2002’de Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından ilan edilen “12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü”, tüm dünyada sayısı her geçen gün artan çocuk işçiliğinin önlenmesine dikkat çekmek, hükümet, sivil toplum ve iş dünyasını harekete geçirmek için bir mücadele çağrısı niteliği taşıyor. ILO ve UNICEF’in 2024 raporuna göre, dünya genelinde yaklaşık 138 milyon çocuk işçi bulunuyor, bunların 54 milyonunu ise tehlikeli işlerde çalışan çocuklar oluşturuyor. Her beş çocuktan biri riskli işlerde çalışıyor. TÜİK verilerine göre ise 2024 yılında 869 bin çocuk (15–17 yaş grubu) işgücünde yer alıyor, bu rakam 2019 yılında 720 bin civarındaydı.
12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü: Sözde mücadele, gerçekte çelişki
Rakamlar, çocukların haklarını savunmak için ilan edilen 12 Haziran’ın yalnızca farkındalık günü olmanın ötesine geçemediğini ortaya koyuyor. Çocuk işçiliğiyle mücadele edilmesi gerekirken, uygulamadaki çelişkiler sorunun daha da derinleşmesine neden oluyor. Çocuk işçiliğiyle ilgili çalışmalarıyla bilinen geçtiğimiz günlerde Sınıfın Görünmeyenleri: Mülteci Çocuk İşçiler” adlı kitabı yayımlanan gazeteci-yazar Özgür Hüseyin Akış, 12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü’nde yoksulluk, zorunlu göç ve devlet politikalarının çocuk emeğini nasıl sistemleştirdiğini değerlendirdi.
“Mülteci çocuklar Türkiye işçi sınıfının parçası haline geldi”
Mülteci çocukların artık Türkiye işçi sınıfının parçası haline geldiğini, çocuk işçiliğinin yoksulluk, göç ve sermaye üçgeninde büyüdüğünü ifade eden Akış, Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) projelerinin, artan göç ve ekonomik krizin Türkiye’de çocuk işçiliğini hem görünmezleştirdiğini hem de sistematik hale getirdiğini belirtiyor. Akış, “Göç meselesi, çocuk işçiliğinin çok önemli bir parçası. Türkiye’nin çevresindeki savaşlar, milyonlarca insanı göçe zorladı. Bugün Türkiye’de mülteci çocuklar artık işçi sınıfının parçası haline geldi. Ancak mülteciler toplumda hâlâ ‘işsizliğin sebebi’ olarak gösteriliyor. Bu algı hem mültecilerin hem de yerli yoksul kesimlerin sömürülmesini kolaylaştırıyor. Oysa sosyal haklardan yararlanma açısından mültecilerle yerliler arasında büyük bir fark yok. Üstelik Türkiye, mülteciler için AB ve Almanya gibi ülkelerden milyarlarca lira yardım alıyor” dedi.
Ekonomik kriz ve ucuz iş gücü talebi çocuk emeğini artırıyor
Çocuk işçiliğinin temelinde yatan en büyük nedenin yoksulluk olduğunu vurgulayan Akış, kültürel nedenler ve geleneksel yaklaşımların da çocukları çalışma hayatına erkenden ittiğine işaret ederek, “Ekonomik kriz derinleştikçe çocuk işçiliği artıyor. Aileler geçim derdine düşüp çocuklarını çalıştırmak zorunda kalıyor. Bir başka temel sorun da sermaye sınıfının ‘ucuz iş gücü’ talebi. Hem Türkiye’de hem dünyada üretim süreçlerinde maliyetleri düşürmek isteyen patronlar, çocuk emeğine yöneliyor. Bu durumu kolaylaştıran ise esnek ve denetimsiz iş yasaları” sözlerine yer verdi.
720 bin mi, 2 milyon mu?
