Türkiye’nin en genç sedefkâr ustası olmayı başaran, Türkiye Kültür Bakanlığı’nın belgeli sanatkârlardan biri olan Sedefkâr Mümin Orhan, 22 yaşında aldığı “ustalık” unvanını 10 yılı aşkın süredir Bursa Fidan Han’daki atölyesinde yaptığı çalışmalar ve hazırladığı özel koleksiyonlarla sürdürüyor

Dilek Atlı / Sedef ustaları için Osmanlı’da bir tabir vardır: Caminin minaresinden hanımefendilerin takunyasına kadar her sedefkâr sanatını işler. Teknoloji ve elektronik çağının gerisinde kalan -zamansız bir sanat olan sedefkârıyı halen hayatın her alanındaki eşyalara işleyen ustalardan biri de 32 yaşındaki sedefkâr Mümin Orhan. Orhan, henüz 16 yaşında başladığı ve 22 yaşında ustalık makamına ulaştığı sedefkârı sanatını bugün Ankara ve İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin pek çok iline yaptığı eserlerle ulaştırıyor. Kültür Bakanlığı’nın hediyelik eşya mağazalarına ürünler hazırlayan Orhan, “zamansız” olarak nitelendirdiği sanatını meslek haline dönüştürerek modern hayata aktarıyor. Çocuk yaşta babasıyla birlikte gezdiği müzelerde, gördüğü tarihi eşyaların etkileyici incelikteki detaylarına duyduğu hayranlıkla antikaya ilgi gösterdiğini anlatan Orhan, bu zarif ve değerli eşyaların nasıl yapıldıkları ve nasıl tamir edildiklerini merak etmeye başladığını söylüyor. Antika mobilyalar, ok, yay, kılıç, tarihi kapılar ve kutular gibi pek çok eşyanın el işçiliğiyle nasıl üretildiğine dair duyduğu derin merakını daha fazla bastıramayınca küçük yaşta kendini ustaların arasında buluyor... “Ney yapımı ilk hevesim” Ortaokul yıllarında ney üflemeye başladığına değinen Orhan, doğal malzemeler ile yapılan bu çalgıyla olan ilişkisini şu sözlerle açıklıyor: “Ney, ilgimi çekiyordu, çünkü bir müzik aletini önce elinde yapıp sonra üflemek çok ustaca geliyordu. Açıkçası, ailemde müzisyen yoktu ve ben buna rağmen ney yapımı ve ney üflemesi için dersler almaya karar verdim. Ney yapımı, benim ilk hevesim oldu. Bu kararımda o yılların televizyon programlarında yer alan Türk çalgıları ve Türk Musiki eserlerinin çok payı var diyebilirim aslında. Bana göre insanın içten gelen bir duygusu var ve bu duygunun gösterdiği yolda insan yaşamını devam ettiriyor. Benim içimdeki ses de beni bu yola çağırdı ve ben o çağrının sesine kulak verdim, yolumda yürüdüm, yürümeye de halen devam ediyorum.” Ney yapım ustası Selahattin Gürzel ile ney üfleme sanatında neyzen Özer Yavaş’tan uzun yıllar boyunca dersler alan Orhan, neyzen Ahmet Argun Aktuğ’dan da ney üfleme ve musiki dersleri alma fırsatı yakaladığı için kendini şanslı görüyor. Sonraki yıllarda ney gibi hassas bir çalgı aletinin nasıl üretebileceğinin yanı sıra nasıl süsleyebileceği hakkında da düşünmeye başlayan Orhan’ın yolu ünlü sedefkâr Zafer Karazeybek ile çakışıyor. Orhan, bu döneme ilişkin şunları söylüyor: “Ustamla tanışıp onun yanına çırak olma şansı kazanınca neyzenlik biraz daha geri planda kaldı ve ben sedef işçiliğine yöneldim. Çünkü sedef beni adeta büyülemişti. Sedefin renk tonları, çocukluğumda gezdiğim müzelerden aklımda kalan işçiliğin güzelliği beni bir amaca yöneltti. Henüz 16 yaşındaydım ve sedefkâr olmak üzere kolları sıvadım. Ne istediğimi çok iyi biliyordum. Sedefi hayatın her köşesinde kullanmak, her yere işlemek istiyordum.” Sedefkârı sanatının çırakların ustalarından aldığı icazetle gelecek nesillere taşındığını ifade eden Orhan, Sedefkâr Zafer Karazeybek’in yanında 7 yıla yakın bir süre çırak olarak hizmet ettiğini ve icazet aldığını belirterek “Türkiye’de ustasının yanında en uzun süre kalan sanatçı benim. Böylece en genç sedefkârı ustası da ben olmuştum. Bugün 32 yaşındayım ve halen en genç ustalardan biriyim” dedi. Tarihi hanlar bölgesinde İcazet aldıktan sonra Bursa’nın merkez ilçesi Osmangazi’nin tarihi mekânlarından biri olan Fidan Han’da atölye açan Orhan, yaklaşık 10 yıldır yerli ve yabancı ziyaretçilere