Dönemin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek yönetiminde kentsel dönüşüm adı altında yıkılmasına karar verilen Dikmen Vadisi sakinlerinin barınma hakkını koruma amacıyla başlattığı mücadeleyi kaleme alan mahalle sakinlerinden Makbule Yalnız, yaklaşık 10 yıl süren direnişi okuyucularla buluşturdu

NAZ AKMAN/ANKARA - Barınma hakkı mücadelesinde kilometre taşı haline gelen Dikmen Vadisi Direnişi, yaklaşık 10 yıl boyunca sürekliliğiyle ülkenin dört bir yanındaki farklı mücadelelere örnek olmuş, gerek halktan gerekse siyasi kanattan destek bulmuş, yıllarca Ankara özelinde ülke genelinde gündemdeki yerini koruyan gecekondu direnişi olarak biliniyor. 1990’lı yıllarda Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından başlatılan İlker Mahallesi ve Oran arasında kalan Dikmen Vadisi Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında bölge beş etaba ayrılarak, ilk üç etabı tamamlandıktan sonra kalan son iki etap için 2006 yılında gerekli çalışmalar başlatılıyor. Ancak bölge sakinlerine belediye tarafından belirlenen anlaşma ile evlerini terk etmeleri konusunda başlatılan bu girişim uzun yıllar vadi halkının barınma hakkı direnişine takılarak projenin hayata geçirilmesini aksatıyor. Ankara’nın göbeğinde son gecekondu bölgelerinden biri olarak kalan Dikmen Vadisi’ndeki bu direnişi vadi sakinlerinden biri olarak yaşayan ve 10 yaşından beri tuttuğu günlük üzerinden direnişi kaleme alan Makbule Yalnız, tarihe not düşüyor. Yaşam öyküsü ve mücadelesiyle ilham uyandıran Yalnız’ın kitabı gündelik yaşamdan izlerin yanı sıra özellikle direnişin günden güne katlanarak büyümesini anlatıyor. Mehmet Özer’in “Orada Hayat Var” kitabından sonra vadi direnişini konu alan Yalnız’ın Dorlion Yayınları’ndan çıkan “Dikmen Vadisi Direnişi” isimli kitabı geçtiğimiz günlerde okuyucuyla buluşmuş oldu. Direnişin başladığı 2006 yılından 2013 yılında İstanbul’dan tüm ülkeye yayılan Gezi Parkı Direnişi’ne kadar aşama aşama her günü önemli olaylarla birlikte yazan Yalnız, bölge halkının dayanışma bilincinden, temel hakların korunmasına, emekten mücadeleye günlük hayattan izlerin yer aldığı kitapta kentleşme panoramasını da gözler önüne seriyor. İlkokul mezuniyetinden sonra ortaokula devam etmeyen Yalnız, erken yaşta başladığı işinden arta kalan zamanlarda çalıştığı yerde bulunan kütüphane sayesinde kitaplarla tanışarak okuma serüvenini Uğur Mumcu yazarlık seminer kursuyla geliştiriyor. Bu sıralarda Yalnız’ın babası 1987 yılında Dikmen Vadisi’nde aldıkları 100 dönümlük arazide iki oda bir salonluk gecekonduyu inşa ediyor. Yalnız ailesinin ancak 1990’ların sonunda oturma imkanına eriştiği bu gecekondunun yıllar sonra önce belediye kararıyla ardından bakanlık tarafından yıkılma girişimlerini ve Dikmen Vadisi halkının bu mücadelesini tuttuğu günlük üzerinden kayda geçiyor. Yalnız, “Dikmen Vadisi’ndeki serüvenim, küçük kırmızı iki kasetli radyolu teybimle başladı” “Gecekonduya taşındık. Gecekonduda yaşamak bana göre dünyanın en güzel şeyiydi. Komşuluklar, dostluklar, arkadaşlık, samimi, sıcak, candandı. Gecekondu olan bu evimizde hiçbir şey yoktu ama çok şey vardı, mahalle kültürünü burada yaşadım” diyen Yalnız, vadideki serüvenini şöyle anlatıyor: “Dikmen Vadisi’ndeki serüvenim, küçük kırmızı iki kasetli radyolu teybimle başladı. 