“Mülteci Film Festivali”ni düzenleyen yöneticiler, her mültecinin ayrı bir hikâyesi olduğuna dikkat çekip yaşananları anlatabilme ve sosyal uyumun sağlanmasına katkı sağlamayı amaçladıklarını vurguladılar

Bilal Seçkin / ANKARA - Dünyada çatışma, terör eylemleri, iç savaş, yoksulluk ve iklim değişikliği gibi birçok sorun, büyük göç dalgalarına yol açarken küresel bir kriz olarak “mülteci sorunu”nu tüm ülkelerin gündemine getirdi. Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaştan kaçıp ülkelerini terk etmek zorunda kalan milyonlarca Suriyeli, başta Türkiye olmak üzere dünyanın birçok yerine sığınıp mülteci oldu. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK, The UN Refugee Agency-UNHCR) son yayınladığı verilerine göre, dünya genelinde 6 milyon 700 bine yakın Suriyeli mülteci bulunuyor. Mülteciler Derneği’nin açıkladığı rapor ise 10 Ekim 2019 itibariyle Türkiye’deki mülteci sayısını 3 milyon 674 bin 588 kişi olarak veriyor. Dünyada mülteci konumunda bulunan sadece Suriyeliler değil; BMMYK’nın raporuna göre dünya çapında 70 milyon 800 bine yakın insanın savaş, zulüm ve çatışmalar yüzünden zorla yerinden edildiği ve mülteci konumunda yaşadığı açıklanmıştı. Ankara’da 1995’te kurulan Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD) ile 2014’te kurulan Mülteci Destek Derneği (MUDEM) bu alanda çalışmalarda bulunan iki sivil topum kuruluşu. Her iki dernek, Avrupa Birliği’nin (AB) desteğiyle bu yıl Mülteci Film Festivali’nin ikincisini düzenliyor. Festivalin ilk ayağını 26-27 Ekim tarihlerinde Ankara’da gerçekleştiren dernek, ikinci ve üçüncü ayağını 2-3 Kasım’da Yalova’da hayata geçirdi. Filmler 23-24 Kasım’da da Karabük’te izleyici karşına çıkacak. Festivalde gösterimi yapılacak film ve belgeseller arasında; Capernaum, Misafir, The Other Side of Hope, Fatima, Le Havre ve The Good Postman gibi ulusal-uluslararası önemli eserler yer alıyor. Ankara’da gerçekleşen festivale katılan sinemaseverler ve festival düzenleyicileri arasında olan SGDD, 24 Saat Gazetesi’ne festival ve mültecilere ilişkin düşüncelerini anlattılar. Böyle bir festivali sinemaseverlerle buluşturmaktan mutlu olduklarını belirten SGDD Genel Koordinatörü İbrahim Vurgun Kavlak, Türkiye’nin mülteci ve sığınmacılara büyük oranda ev sahipliği yaptığını hatırlattı. Dernek olarak 45 ilde 73 ofis ile mültecilere hizmet verdiklerine işaret eden Kavlak, “Geçici Koruma altındaki Suriyeliler ve Uluslararası Koruma Altındaki Suriyeli olmayan diğer uyruklu mülteciler için koruma, psiko-sosyal destek, hak ve hizmetler konusunda bilgilendirme, sosyal uyum ve yaşam becerilerini geliştirmeye yönelik kapsamlı çalışmalar yürütmekteyiz” dedi. “Her mültecinin ayrı bir hikâyesi var” Ülkesini terk etmek zorunda kalan her bir mültecinin ayrı bir hikâyesi olduğunu değinen Kavlak, sözlerine şöyle devam etti: “Sanat, bir konuyu anlatmanın en etkili yolu. Sinema da anlatmakta zorluk çekilen acıların ve yaşamların bir yansıması. Mültecilerin hayatlarında o kadar çok hikâye var ki. Eminim, her bir mültecinin hayatından bir film çıkar. Biz böyle bir film festivalini düzenlerken, aslında insanların yaşadıklarını anlatabilmek, bu yolla da sosyal uyumun sağlanmasına katkı sağlamak istiyoruz. Sinema, çok etkin bir iletişim kurma aracı. İster kurmaca, ister belgesel olsun, sinema yaşadıklarımızın bir aynası. Biz de mültecilerin hislerinin, yaşadıklarının ve beklentilerinin daha iyi anlatılabilmesi için bu festivali düzenliyoruz.” “İnsanlar, kendilerini mültecilerin yerine koyabilmeli” Festival filmlerini takip ettiğini bildiren