Bugün saygın ve itibarlı bir iş kolu olan gazeteci mesleği, yıllardan bu yana iktidara gelen pek çok yöneticinin gazabına uğrayıp, birçok hakları elinden alınmışsa da yinede gazeteci unvanına sahip olmak başlı başına bir meziyettir. 10 Ocak 1946 yılından beri şartlar ne olursa olsun Ankara Gazeteciler Cemiyeti olarak çalışan gazeteciler bayramını kutlamayı ihmal etmediğimiz gibi kuruluş yıldönümümüzü de bu tarihi günde kutlamaktayız. İnsana gurur ve onur veren bu heyecanı yaşarken sırf 2016 yılında 780 gazetenin basın kartlarının iptaline de üzüldük. Bu arada 189 gazeteci sözlü ve fiziksel saldırıya uğradı. Can Dündar İstanbul Adliye Sarayı önünde silahlı saldırıya hedef oldu. Hürriyet Gazetesi yazarı Ahmet Hakan, evinin önünde gözü dönmüş kiralık kabadayılar tarafından kemikleri kırılıncaya kadar dövülmüştü. Tabi sırf Can Dündar, Ahmet Hakan değil böylesi fiziksel saldırıya uğrayanlar. Mesleğin zorlukları arasında ölümle burun buruna gelmekte var. Bugün dünya medyasında çeşitli nedenlerle hayatını kaybeden yüzlerce basın mensubu her ne kadar yüreğimizi sızlatıyorsa da ne pahasına olursa olsun en tehlikeli olayları objektiflere yansıtmak için hayatı pahasına silahların önüne atlayan foto muhabirlerini de unutmamak gerekir. Ben, gazeteci eşim Orhan Gürdil’le evlenip Ankara’ya gelin gelmeden önce İstanbul-Şişli’de bir bankada memur olarak çalışan biriydim. O yıllarda eşim işadamı Şahin Aymete, sinemacı Refia Başar ve ünlü foto muhabiri Mehmet Sürenkök’ün sahibi oldukları Resimli Posta gazetesinde çalışıyordu. Ev işlerimi yaptıktan sonra bende eşimin çalıştığı gazeteye giderek yavaş yavaş bu mesleğe bulaşmaya başlamıştım. Klişe arşivinden başlayan bu çalışmam resim altları yazmaya kadar devam etti. Bugün gazetesinin sahibi rahmetli Faruk Taşkıran’ın devamlı isteği üzerine bende kadrolu gazeteci olarak Bugün gazetesinde gazetecilik görevine başladım. Hiç unutmam gazeteye geldiğim ilk gün yazı işleri müdürü Kamuran Özbir, elime bir kalem, birde defter vererek bana Süleyman Demirel’in Başbakanlık binasında yapacağı basın toplantısını izlememi söylemişti. Şaşırmadım, korkmadım desem yalan olmaz, o güne kadar böyle bir toplantıya hiçbir şekilde katılmadığım gibi, Başbakan Süleyman Demirel’i de hiç yakından görmemiştim. Gazeteciliğin bir şartı da şartlar ne olursa olsun habere ulaşmak için elindeki bütün imkânları kullanmanın şart olduğunu bilmeme rağmen rahmetli Demirel’in basın toplantısı yapacağı masanın bir kenarında da ben oturmuştum. Yerli, yabancı pek çok basın mensubunun içinde hanım olarak bir tek benim oluşum diğer meslektaşlarımın ilgisini çekmekte gecikmemişti. Bu arada bana gazetesinde iş vermek için devamlı teklifte bulunan rahmetli Mehmet Sürenkök, durmadan resimlerimi çekerken benim nasıl sıkılıp utandığımı fark etmiyordu. Sürenkök’ün, unutulmaz bu siyah-beyaz fotoğrafları aile arşivimde yerini korumaktadır. Tabii ertesi gün gazetemde Süleyman Demirel’in konuşması yer alırken bende tarifi imkânsız bir gurur içinde seviniyordum. Oysa haber benim değil Anadolu Ajansı kanalı ile gazeteye ulaşmış aylar, yıllar çok çabuk geçmiş bu meslekte tabiri caizse biraz tecrübe sahibi olmuştum. O yıllarda Basın Yayın Genel