Çözüm; krizin, çelişkinin ve sömürünün son bulmasında yattığını ifade eden Akış, çocuk işçiliğine yönelik verilerin şeffaf olmadığını da belirtti. Akış, “TÜİK’in 2019 verilerine göre Türkiye’de 720 bin çocuk işçi bulunuyor. Ancak bu rakam, sokakta çalışan çocukları, mevsimlik tarım işçilerini ve yaz tatilinde çalışanları kapsamıyor. Sendikalar ve sivil toplum kuruluşlarının verileri ise bu sayının 2 milyona yaklaştığını gösteriyor. Özellikle mülteci çocuklar bu sorunun en görünmez yüzünü oluşturuyor. Araştırmalar, 15-17 yaş arası Suriyeli erkek çocukların yüzde 45.1’inin çalıştığını ortaya koyarken, 12-14 yaş arası çocuklarda bu oran 17.4 . Üstelik bu çocukların yüzde 97’si okula gitmiyor. Çalışma, genellikle tarım, tekstil atölyeleri, restoranlar ve sokak satıcılığı gibi sektörlerde yoğunlaşıyor. Ayrıca, mülteci çocukların okula gitmelerini engelleyen dil bariyerleri, ayrımcılık ve kayıt işlemlerindeki zorluklar da önemli engeller arasında yer alıyor” bilgisini paylaştı.
Haritalanmış sömürü
Çocuk işçiliğinin coğrafi olarak da farklılaştığını belirten Akış, “Gaziantep’te mülteci çocuklar yoğunlukla tekstil sektöründe çalıştırılırken, Şanlıurfa’da mevsimlik tarım işlerinde çocuk emeği yaygın. Hayvancılık ve inşaat gibi ağır işlerde de çocuk işçilere rastlamak oldukça mümkün. Bu tabloya rağmen, mevzuat açık bir çelişki barındırıyor. Türkiye İş Kanunu 15 yaş altındaki çocukların çalışmasını yasaklıyor ancak ‘hafif işler’ adı altında birçok sektör çocuk emeğini istismar etmeye devam ediyor. Ağır iş ile hafif işin sınırı nedir, kim denetleyecek?” diyerek, devlet politikalarının çocuk işçiliğiyle mücadele mantığıyla örtüşmeyen eylemler barındırdığını vurguladı.
Devletin çelişkisi hem mücadele ediyor hem meşrulaştırıyor
Çalışma Bakanlığı’nın 2018 yılını “Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Yılı” ilan ettiğini ancak aynı yıl MESEM projelerinin başlatıldığını anımsatan Akış, “Bu proje ile çocuklar doğrudan işyerlerine yönlendirildi. Yani devlet iş yerlerine işçi sağlanması konusunda teşviklerde bulunarak patronlara ucuz iş gücü sağladı. Hükümet bir yandan çocuk işçiliğiyle mücadele ederken bir yandan da bu tarz projelerle buna aracılık edip durumu meşru kılıyor. Bu durum, çocuk işçiliğinin adeta kurumsallaştırılması anlamına geliyor. Bu çelişki ortadan kaldırılmadan gerçek bir mücadelenin yürütülemeyeceği ortada” dedi.
Sadece ağır işler yasak: Peki ya marketler, hizmet sektörü?
Çocuk işçiliğine yönelik küresel literatürde tartışmalı tanımların yer aldığını da ekleyen Akış son olarak, “Çocuk işçiliğini istismar olarak tarif ediyoruz. Türkiye, BM ve ILO’nun çocuk işçiliğiyle ilgili sözleşmelerine taraf olsa da uygulamada bunların karşılığı yok. Bu uluslararası sözleşmelerde de çocukların ‘ağır işlerde çalıştırılmaması’ vurgulanıyor. Yani bu söylem çocukların madencilik, ağır sanayide çalıştırılmamasını ama markette, restoranda, sokakta çalışabileceği anlamını da taşıyor. Sadece ülkemizde değil tüm dünyada bu tarif tartışmalı. Mevcut düzenin çocuk emeğini meşrulaştırdığını gözlemliyoruz. Ülkelerin çocuk işçiliğini sona erdirmek gibi bir niyeti yok” dedi.