Deprem öncesi ve sonrası planlamanın önemine değinen Tarihsel Depremler Araştırmacısı Kaplancan, hiçbir siyasi kaygı gözetmeksizin Türkiye Deprem Konseyi’nin oluşturulmasının önemini vurguladı. Japonya ve pasifik ülkelerinde 7 şiddetinde yaşanan depremlerde ölüm olayına rastlanmadığına dikkat çeken Kaplancan, Elazığ’da yaşanan 6.8 büyüklüğündeki deprem dahil yaşanan ölümleri, eğitim ve yapı stoğundaki binaların deprem dayanıksızlığına bağladı
Cengiz Aldemir/ Ankara - “Deprem tam unuttuğumuz anda kendini hatırlatan bir gerçeklik olarak ülkemiz gündeminden hiç düşmemektedir” diyen Tarihsel Depremler Araştırmacısı Cenk Kaplancan, 24 Saat Gazetesi’ne konuştu. Açıklamasında öncelikle deprem konusundaki eğitimsizliğe işaret eden Kaplancan, sözlerini şöyle sürdürdü: “1999 Marmara Depremi’nden hemen sonra yapılan yapı denetimi, kentsel dönüşüm, acil müdahale, zarar azaltma, deprem bölgelerinin derece tespiti çalışmaları, afetlerde kentsel risklerin değerlendirilmesi ve afet öncesi ve sonrası alınacak tedbirler ile afet toplanma alanlarının belirlenmesi çalışmalarında istenilen noktaya bir türlü ulaşılamamıştır. Deprem ülkesi olarak adlandırılan Japonya ve diğer pasifik ülkelerinde, 7 ve 7’nin altındaki depremlerde panik veya sağlıksal sebeplerden dolayı görülen ölümler dışında enkaza dayalı bir ölüm olayına sıklıkla rastlanmazken, maalesef ülkemizde bu büyüklükteki bir depremde onlarca ölümün meydana gelmesi, başta eğitim olmak üzere insan odaklı daha çok işimizin olduğunun en belirgin göstergesidir.” Deprem geçmişimiz Türkiye’nin kritik fay hatlarında yaşanabilecek depremlere dikkat çeken ve geçmişte yaşanan depremleri hatırlatan Kaplancan, sözlerine şöyle devam etti: “Ülkemizin depremler geçmişine bir göz attığımızda ise karşımız çok dramatik bir tablo çıkmaktadır. Örneğin Erzincan’da 1939 yılında iki kez, 1941 ve 1992 olmak üzere 1900-2000 aralığında dört yıkıcı depremi yaşadığından hareketle bu ve benzeri illerimizin artık senkronize olmuş bir depremselliğinden söz etmek yanlış olamaz. Özellikle Güney-Batı Anadolu ve Akdeniz-Ege kavuşumunda bulunan Girit-Rodos-Marmaris-Muğla, Aydın, Denizli hattında da bir başka gerçekle yüzleşiyoruz. Öyle ki, bu hat boyunca tarihsel depremlere bakıldığında 109 adet 5 ve üstü deprem kaydına rastlıyoruz. Yine üst Ege kesiminde de tarihsel depremlerin dili bize aynı bilgileri veriyor. Ancak hiç şüphesiz bilim insanlarının da üzerinde sürekli uyarı ve açıklama yaptığı ve olası depremlerinden çekindiği bölgelerin başında Kuzey Anadolu Fayı Zonu (KAFZ) ile Doğu Anadolu Fayı gelmektedir. Özellikle Doğu Anadolu Bölgesi’nde uyuyan veya uzun zamandır hareket gözlemlenmeyen fakat geriliminin sürekli arttığı bilinen fayların varlığı bilim insanlarında kaygı ve endişe yaratmaktadır. Mesela, büyüklüğü 6.8 olan depremle sarsılan Elazığ’ın Sivrice İlçesi ve çevresinde aktif olan, fakat 1875 yılından beri hareket etmeyen 85 km uzunluğundaki Hazar-Sincik Fayı, 1874’ten beri hareketi olmayan 50 kilometrelik Palu-Hazar Fayı, 1905’ten beri faaliyeti olmayan 50 km uzunluğundaki Çelikhan-Gölbaşı Fayı, 1971’den 6.8 büyüklüğünde deprem üreten 65 km uzunluğundaki Bingöl-Karlıova Fay hatları ile Bingöl ve Türkoğlu-Gölbaşı sismik boşlukları -aktif bir fayın uzun süre deprem üretmeyip hareketsiz kalması anlamına gelmektedir- gelecekte