Müdürlüğü “Türk basının da kim kimdir” adlı albümünde yer alacak kadar tanınan bir gazeteci olmuştum. Görev aldığım pek çok haberi çalıştığım gazeteye aktarırken, bazı olaylarda da atlatıldım. Gazetecilikte haber ayağa gelmez, habere siz gideceksiniz, size gelen haber daha önce buzdolabına konmuş haberdir. Bu meslekte başarılı olabilmek için gerek erek ve gerekse hanım basın mensuplarını kalemlerini hiçbir şekilde şahsi menfaatleri için kullanmamaları, haberini yazabilecek her kim olursa olsun dostluğunu belirli seviyede tutması, onun, bunun sözü ile bir başkası aleyhinde yazı yazmak bu meslekle bağdaşmayan hususiyetlerdir. İtibarlı, saygın bir gazeteci olabilmek için günlük kıyafetinize ve günlük bakımınıza aşırı derecede özen göstermelisiniz, ceketsiz, bağrı açık bir kıyafetle katılacağınız bir toplantıda size pek saygı duyulmayacağınızı bilmelisiniz. Davetlerde, kokteyllerde ilk defa açık büfede yemek yiyormuşsunuz gibi davranmayın. Büyüklerinizle özellikle, politikacılarla diplomatlarla ilişkilerinize çok dikkat etmelisiniz sizin bir hatanız çalıştığınız kuruma mal edilir. Tüm sanatçılarla senli, benli olmamanız gerekir. Zira o camiada istenmeyen insan olursunuz, size verilen görevi yerine getirebilmeniz için bütün zekânızı kollanacak çareler yaratın. Basın kartı gül değil hemen yakaya takılsın o değerli kartı alabilmek için sizinde çok fedakârlıklara göğüs germeniz gerekmektedir. Patron iş ilişkileri daima taraflar arasında problem olmuştur. Bugün 157 yayın organın kapatıldığı ülkemizde işsiz gazeteci sayısının 10 bine ulaştığını belirtmek bu mesleğin öyle kolay bir işkolu olmadığını söylemekte fayda vardır. Mesleğinle ilgili bir anımı anlatarak bugünkü köşe yazıma son vereyim. Bir ara Saklambaç adı renkli İstanbul’dan yayımlanan gazetede magazin muhabiri olarak görev yapıyordum. Yugoslavya Büyükelçisi, Türk kökenli bir diplomat olup gayet güzel Türkçe konuşuyordu. Eşimi arayıp “Sefire hanım sefarette bir davet verecek Ankara’daki tüm Büyükelçilerin eşleri bu resepsiyona davetli. Yalnız bir ricası var. Bu davette konuklarına bir Türk sanat müziği konseri sunmak istiyor, bu günümüze katılabilecek bir sanatçıya acil ihtiyacım var diyerek benden yardım istedi” diyen Büyükelçiye olumlu cevap veren eşim durumu bana aktarınca kolları sıvayıp böyle saygın bir davette Türk Sanat Müziği’nin seçme örneklerini icra edebilecek bir sanatçı aramaya başladık. O günlerde, Ankara Radyosu’nda solist olarak program yapan, Seçil Heper, Muazzes Abacı, Ayten Zenger, Güler Göksel, Gönül Söyler gibi sesleri ile öne çıkmış pek çok sanatçı vardı ama saz meselesi ortaya sorunlar çıkarıyordu. Aklımıza Neşe Karaböcek geldi. O günlerde Maltepe’de Kervansaray adlı bir gazinoda program yapıyordu ve ailece bu sanatçı ve eşi ile sık sık bir araya geliyorduk. Sefaretteki daveti anlatıp katılıp katılmayacağını sorduğumuz zaman aldığım cevap bizi fazlası ile rahatlattı ve sevindirdi. Ankaralıların sevdiği Neşe Karaböcek, resepsiyona sazı ile katılarak 70’in üstünde sefireye Türk Sanat Müziği’nin seçkin örneklerinden seçilmiş bir program sunmuş Ankara sanatçı Neşe Karaböcek’i coşku ile alkışlamışlardı. Tabu bu olayı haber olarak Saklambaç