sedef işçiliği hakkında bilgi veriyor ve sedef işi süslemeler yapıyor. Orhan, Fidan Han’ın zamana meydan okuyan ruhunun kendini beslediğinin altını çizerek “Mesleğe dönüştürdüğüm sanatımı evimde ya da başka bir atölyede de yapabilirim, hatta daha rahat edebilirim. Ama Bursa’nın Hanlar Bölgesi’nin ilham veren bir ruhu var. Buradaki atölyemde aldığım ilhamla eserlerimi üretmeye ve zaman zaman ney üflemeye devam ediyorum” diye konuşuyor. Ustası Karazeybek’in işçiliğinin kuyumculuktan gelen bir üslup olduğunu bildiren Orhan, sedefkârlığın ana temelinin kuyumculuk olduğunu vurguluyor. Kuyumculukla birlikte gelişen mesleğe altının yanı sıra gümüş ve ağaç türevlerinin de eklendiğini kaydeden Orhan, tezhip ve hat bilmenin bu tür sanatlara olan etkisine dikkati çekti. Tüm bunların bir bütüne ulaşmadaki önemine işaret eden sedef ustası, gelenekseli günümüze uyguladıklarını belirterek sözlerini şöyle sürdürdü: “Bugün, yapımı 4 ila 5 yıl süren sedef süslü bir cami kapısı yapamıyoruz. Ama farklı boylarda kutular, çeşit çeşit takılar yapıyoruz. Sadece bununla da sınırlı kalmıyoruz. Kol saatinden sandıklara, dolma kalemlerden aydınlatma objelerine, kol düğmesinden ayakkabı bağcığına kadar aklınıza gelebilecek her üründe sedefi kullanabiliyoruz.” Sedef süslemesinin yanına doğal malzemeler ekleyip sanat alanını genişleten Orhan, kaplumbağa kabuğundan manda boynuzuna, kemikten Padu, Avonoz  ve Yılan Ağacı gibi ağaç türevlerine kadar pek çok malzeme kullandığını anlattı. İstenirse bu malzemelerin bir taş ya da bir yaprak da olabileceğini belirten Orhan, sözlerine şöyle devam etti: “21 yüzyılın hız ve elektronik çağında doğal malzemelerle uğraşmak, zaman mefhumunu ortadan kaldırıyor. ‘Zamansızlık duygusu’, bu hız çağının koşuşturması içinde doğrusu iyi hissettiriyor. Böylece hangi yüzyılda olduğumuzu unutup atölyemizde işimizi yapıyoruz. Bu, çağımızda ustalık ve el emeği isteyen sanatlarla uğraşmanın anlamsız olduğu inancını ortadan kaldıran iyi bir detay doğrusu. Örneğin Osmanlı’da sedef yüzük yoktu, ama şu an üretiliyor. Ya da bugün kullandığımız dolma kalemleri sedef ile süslüyorum. Zamana hapsolmuş bir iş olmadığı için elimize her dönemden iş geliyor yani. Diğer taraftan da bir doktorun, bir mühendisin, hatta bir cumhurbaşkanının bile dokunamayacağı eşyaya ben dokunabiliyorum. Çünkü restorasyon yapıyorum. Müzede duran, yüzyıllar öncesine ait bir kılıca bu sayede dokunabiliyorum. Bu, bana çok özel bir his veriyor.” Sedef işi dolma kalemler Türkiye ve dünyada, dolma kaleme sedef kakma işi yapan ilk kişi olduğunu, sedef kakmalı dolma kalem koleksiyonu hazırlığı yaptığını bildiren Orhan, Kültür Bakanlığı’nın hediyelik eşya mağazalarına da ürünler hazırlıyor. Orhan, insanların mutlaka sanatla uğraşması gerektiğini belirterek ekranlara bakarak zaman geçirmek yerine üretimde yapmalarını öneriyor. Türkiye’de bir elin parmakları kadar az sayıda sedef ustası olduğunun altını çizen Orhan, “Ülke genelinde çıraklarla birlikte 30 kişiyi bulamayacak kadar sayımız düşük ne yazık ki. Genç yaşta yetiştirdiğim benden küçük ve büyük ustalar var. Onlar da kendi atölyelerini kurdular ve çalışıyorlar. Şu anda yanıma zaman zaman gelip giden sedefe meraklı çıraklar var ama benimle birlikte tüm gün atölyede özveriyle bu sanat için emek veren bir çırağım yok” ifadelerini kullanıyor. Orhan, sözlerini şöyle bitiriyor: “Ustaların merak ve edep sahibi tüm çıraklara kapısı her zaman açıktır. Bu ve bunun gibi sanatlar, ustalardan öğrenilir. O sanata tutkun ve ustasına da saygının olması gerekir. Elbette özveri ve sabır da olmalı. Çırak olarak yaklaşık 7 yıl boyunca ben de gayret gösterdim. Bugün usta olarak sanatımı icra ediyorum. El sanatlarına ilgisi olan, bu ilgiyi mesleğe ve bir yaşam şekline dönüştürmek isteyen herkese bunu öneriyorum. Kapımız, sanat tutkunlarına her zaman açık.”
Editör: TE Bilisim