…” “İnsanlar artık basit insan öyküleri okumak için açlık duyuyor” Antakyalı, insanların aradığı haberlerin sansosyanel olmayan, hayata dokunan hikâyeler olduğunu ve medyanın bununla ilgilenmediğini vurguladı. Antakyalı, “Medya bir sirke dönüştü. İnsanlar artık basit insan öyküleri okumak için açlık duyuyor” dedi. Foto muhabirlerin STK’lara proje sunduğunu söyleyen Antakyalı, burada ise temel tehdidin içeriğe müdahale olduğunu ve gazetecinin özgür davranamadığını hatırlattı. Antakyalı şunları söyledi: “Bizim ülkemizde parayı aldığınız yerin aleyhinde yazamazsınız mesela… Parayı veren yere şirin görünmek ise gazetecilik değil, piar oluyor. Gazetecinin piar yapması korkunç, işimiz bu değil ki… Piarcı gazetecilik yapsa aç kalır ama gazeteciyi piarcı yapmaya başladılar. Kendisiyle ilgili olumsuz haber yaparsa, reklamını kesmekle tehdit ediyor. Bununla birlikte, acı olaylar artık gazetelerde daha az yer tutmaya başladı. Reklam verenler, o acı tabloyla kendisini yan yana görmek istemiyor, bir de kılıf uydurmuşlar; ‘şiddetin pornografisi, çocuğum görmesin’ diye. Tabi ki görmesin, basın kasaba dönsün demiyorum ama siz savaşı neyle anlatacaksınız? Bir denge tutturmalısınız. Görüntülerin yüzde 50’si mobese kamerasından Antakyalı, televizyonda çalışan bir arkadaşının, “Biz o kadar çekiyoruz ama görüntülerin yüzde 50’si mobese kamerasından alınıyor” dediğini aktararak, yurttaş haberciliğine dair de şunları söylüyor: “Vatandaşlar da artık çektikleri fotoğrafları yüklemeye başladılar, nitelikli olanları da var. Yeni mecra instagram, zamanın ruhunu yakalamak için gazeteciler de halkla duvarı kaldırıp cin fikirler üretmeye başladılar. Mesela Sandy Kasırgası için cep telefonuyla çekilen fotoğraflar hashtag ile yayınlandı. Bunu gören vatandaşlar da orada fotoğraf çekip hashtag ile yayınladılar. Bu önemli bir olaydı ve cep telefonuyla çekilen fotoğraf kapak olmuştu. Elbette her şeye bizim erişmemiz mümkün değil, elbette halktan da yararlanacağız. Sadece biz çekeceğiz olayı yok, önemli olan tarihe sorumluluğu yerine getirmek. Yurttaş gazeteciliği güzel bir fikir gibi duruyor, fotoğraf bizim tekelimizde değil ama bunu her yere yaymaya çalışırsan çuvallarsın.” “Gelinen nokta ortada; Instagram’da en fazla beğeni alan fotoğraf bir yumurta” Bilgi toplumundan ilgi toplumuna dönüşüldüğünü belirten Antakyalı, “Gelinen nokta ortada; Instagram’da en fazla beğeni alan fotoğraf bir yumurta. 12 yaşındaki kızıma olayı anlatınca, ‘Baba hemen takip etmem lazım’ dedi. Bu adam demek ki zamanın ruhunu yakalamış. Çekilip de yayınlanan fotoğrafların yüzde doksan sokuzunu içeriği boş, kalıcılığı yok, el alışkanlığı” dedi. Etik konusunun da gündeme geldiğini söyleyen Abdurrahman Antakyalı, fotoğrafa müdahale konusunda da şunları söyledi: “Eskiden de fotoğraf üzerinde oynanırdı ama bu kadar kolay değildi fark etmek. Şimdi hemen fark ediliyor. Fotoğrafa müdahalede sınır olmalı, abartılmamalı. Medya patronları yakın olduğu siyasetçiye rötuşlar yapar mesela. Bence bir yandan da bu durum bize mesleğin içindeki çürükleri görebilme şansı tanıyor. Çünkü siz belgesel fotoğrafa müdahale edemezsiniz. Orada olmayan insanlar için görüntü getirdiğiniz için sınırları keskindir. Siz ham görüntüyü, gerçeğe en yakın olanı getimek zorundasınız.”