büyük bir deprem olma ihtimalini artırmaktadır.” Deprem öncesi ve sonrası planlama Bilim insanı Kaplancan, deprem riski yüksek bölgeler konusunda şu uyarılarda bulundu: “Kuzey Anadolu Fay Zonu (KAFZ) ise ülkemizin bir başka deprem üreten gerçeği olarak aklımızda önemli bir yer işgal etmektedir. Öyle ki; bu fay hattı üzerinde 6.7 ile 7.8 arasında değişen büyüklüklerde meydana gelen 12 adet hasar veren depremlerde 63.846 kişi hayatını kaybetmiştir. Deprem ve Kuzey Anadolu Fayı konuşulduğunda konu hemen İstanbul’a gelmekte ve tartışmalar olası İstanbul depremi üzerine yoğunlaşmaktadır. Ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 19’unun yaşadığı ve ülke istihdamının yüzde 20’sinin, ülke endüstrisinin yüzde 38’ine, ticaretinin yüzde 27’sine hükmeden bir şehrin olası bir deprem ile karşı karşıya olması tabi ki çok özel bir konudur. Ancak KAFZ boyunca yaşanan ölümlü depremlerin yüzde 73’ü olan 46 bin 728 kaybın Marmara dışında yaşandığı göz önünde bulundurulursa aslında konuşulacak bir diğer önemli konunun da olası, Düzce, Bolu (Merkez, Mudurnu, Gerede, Mengen), Çankırı (Kurşunlu Vadisi), Ankara (Kızılcahamam), Amasya, Tokat, Sivas, Erzincan, Erzurum, Tunceli, Muş, Bingöl, Ağrı ve Van illerimizde meydana gelebilecek orta şiddette veya şiddetli depremlerin yıkıcı etkisinin ne olacağı ve alınacak önlemler olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Yaklaşık 45 milyon insanın yaşadığı 14 ili kapsayan bir hat boyunca etkili olan ve dünyanın en tehlikeli diri fay hatlarının başında yer alan KAFZ, bu 14 il için de hayati öneme haiz bir afet öncesi ve sonrası planlamaya ihtiyaç duymaktadır.” Türkiye Deprem Konseyi oluşturulmalı Deprem konusunda önceliğin acil müdahale eğitimi ve yapı stokunun kategorilere ayrılarak en kısa sürede dönüşüme açılması ve siyasi kaygılardan uzak “Deprem Konseyi” oluşturulmasına vurgu yapan Kaplancan, şunları söyledi: “Öncelikle Türkiye Deprem Konseyi, hiçbir siyasi kaygı gözetmeksizin tekrar oluşturulmalı. KAFZ ve Doğu Anadolu Fay Zonu boyunca köy yerleşik alanlarında hemen yapı düzenlemesi başlatılmalı, kerpiç ve yığma yapılar zorunlu iskâna tabi tutularak bu yapılarda ikamet engellenmelidir. Bu seferberlik İl Özel İdareleri ve Büyükşehir Belediyelerine kaynak aktarmak suretiyle gerçekleştirilmelidir. Tarihsel depremlerin bize anlattıkları çok açık ve nettir. Can kayıplarına bakıldığında eski dönemlerdeki ölüm oranları ile yakın tarihlerdeki yıkıcı depremlerin can kayıp oranları arasında farklılıklar gözden kaçmamaktadır. Hiç kuşku yok ki bunda en önemli pay geleneksel yöntemlerle inşa edilmiş yapıların günümüzde terk edilmeye başlanmasıdır. Özellikle her deprem sonrası kırsal alandan gelen haberler de bunu doğrulamaktadır. Orta veya şiddetli sınıfında kayıtlı 2002 adet depremin yaşandığı ülkemizde her geçen gün olası depremlere bir adım daha yaklaşmaktayız.” Kayıtlı veya kayıtsız zamanlarda meydana gelen depremlerin uygarlıkları sonlandırdığını, kent veya site nüfuslarını yok ettiğine dikkat çeken Kaplancan, günümüzde tarihi eser ve ören alanlarının şiddetli depremlerle toprak veya sular altında kaldığını belirtip “Şunu çok net biliyoruz ki insanları deprem değil bina öldürür. Eğitimle depremin önüne geçilebileceğine bir kez daha vurgu yapmak istiyorum” diyerek sözlerini tamamladı.
Editör: TE Bilisim