gazetesine bildirdim. Birkaç gün sonra gazetede yarım sayfa yer alan bu haber üzerine o günlerde İstanbul’un büyük gazinoları yapmakta oldukları programlarına bir as solist arama telaşı içinde iken gazetede çıkan bu haber üzerine soluğu Ankara’da almışlar ve Neşe Karaböceği İstanbul’a götürmek için keselerinin ağzını açmışlardı. Neticede benim bir haberim üzere Neşe Karaböcek İstanbul Gazinolarına as solist olarak giderken, İstanbul’da Zeki Müren, Behiye Aksoy, Emel Sayın’dan sonra Ankara’dan gelen yeni bir yıldızı dinleme mutluluğuna kavuşmuşlardı. Neşe Karaböcek, Türk Sanat Müziği icracısı olarak yıllar boyu çalıştığı İstanbul sahnelerinde daima sevilen, sayılan bir sanatçı olarak kariyerini korumuştur. Bu arada bir notumu da bir kenara kaydedin. “Âlim unutmuş, kalem unutmamış” Yazılmayan şeyler çabuk unutulur. Bu da insanların daha ziyade gazetecilerin başarısını olumsuz olarak etkileyen bir faktördür. Bugün İletişim fakültelerinden her yıl yüzlerce genç yetenek mezun olup basın mesleğinde görev almak istemesine rağmen ancak yüzde 10’u bu fırsatı yakalayabilmektedir. Geçmiş yıllarda patron kaprislerine yenilen gazeteciler şimdilerde ise aşarı teknolojinin getirdiği yeniliklere kurban olmaktadır. Yinede gazetecilik zor, zor bir meslektir. Ama şerefli, onurlu, saygın bir meslektir. GAZETECİLER CEMİYETİ’NİN KURULUŞ TARİHİ Zamanın Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın makamında yürekleri meslek ve vatan sevgisi ile dolu gazeteci 7 genç 10 Ocak 1946 günü heyecanlı isteklerini ilettiler. ‘Bizler Mekki Sait Esen, Niyazi Acun, Aka Gündüz, Bilal Akba, Adil Akba, Sebahattin Sönmez ve Muaffak Menemencioğlu’yuz Ankara’da Gazeteciler Cemiyeti kurmak istiyoruz’ “Peki” der vali “Hangi amaçla?” “Basın organlarındaki gazetecileri bir araya toplamak mesleki ve sosyal haklarımızı geliştirmek, mesleğin mecbur kıldığı hak ve özgürlükleri savunmak, tüm üyelerimizle birlikte Cumhuriyet ve demokrasiyi kollamak ve ülkenin bölünmez bütünlüğünün sonuna kadar yanında olmak için” sözleriyle cevaplar kurucu heyet üyeleri Vali Tandoğan’ın sorusunu ve eklerler “Bu söylediklerimizi taahhüt olarak kabul edin.” Yine “Peki” der Cali Nevzat Tandoğan “Vatan için hayırlı olsun.” 7 gazeteci heyecanla girdikleri Ankara Valisi’nin bu kez daha büyük heyecan ve coşku ile çıkarlar: “Gazeteciler Cemiyeti Kuru” kurulmuştur. Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçişiyle, daha açık bir deyimle çoğulcu demokrasiye geçişle yaşıt ve koşut olan Cemiyetimiz bu taahhütten yola çıkarak o günlerde Mithatpaşa Caddesindeki mütevazı bir binanın zemin katında Mekki Sait Esen başkanlığında bir avuç gazeteci üye ile çıktığı yolu sevgi ve dayanışma ile pekiştirmiş, 2000’i aşkın üye sayısı ve bağımsız mali gücü ile bugün, Türkiye’nin en eski en büyük ve saygın meslek kuruluşlarından ve sevil toplum örgütlerinden biri olmuştur. Cemiyetimiz kuruluşundan bu yana geçen yetmiş bir yıl boyunca devletinin yanında yer alarak Cumhuriyet, çoğulcu demokrasi, ifade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere özgürlüklerin yılmaz bekçisi olmuştur. Gazeteciler Cemiyeti aşıladığı bu güvenle mesleki ve diğer önemli kurumlarında hak ettiği yeri almıştır.