Çukurova’da ciddi tepkiler var. Narenciye üreticilerinin çığlıkları göğe yükseliyor. Limonlar çöp oldu. Kaçak inşaatlar Bodrum’a taş çıkartıyor. Hatay’da durum hala içler acısı. Beslenme pek sorun değil ama barınma problemi sürüyor. Çok derin acıları hafifletmek zor, kentin toparlanması ise, en az 5 yıl sürecek gibi…
İki yıl önce dolaşmıştım Çukurova’yı. Halk bu kadar şikayetçi değildi. Bir yandan deprem korkusu, diğer yandan geçim sıkıntısı, hayli yaralı yapılar, tarımın ve narenciyenin önünün  tıkanması, iyice öfkelendirmiş milleti. Eskiler (bir dokun bin ahhh işit) derler ya, aynen öyle işte… Esnaf, işçi, çiftçi, köylü kentli, ihtiyarı, yaşlısı, genci sürekli yakınıp duruyorlar. Şikayet yoğun, ancak ciğer, kebap, tatlı tüketiminde ve mangal yelpazesinde gerileme yok.
Adana’lının mutfağından eti ve ciğeri, bahçesinden mangal ve kömürü aldınız mı kıyamet kopar. Tavuğu ve balığı etten saymıyorlar. İlla da ciğer, dana ve kuzu eti olacak. Bulamayanlar için fazla sorun yok. Eş, dost, akraba dayanışması zirvede. Adana’da pamuk bitmiş. Yerini mısır, buğday, arpa almış. Tarımın harika kuruluşu Çukobirlik’i siyasetçiler bitirmişler, kapatmışlar. Çukurova’nın o verimli topraklarının üzerine inşaatlar yapılmış. Tarımın yerini artık beton alıyor denilebilir. Bu mevsimde tüm Adana mis gibi narenciye çiçeği kokardı. Şimdi caddelerde koklamak için ağaç arıyorsunuz.
Narenciyeciler perişan. Dertlerini kimseye anlatamıyorlar. Geçen yıl kilosunu 9 liradan sattıkları portakalı bu yıl 3 liraya vermek zorunda kalınca, hepsi zarar etmişler. Büyük kentlerin kilosunu 15-20 liraya yedikleri limonlara dönüp bakan, ağaçtan toplayan bile yok. Böyle birkaç bahçeyi görünce içim sızladı. Akıllı yönetime sahip olsak, limonu ağaçta çürümeye bırakmak yerine, Toprak Mahsulleri Ofisine toplatıp, ihtiyaç bölgelerine ucuza yollardı. Sadece narenciye değil, diğer tarım mahsulleri üreticileri de çok büyük sıkıntıda. Devletten teşvik göremezlerse, gelecek sezon için ekim yapmamayı bile düşünüyorlar.
Herkes şikayetçi ama yerel seçimlere hazırlanan partilerde tarımın sorunlarına sahip çıkana rastlamadım. Adana’nın her tarafı adayların ve partilerin reklamlarıyla dolu, rengarenk bayraklar, afişler asılmış her yere. Sağınızdan solunuzdan geçen parti reklam araçlarından şarkılar, türküler, nutuklar yayılıyor ortalığa. Siyasetçiler çok hareketli ama seçmen donuk gözlerle bakıyordu araçlara. Ne afişlerde, ne nutuklarda tarım ve narenciyeden bahseden yok. Hepsi (oyunuzu bana verin) diyorlar.
Cadde ve sokaklarda yaptığım nabız yoklaması, CHP’li Zeydan Karalar’ın tekrar  seçileceğini gösteriyor. Sürpriz olabilir mi, buna evet diyebilene pek rastlamadım. Genelde bir yorgunluk, bir bıkkınlık, bir umutsuzluk var halkta. Kendisini sahipsiz hissediyor ve ne yazık ki iktidarıyla muhalefetiyle siyasetçilere hiç güvenmiyor. Çok üzücü ama, ne yazık ki görünüm bu…
Her şeye rağmen Çukurova insanı cana yakın, sıcak ve dost bir yapıya sahip. Buna Adana’da da, Mersin’de de, Hatay’da da tanık oluyorsunuz. Onca sorunlarına rağmen sevgiyle kucaklıyorlar bölgelerine gelenleri. İnanılmaz bir misafirperverlik örneği gösteriyorlar. Günübirliğine Hatay’a da gittim. Türk’ün aklı gözüdür, göreyim istedim. Çok üzüldüm gördüğüm tabloya ve çaresizlik içinde çırpınan insanlarımıza. Bırakın evi, hala konteyner peşinde koşanlar var. Koca bir kentin üçte ikisi dümdüz olmuş. Hala enkaz sıyırıyorlar. Çeşitli belediyeler konteyner kentler yapmışlar. Yeni yeni binalar yükseliyor. Yollar felaket durumda.
Koca bir kenti yeniden yaratmak kolay değil. Genel bir şantiye görüntüsü dikkati çekiyor. Devlet beklenen sürati gösterememiş. Özel sektör ve sivil toplum kuruluşları daha gayretli gibi. Ben anlatanların yalancısıyım, Maraş ve Adıyaman’da işler, Hatay’dan daha süratli gidiyormuş. TOKİ oralarda daha sıkı çalışıyormuş. Hatay’da AKP Genel Başkanının (Oy yoksa hizmet de yok) lafı herkesin dilinde. Buna çok gücenmişler.
Yollarda bizimkilerden çok Suriye’lilere rastladım. Dükkanın birinde genç bir çift, ikinci el tost makinesi soruyorlardı. Dükkan sahibi 350 lira isteyince Suriye’li, (Bizi soyuyorsunuz) diye bağırdı. Adam ne kadar sakin ve efendiyse, Suriyeli aksine son derece küstah ve üst perdeden atıp tutuyordu. Müdahale etmek zorunda kaldım. (Efendi ol, misafiri olduğun bir ülkede daha saygılı davranmalısın) dedim. Vay sen misin söyleyen, Suriye’li açtı ağzını yumdu gözünü,..
-Niye saygılı olacakmışım, ne misafiri? Burada yaşamamızın bütün masraflarını Avrupa size veriyor. Kesenizden mi besliyorsunuz bizi…
Gerekli şeyleri ses tonumu da yükselterek söyleyince, çekip gitmek zorunda kaldılar. Atatürk’ümüzün hasta haliyle aldığı Hatay’ı, günden güne artan ve yerli nüfusu geçen kalabalığıyla iyice şımaran Suriye’lilere kaptırmayalım. Herkes gibi bu tehlikeyi ben de yerinde yaşadım. İnşallah yetkililer de fark eder de, gerekli önlemleri alırlar.
Çok kısa Adana-Hatay turumun özet gözlemlerini sizlere nakletmeye çalıştım. Hatay’la ilgili yazılacak çok şey var ama yaraları şimdilik deşmeyelim.