Yunanların Ankara’ya ulaşma hayalleri sakarya nehri’nde sulara gömüldü. Türkleri topraklarından atmaya yönelik haçlı zihniyeti de hor gördüğü kağnıların tekerlekleri altında ezilmekten kurtulamadı

SAFA TEKELİ / ANKARA - Sakarya Savaşı 23 Ağustos 1921'de başladığında Yunan Savaş Bakanı Tedakis, kazanacaklarına öylesine inanmıştı ki, kendisiyle görüşmek isteyen İngiliz Ataşemiliteri Nairne'ye, “5 Eylül'de Ankara'da görüşelim” diye randevu veriyordu. Ancak, bir çeşit Haçlı seferi ruhuyla hareket eden Yunanların bu hayali, Sakarya Nehri’nin sularına gömülecekti. Yunanistan’ın İzmir’i işgal etmelerinin üzerinden bir buçuk yıl geçmişti, ama hedef konusunda bir belirsizlik söz konusuydu. Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletleri, Türkiye’yi parça parça eden Sèvres Anlaşması’nın uygulamanın güçlüğünün farkına varmışlar, buna bir çare arıyorlardı. İzmir’e çıkmaları için Yunanlara destek veren İngiltere Başbakanı Lloyd George, yine kolları sıvadı. Lloyd George, ilk başta Müslüman bir millete karşı Hristiyan bir milleti gözetmiş oluyordu. Bu din kaynaklı ama duygusal gibi görünen amaç dışında Lloyd George’un asıl amacı Sèvres Anlaşması’nı uygulayacak bir “taşeron” bulmaktı. Taşeron Zaten Hazır Bekliyordu: Yunanlar da zaten İngiliz hükümetinin desteğinden emin bir şekilde hazırlıklarını yoğunlaştırıyordu. 18 ile 45 yaş arasında bulunan bütün erkekler seferber edildi. Trakya ve Batı Anadolu'daki Rum azınlığından bile -devletler hukukuna tamamıyla aykırı olarak- asker toplandı. Atina hükümeti, Yunan halkını “Helenizm” ve “Avrupa” sloganları ile bir Haçlı seferi coşkusuna sokmaya çalıştı. Kamuoyu artan ekonomik rahatsızlıklar karşısında tedirgindi. Yoksulluk içindeki Yunan işçi ve köylülerinin ekmek ve toprak isteklerinin yok edilmesi amaçlanıyordu. Hükümetin propagandası zihinleri karıştırmıştı. Ankara, üç günde düşecek ve Kral Konstantin de üç ay içinde İstanbul'a yürüyecekti. Türklerin direnişi kırılmıştı. 1821’de Mora İsyanı ile başlayan bağımsızlık savaşının yüzüncü yılında, bu kez “Megalo İdea”larının (Büyük İdeal) gerçekleştiğini göreceklerdi! Kral Geliyor: Yunan Kralı Konstantin, 11 Haziran 1921 günü Atina’dan “Ankara’ya, Ankara’ya!” çığlıkları arasında İzmir’e doğru yola çıktı, ertesi gün 12 Haziran’da İzmir’e ulaşmıştı. Yunan Başkomutanı General Papulas, temmuz ayında Yunanistan'ın hazırlığını tamamladı. Yunan Savaş Konseyi, 7 Temmuz’da İzmir’de Kral Konstantin’in başkanlığında toplandı, “milliyetçileri Ankara’ya kadar kovalama” kararı aldı. Yunan Ordusu, 10 Temmuz günü Bursa bölgesinden üç koldan, Yenişehir ve İnegöl, Uşak kesiminden iki kolla Gediz yönünde ilerleyişe geçti. Türk ordusu, önceden tespit edilmiş ve güçlendirilmiş savunma mevzilerine doğru, oyalama çarpışmaları yaparak geri çekiliyordu. 13 Temmuz’da Afyonkarahisar Yunan işgaline terk edildi. Türk kuvvetlerinin geri alma çabası da boşuna oldu. Bu arada Bilecik düştü. Bir hafta sonunda Kütahya ve Eskişehir de düşmana terk edildi. Mustafa Kemal Başkomutan: Eskişehir’in terk edilmesinden sonra Ankara, artık bir sınır kenti idi ve 1402 yılından bu yana ilk defa düşmanla karşı karşıya kalmıştı. Mustafa Kemal Paşa, 5 Ağustos 1921’de TBMM tarafından Başkomutanlığa getirildi. Başkomutan Mustafa Kemal’in önderliğinde Tekâlifi Milliye emirleri ile halktan aldığı yardımla güçlenen ordu savaşa hazır hâle getirildi. Sakarya Kadınların Zaferi: Ordu savaşa hazır edilirken, cepheye kağnılarla silah ve mermi taşıyan kadınların öyküsü, Kurtuluş Savaşı destanıdır. Millî Savunma Bakanı Refet (Bele) Bey, Sakarya Savaşı’ndan sonra, “Sakarya zaferi köylüler ve köylü kadınların zaferidir,” diyecekti. Erkek nüfusun cephede savaştığı günlerde askerleri siperlerde besleyen, donatan kadınlar olmuştu. Beşiği bırakmış analar, öküz arabalarıyla; “korkunç ve mübarek elleriyle” yiyecek, su, cephane taşımışlardı. Anadolu kadını bir yandan ailesine karşı yükümlülüklerini yerine getirirken, bir yandan da millî mücadelenin istediği yükümlülükleri sırtlamıştı. Ankara’ya giderken Rauf (Orbay) Bey’in gözlemleri de aynı nitelikteydi: “İnebolu’dan buraya