Öğretmen Sebahattin Atakul ise, bu başlıkta bir festivalin yapılmasının her şeyden önce bir farkındalık yaratması anlamında güzel olduğunu kaydetti. Bir film boyunca da olsa insanın kendisini mültecilerin yerine koyduğunu vurgulayan Atakul, “Hiçbir dil bilmeden, hiçbir feodal bağınız ve oturma izniniz olmadan bir ülkede yaşamak çok zor bir şey. Bunu hissetmemiz önemli ve daima hissetmeliyiz. Ancak o şekilde sorunların üstesinden gelebiliriz. İzlediğimiz filmlerde de bunun ayrımına varabiliyorsunuz. Kendinizi o insanın yerine koyuyorsunuz” dedi. Bu tür festivallerin daha sık yapılması gerektiğinin altını çizen Atakul, Türkiye’de mültecilere yönelik, “Devletten yardım alıyorlar”, “Oy kullanıyorlar”, “Hastaneye ücretsiz gidip geliyorlar”, “TOKİ ücretsiz ev veriyor” gibi birçok doğru olmayan bilgi ve ön yargı olduğundan söz etti. Atakul, “Bu durum milliyetçiliği ve ırkçılığı körüklemenin bir yolu. Çünkü ırkçılıkta bir düşman yaratmanız gerekiyor. Dolayısıyla dış düşman olmadığında bir iç düşman yaratmak daha kolay. Burada da Suriyeliler ya da mülteciler bu rolü üstleniyor. Bunun sonucunda ise Suriyelilere karşı gelişen saldırıları görüyoruz” dedi. “Hepimiz mülteci konumuna düşebiliriz” Sosyal mesaj içerikli ve özellikle “mülteci” gibi bir başlıkta yapılan festivallerin yapılıp yaygınlaştırılmasını önemsediğini belirten sivil toplum çalışanı Kardelen Demirkıran da, bu tür festivallerin insanlara sorun ve sıkıntıları görme fırsatı verdiğini vurguladı. Mültecilerin ciddi sorunları olduğuna dikkat çeken Demirkıran, herkesin birer mülteci konumuna düşebileceğini işaret edip sözlerini şöyle sürdürdü: “Festivaldeki filmler karşılıklı uyum konusunda da bizlere ders verir nitelikte. Festivalin ve genel olarak sanatın aynı zamanda farkındalığı artırdığını düşünüyorum. Daha fazla empati kurmamıza vesile oluyor. Filmleri izlediğimizde şahit olduğumuz gerçeklik bizde şok etkisi yaratabiliyor. Gerçekten mültecilere karşı vicdanımız daha büyük olmalı ve daha hassas yaklaşmalıyız.” “Festivaller, sokak ve mahalle aralarına yayılmalı” Özellikle sosyal medya üzerinden mültecilere dönük yalan yanlış haberlerin, nefret söylemini körüklediğine dikkat çeken Öğrenci Abdullah Sağlam şu değerlendirmeyi yaptı: “Gösterimlerin ücretsiz olması kendine seyircilere adamış bir festival anlamı taşıyor. Mültecilerin yaşadığı sorunları bizlere çok anlaşır bir şekilde gösteren kaliteli filmler var. Onlara ulaşma imkânımız oldu. İnsanların bilinçlenmesi açısından önemli bir festival olarak görüyorum. Mültecilerin yaşadıkları sorunlarına karşı insanların aktif mücadele edebilmeleri açısından insanları ortak duyguda bir araya getiren bir festival. Kesinlikle insanları bu tür festivallere getirmek, onları bu düşüncelere katmak, buluşturmak gerekiyor. Bu festivallerin sokaklara, mahalle aralarına da yayılmasından, açık hava sineması şeklinde izletilmesinden yanayım. İnsanlar yalan yanlış haberler yapıp dakikalar içerisinde binlerce kişiye ulaşabiliyor ve o binlerce kişi sokakta mültecilere karşı buluşabiliyor. Bu nefret tehlikeli sonuç yaratabilmekte. Buna karşı bizlerin de kendimizle bir mücadele vermesi gerekiyor. Bizler de daha fazla bir araya gelip daha anlaşılır bir dille, yaşam tarzıyla nefret diline karşı mücadele etmeliyiz. İşte sinemacıların bu tarz filmler yapması, edebiyatçıların insanları birleştirici dil kullanması onları o dil etrafında buluşturması vs. vs. Sosyal medyanın o mültecileri ötekileştirici dilini yenebilmek önemlidir. Mücadelenin bu şekilde daha iyi verilebileceğini düşünüyorum.”
Editör: TE Bilisim