Utku ŞENSOY İlk resim Amerika Birleşik Devletleri’nin eski Başkanı BarrackOBAMA’nın 2009 yılında gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretinden. OBAMA, Müslüman ülkeler arasında ilk uluslararası gezisini Türkiye›ye yapmıştı. İkinci resim ise, Beyaz Saray’da 4 ayını geride bırakan Donald TRUMP’ın, ilk yurt dışı seyahati olan Suudi Arabistan’dan. TRUMP, selefinin aksine Ankara yerine Riyad’ı seçti ve Suudilere Arap-İslam-Amerikan Zirvesi’ni düzenletip aralarında Türkiye’den Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun da bulunduğu 55 Arap ve İslam ülkesinin temsilcisine seslendi. Buraya kadar her şey normal gibi görünüp, hatta; “ne var bunda adam ne güzel Müslüman dünyası ile bir araya gelmiş onlara doğrudan seslenmiş” diyenler de olabilir. Ama söz konusu, Türkiye’nin çıkarları olunca işimiz gereği “şeytan ayrıntıda gizlidir”düsturu ile hareket edip mesleki bir alışkanlıkla “öküz altında buzağı arıyoruz”. TRUMP, Müslüman ülkelerin liderlerine radikalleşmeyle mücadeleçağrısında bulunup; “radikalleri bu dünyanın dışına sürün” dedi. Güzel başlayan konuşmasının hemen ardından ağzındaki baklayı çıkarıp, bölgedeki istikrarsızlıktan İran’ı sorumlu tutup;“mezhepsel çatışmayı körüklemekle” suçladığı Tahran yönetiminin “izole edilmesini” istedi. TRUMP zirvenin ardından önce,Uluslararası Radikal Düşünceyle Mücadele Merkezi’ni, Kral Selman bin ABDULAZİZ ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-SİSİ ile birlikte Riyad’daki açılışını yaptı, sonra da 100 milyar dolarlık Amerika Birleşik Devletleri tarihinin en büyük silah anlaşmasını imzaladı. Devasa silah satışına ilişkin olarak da “Suudi Arabistan’ın Savunmasına yardım ediyoruz” açıklamasını yaptı. Puzzle ‘ın taşlarını yerli yerine oturtunca Washington’un Ortadoğu ve bölgemize ilişkin gelecek dönemdeki hamlelerini anlayabilmek biraz daha kolay oluyor. TRUMP, Tahran’ı “mezhepsel çatışmayı körüklemekle” suçlarken, bir süredir kulislerde ifade edilen gerçek de artık gün yüzüne çıkıp; ABD’nin koordinasyonunda Riyad merkezli, “mezhep temelli” bir “Sünni İslam ordusunun” kurulacağının net sinyallerini verdi. Bu ordunun hedefinin Tahran, koruma-kollama görevinin ise İsrail çıkarlarına hizmet etmek olduğunu söylemek sanırız pek de iddialı olmaz. Washington genişletilmiş Ortadoğu projesinde artık farklı bir safhaya, kanımızca bir kez daha doğrudan ülkemizi bu kez doğu sınırımızdaki komşumuzu hedef aldığı için çok daha tehlikeli bir platforma taşıyor. Mezhep temelli İran’ı doğrudan hedef alan bir çatışmanın sonuçları pek de kolay öngörülemeyecek bir düzeye hatta hiç arzu etmediğimiz biçimde Ankara ile Tahran’ı karşı karşıya getirebilir. 80li yıllarda yaşanan Tahran-Bağdat itilafının kazananının Washington kaybedeninin ise, başta çocuk ve kadınlar olmak üze bölge halkları olduğunu unutmamız gerekir. ABD’nin Riyad’da karşı alenen bayrak açtığı bu yeni dönemdeki riski görüp yönetsel olarak sağduyulu ve çok dikkatli bir strateji ile ele almalıyız. Aksi takdirde kendimizi başta Hatay olmak üzere, Anadolu’nun pek çok yöresinde asırlardır büyük bir uyum içindeki mezhepler mozaiğini sabote etmek isteyen “dış mihrakların kirli oyunlarının” ortasında bulabiliriz.Utku ŞENSOY [email protected]