kadar cephe gerisindeki -geri hizmetlerin- yüzde doksanının kadınlar tarafından erkekleri mahcup edecek derecede gayret ve fedakârlıkla yapılmakta olduğunu görmekteyiz. Bu fedakâr kadınların arasında emzikte çocukları olan mübarek analar da var. Yavruları kucaklarında, kağnıları önlerinde, üvendireleri ellerinde, Ankara’ya ve cepheye cephane naklediyorlar.” Fransız gazeteci Jean Schliklin’in de şunları anlatmaktaydı: “Bugün geçtiğim yollarda beni derinden etkileyen şey, hemen vatan hizmetine giriveren erkek ve kadınların kalabalıklığı oldu. Sırtlarında fişek, top mermisi, yiyecek, ilaç sandıkları taşıyan, yalnızca kadınlardan kurulu, cepheye teçhizat ve erzak götüren konvoylar gördüm. Burada işleyen müsadere değil, fakat ulvi bir vatanperverlik duygusudur ve bu duygu, basit ruhlarda doğduğu için o ölçüde insana heyecan veriyor.” Yunan Ordusunda Ankara’ya Bir “Gezinti!” Yapma Heyecanı Vardı: Yunanistan’ın Küçük Asya Ordusu Komutanı Korgeneral Papulas’ın birliklerine verdiği plana göre, Ankara üç gün içinde ele geçirilecekti. Gezintiyi başlatacak emri bekliyordu. Bugünü heyecanla bekleyenler arasında Kütahya’ya gelmiş olan Yunan Kralı Konstantin de bulunuyordu. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, 12 Ağustos’ta cepheye Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ile giderek Polatlı’da savunma mevzilerini gezdi. Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa başta olmak üzere orada bulunan komutanların düşünce ve önerilerini dinleyip geri dönerken binmek istediği atın huysuzlanması sonucu düştü. Türk milletinin umudu Mustafa Kemal Paşa, yerde baygın yatıyordu. Düşerken göğsüne isabet eden büyük bir taş kaburgasını kırmıştı. Yerden kalktıktan sonra eliyle düştüğü yeri gösterdi: “Düşmanın kafasını burada kıracağım!” Yunan ordusu, 14 Ağustos 1921’de, Kurban Bayramı’nın ilk günü ileri yürüyüşe geçti. Türk ve Yunan orduları 23 Ağustos’ta, Sakarya’nın doğusunda karşı karşıya geldiler. Bu 22 gün 22 gece sürecek kanlı bir savaşın başlangıcı idi. Muharebenin bir bölümünde, Yunan güçlerinin Polatlı'ya kadar yaklaştıkları, top seslerinin Ankara'dan duyulduğu günlerde, hükümet merkezinin Kayseri'ye nakledilmesi bile gündeme gelmiş, bu kabul edilmemişti. Diyap Ağa’nın Meclis kürsüsünden ilk ve son sözleri şöyleydi: “Efendiler, biz buraya kaçmaya mı geldik, yoksa dövüşerek ölmeye mi?” Muharebeler hâkim tepelerin bir süre karşılıklı el değiştirmesiyle sürdü. Mustafa Kemal, 26 Ağustos’ta dünya harp tarihine giren, “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz” emriyle savaşın gidişatını değiştirdi. Türk ordusu, Yunanlar karşısında üstünlük sağlamaya başladı ve sonunda geri çekilmekten başka çaresi kalmadı. 28 Ağustos’ta General Papulas, Millî Savunma Bakanı’na şu raporu gönderiyordu: “Türkler adım adım savunmakta, biri biri arkasına sıraladığı savunma mevzilerinde verdiği savaşlarla Yunan ordusunu yıpratmakta ve kuvvet dengesi sağlamaktadır. Geniş cephede bir kuşatma için uygun durum doğmamıştır.” Gece gündüz durmadan saldıran Yunanların gücü tükenmişti. Savaştan umudunu kesen Yunan ordusu geri çekilirken Türk ordusu onları sıkıştırmaya başlamış, Sakarya’nın doğusunda Eskişehir’e kadar olan vatan toprağını kurtarmıştı. Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın Başkomutanlığa yazdığı 13 Eylül tarihli rapor şöyleydi: “23 Ağustos’tan bu yana süren Sakarya Meydan Savaşı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordusu’nun kesin zaferiyle sonuçlanmıştır. Üç gündür süren genel karşı saldırımızın etkisiyle bugün öğleden önce düşman ordusu yenik olarak ve tümüyle Sakarya Irmağı batısına atılmış bulunuyor. Düşmanı aralıksız izliyoruz.” Yunanlar Eskişehir-Afyon hattını tahkim etmeye başlamışlar, o hatta çekilmişlerdi. TBMM, 19 Eylül tarihli oturumunda Mustafa Kemal Paşa’ya ölünceye kadar gururla taşıyacağı “Gazi” unvanı ve “Mareşal” rütbesi verilmesini oybirliği ile kabul etti. Mahmut Alptekin’in, “Çaldağı’nda Bir Mustafa Kemal Gecesi” şiirindeki dizeleriyle, “Bozkırın göbeğinde toplanmış ordular/ Geçiyor önlerinden Mustafa Kemal/ Ulu şafaklar gözlerinde.”