Sadece sorunları değil, çözüm önerilerini konuşan kadınlar, toplumdaki yanlış algı ve uygulamalara dikkat çekip bu sorunlara çözüm üretti. Kadınların, mücadele etmek yerine “kadercilik” anlayışıyla sadece kendilerine sunulan yaşama mahkûm edildiği; yoğun tempo ve rekabet gerektiren alanlardan uzak tutulmaya çalışıldığı, hem ev düzenini devam ettirip hem de iş hayatında başarılı olmayı güçleştiren zihniyete dikkat çekildi
Yeşim Özdemir - Dünya Kadınlar Günü’nü içinde barındıran mart ayı boyunca çeşitli “Kadın Çalışmaları” düzenlendi. Bunlardan biri de kadınlarla yapılan “Bir sorun, bir çözüm” söyleşisi. Uzunca sohbetlerin en kısaltılmış hali olan bu söyleşide sadece sorunlar değil, o sorunlara çözüm önerileri de konuşuldu. Çeşitli meslek ve yaş gruplarından kadınlarımız, toplumdaki yanlış algı ve uygulamalara dikkat çekerek bu sorunlara kayda değer çözüm önerileri ürettiler. Mağduriyet hikâyeleri dinlemek istemiyoruz Maksude Ö. (36), dekoratif el sanatları alanında, ahşap boyama bölümünde 6 yıldır eğitmenlik yapıyor. Onun, “bir sorun, bir çözüm önerisi” sözüne ilk reaksiyonu, “kadınlarla ilgili mağduriyet hikâyeleri dinlemek istemiyoruz artık” oldu. Medyanın kadın haberlerindeki çerçevelemeyi eleştiren Maksude Hanım, kadınların tüm bu baskı ve engellere rağmen ne kadar başarılı olduklarına medyada yeterince yer verilmediğinin altını çizerek bu konuda şu değerlendirmede bulunuyor: “Medyanın her alanında kadınlarla ilgili cinayet ve şiddet haberleri yer almaya devam ediyor. Ancak maalesef hayati bir soruna değinerek bir farkındalık yaratmaya çalıştığını düşünen medya, kullandığı eril dil sebebiyle sistem ve toplumun yarattığı kadın eşitsizliğini beslemekten başka bir işe yaramıyor. Siz hiç haberleri izlerken ya da okurken, kullanılan dile ve haber çerçevelemesine lütfen dikkat ettiniz mi? ‘Boşanmak isteyen kadın, kocası tarafından öldürüldü’, ‘Ayrılmak isteyen sevgili sokak ortasında dövüldü’ vb. bir sürü saçma sapan haberleri görmediniz mi? Aslında böyle haberlerde şiddet gerekçelendiriliyor, meşrulaştırılıyor ya da özendiriliyor. Kadına ‘Boşanmak istersen senin de başına bunlar gelecek’ mesajı verilmeye çalışılıyor. Bir nevi, ‘Aman ha boşanmaya kalkma’ deniliyor. Bu haberleri izleyen kadınlar da tam da beklenilen şekilde başına geleceklerden korkup şiddete sessiz kalmayı yeğliyor. Ya da haberi izleyen erkeğe alt metinde bir gerekçelendirme verilerek haklı olduğu hissiyatı uyandırıyor. Erkek ‘Dövdüm. Çünkü boşanmak istedi’ diyebiliyor kameralara. Ve ne yazı ki birçok kadın, bu çirkin düzeni değiştirmek yerine beslemeye devam ediyor. Bazen eğitimsizlik ve bilinçsiz bir toplum oluşumuzla ilişkilendiriyor bazen de eğitimli ve toplumda kanaat önderi sayılan belli kişilerin bu hataya düştüğünü görüp bocalıyor. Buna bir örnek, Hülya Avşar’ın bir programında tanık oluyoruz. Oyuncu Mehmet Aslantuğ’u konuk aldığı programında sohbet sırasında kadınlardan konuşuluyor. Ve, Hülya Avşar alenen ‘Kadın evinde oturmalı, çocuk yapmalı, evinin kadını olmalı’ gibi çok talihsiz açıklamalar yapıyor. Bu söylem, sistemin eril dilini, kadını kamusal alandan uzaklaştıran, özel alana ‘eve’ hapseden dili besliyor. Halka mal olmuş bir sanatçının bu dili beslemesi çok utanç verici… Neyse ki Mehmet Aslantuğ bilinçli bir birey olarak, kadının toplumsal gelişimde ve üretimde ne kadar hayati bir rol oynadığını belirterek, Hülya Avşar’a şöyle cevap veriyor: ‘Hiçbir kadın, geleceğini, bir adamın vicdanına, değerine, sevgisine ve günün sonunda aklının karışmasına bırakmamalıdır.’ Evet, zor bir toplumda yaşıyoruz maalesef, bu bir gerçek. Mücadele etmek yerine ‘kadercilik’ anlayışıyla kadınlar sadece kendilerine sunulan yaşama mahkûm ediliyor. Ortadoğulu olmak biraz da böyle bir şey herhalde.” Kadın mühendis mi olur? Asıl mesleği maden mühendisi olan Ela Senem K. (34), meslek alanı erkekler tarafından işgal edildiği için kafe işletiyor. Toplumun kadınları, yoğun tempo ve rekabet gerektiren alanlardan uzak tutmaya çalıştığına işaret eden Senem, kadınlara ikincil statülerin atfedilmesinin nedenini şöyle açıklıyor: “Kadının biyolojik ve her ay değişen hormonal yapısı sebebiyle, rasyonel düşünemediği algısı var. Kadın denilince ‘naif, yumuşak, duygusal’ gibi kişilik özellikleri yapıştırılıyor hemen. Bunlar genellikle iş alanlarında dezavantajmış gibi görünse de bana kalırsa dezavantaj değil, avantaj getiren yönler. Ayrıca bu karakteristik özellikler, kadın ya da erkek herhangi bir bireyde olabilir ya da olmayabilir. Ben aslında maden mühendisiyim ama uygulanan psikolojik mobing, işin kendi yükünden daha ağır geldi. ‘Kadından mühendis mi olurmuş?’ algısı yüzünden… Koca şirkette tek bir kadındım. Böyle bir ortamda çalışırken, rahat edebilmek için, kadın bedeninize erkek kimliği yüklemek zorunda kalıyorsunuz. Giyim kuşamınızdan yürümenize, yemenize-içmenize kadar her şeye dikkat etmenizi gerektiren bir gerginlik haliyle çalışıyorsunuz sürekli. Çalıştığınız alan zaten ağırken bir de bunlara gereksiz bir efor sarf etmek zorunda kalıyorsunuz.” Çocuk da kariyer de yapamam Bilgisayar, usta öğreticiliği yapan Songül Ö. (34) iki çocuk annesi. İş kadınlığını ev kadınlığıyla birlikte yürütmenin zorluklarından söz eden bilgisayar öğreticisi, hem ev düzenini devam ettirip hem de iş hayatında başarılı olmayı güçleştiren zihniyete dikkat çekerek sözlerini şöyle tamamlıyor: “Evli bir kadın olmak direkt olarak, ev kadını olmaya endeksleniyor. Bir kere ‘ev kadınlığı’ kavramını uzun uzun tartışmak lazım. Evdeki tüm iş yükü, ‘ev kadınlığı’ sebebiyle kadına yıkılıyor. Kadın çamaşıra, bulaşığa, temizliğe, çocukların bakımına, okuluna her şeye koşsun, yetişsin. Yetmezmiş gibi iyi de yemek yapabilsin, ha bir de mümkünse bakımlı olsun, ‘erkeğini hoş tutsun’. Oldu canım. Programlanmış bir robot olsa hata verir bu yoğun tempoya. Evdeki muharebe yetmezmiş gibi, bir de işe koşturuyorsa vay haline. Zaten şu ev işleri çok basite indirgendiği için, alışılageldik bir durummuş gibi görülüyor. Kadının yapması gerektiği düşünüldüğü için, bu yük konuşulmaya değer görülmüyor. Erkek ev işlerinde kadına ancak ‘yardım’ ediyor oluyor. Kadının görevi ya bunlar, erkek de lütfedip yardım ediyor.”
Editör: TE Bilisim