1988 yıllarında tüm akrabalarımız ve yakın köylülerimiz vadiden arsa almaya başlamışlardı. Bize arsayı satacak olan köylümüz babamdan para yerine teybimi istedi. Her ne kadar vermek istemesem de babam beni ikna etti ve teyp karşılığı Dikmen Vadisi’ndeki arsayı aldık. Yapılaşmayla beraber burada çoğunlukla Alevi ve Kürt halkı yaşamaya başlamıştı. El birliğiyle evi yapmaya başladık, suyu eve uzak olduğu için köy çeşmesinden kullanıyorduk. Kiremitleri babam ve annem sırtlarında çekerek alın teri ve el emeği ile 85 metrekareli bir evimiz olmuştu. 1988 yılında yaptığımız eve ancak babam 1996 yılında emekliliğe ayrıldığında taşınabilmiştik. Vadi konum bakımından öyle bir yerdeydi ki, yukarımız meclis lojmanları, diğer yanımız milletvekili lojmanları, bir tarafımız Oran şehrinde koca koca bloklar ve yedi kilometre ilerisi de cumhurbaşkanlığı köşkü vardı yani Ankara’nın tam göbeğindeydik. Şehrin içinde kendimize ait gecekondudan bir dünya yaratmıştık. 2006 yılında yaşadığımız bölgenin kentsel dönüşüm ilan edilmesiyle bu huzurlu mahalle sık sık polis müdahalesi, arbede, silahlı saldırı, tehdit, hakaret ve buna benzer yıldırma politikalarıyla sindirilmeye çalışıldı. Ben de ilk kez 2007 yılında polisle bu şekilde tanışmış haftalarca bunun travmasını yaşamıştım. Yıkım kararını duyduktan sonra gidecek başka yerimiz de olmadığından mecburen direnecektik. Ya direnecek ya da ölecektik, biz yaşamayı seçtik. Direniş bu mecburiyetle başladı ve ilk zamanlar Halkevlerinden Tarık Çalışkan’ın da evinin vadide bulunması nedeniyle halkevlerinden büyük bir destek alarak, dışarıdan pek çok insanın yardımıyla barınma hakkımız konusunda bilinçlendirildik. Gerekli toplantılar ve önemli kararların alınabileceği bir merkez oluşturma fikrinden hareketle Barınma Hakkı Bürosu kurduk. Binden fazla insanın yaşadığı bu bölgede zamanla evler yıkılmaya başlandı ve bizim eylemlerimiz böylelikle başlamış oldu.” “Yıkım tehditleri, evsiz kalma korkusuyla 10 yıl boyunca yaşamaya çalıştık” Projenin ilk dönemlerinde, vadi sakinlerinin muhatap alınmadığını, ancak daha sonra bölge halkına devletin belirlediği düşük faiz oranlarıyla borçlanarak ev sahibi olabilecekleri konusunda bilgilendirmelerin yapıldığını söyleyen Yalnız, sürecin sonunda yaşadıklarını anlattı. Yalnız: “Bu anlaşmadan sonra bölge sakinlerinden bazıları evlerinin yıkılmasını kabul ettiler, aralarında bizlerin de bulunduğumuz çoğu insan ise anlaşmayı kabul etmedi, direndi. Sürekli yıkım tehditleri, evsiz kalma korkusuyla 10 yıl boyunca yaşamaya çalıştık. Bu süre zarfında gerek yıkım ekibinden gerek belediyeden gerek taşeron firmalarından ve kolluk güçlerinden her türlü sözlü ve fiziksel saldırıya maruz kaldık. Televizyonlarda çapulcu, terörist ilan edildik, hakaretler edildi, oysa yaptığımız tek şey barınma hakkımızı korumak, evlerimizi terk etmemekti. Hatta müzakereler çerçevesinde Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, vadi sakinlerinden bir ablamızın eşinin çalışmadığını çocuklarına bakmak zorunda kaldığını dolayısıyla sözleşme kapsamında talep edilen ücreti ödeyemeyeceklerini belirtmesi üzerine ‘Eşin limon satsın’ diyerek, hakaret etmiş, bizler de bir süre farklı bölgelerde limon eylemleri düzelterek bu duruma tepki göstermiştik. Direniş çerçevesinde elbette barikatlar kurup, grev yaparak, farklı kanatlardan destek almak için basın açıklamaları düzenledik ki sesimizi herkese duyurabilelim. Buna karşın binlerce kişiden oluşan ekiplerle, kamyonlar, greyderler, ambulanslar, itfaiye araçları yıkım işlemlerine yavaş yavaş başlayıp gözaltı işlemleri yapmıştı, bu süre zarfında silahlı, biber gazlı orantısız müdahalelere maruz kaldık. Bizim yaşadığımız evlerimizin tapusu yoktu, devlete göre oranın sahibi değildik ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 10 yıl boyunca aynı yerde yaşanıldıktan sonra bölgenin sahibiz siz oluyorsunuz yani AİHM’e göre buranın sahibi bizlerdik. Bu mücadelemizin yanı sıra ülkenin dört bir yanındaki direnişlere de destek veriyorduk, nitekim onlar da bizim barınma hakkımızı destekliyordu. Hopa’dan İstanbul’a, Samsun’dan ODTÜ’ye, Arızlı’dan Van’a depremden çevre protestolarına kadar hemen hemen her kesimin farklı haklar için başlattıkları direnişlere kulak veriyor, kolektif bir mücadele yürütüyorduk. Çünkü hemen hemen hepimizin kaderi aynıydı, temel haklarımızı talep ediyorduk. Derken 2013 yılında Gezi Parkı eylemleri başladı ve ülkenin dört bir yanından çevreciler ayaklanarak örgütlendiler. Bizler de bu mücadeleye destek verdik belki de bizim mücadelemiz çoğu insana umut oldu, Gezi direnişi de başlamış oldu. Sonuç olarak Gezi’den önce bir direnme bilinci başlatmış olduk” ifadelerine yer verdi. “Mücadele ruhunu tarihe not düşmek için derledim” 2006 yılında başlayan vadi direnişinin 2014 yılında müzakereler sonucu karara bağlandığını belirten Yalnız, “Direnişimiz 2014 yılında İlker Mahallesi’nde Kristal Tower isimli bir projeden belirli bir peşinat karşılığında evlerin verilmesiyle son bulmuş oldu. Bizim için önemli olan bu evlere sahip olmak değildi, hakkımızı aramak, evlerimize sahip çıkmak ve bu bilinci göstermekti esas derdimiz. Okuma yazma bilmeyen vadi halkı, grev yaptı, haklarını talep etti. Ben orada yaşayan mağdur biri olarak günlüğüme yaşadıklarımı dökmüştüm, mücadelenin bu aşamalara geleceğini bile düşünmemiştim, çok sonradan bu mücadele ruhunu tarihe not düşmek için derledim ve okuyucularla buluşturdum. Bu süre zarfında onca yokluk, sefalet, acı, keder derken en değerli varlığım annemi sonsuzluğa uğurladık. Evini yıktırmamak için canla başla direnmişti, hiçbir şey onu geri getirmeyecekti, dolayısıyla şimdi bu lüks sitede oturmak benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Biz gecekondularımızda, ailemizle, yakınlarımızla, komşularımızla acısıyla tatlısıyla mahalle kültürü içinde yaşarken daha mutluyduk” dedi. “Bir halk isterse çok şeyi değiştirebilir” Kitabı okuyanların mücadele bilincine yakından tanıklık edebileceklerini ifade eden Yalnız, “Mücadele nedir? Direniş nedir? Yıllarca süren emek ve bu emeğin getirileri ile yitirdiklerimiz, azınlık konumundaki bir halkın barınma hakkı talebiyle binlerce gün boyunca sokağa dökülmesi, şiddete maruz kalması, sindirilmesi… tüm bunları kitabı okuyunca anlayabiliyorsunuz. Bizlerin vadideki direnişi somut olarak bir ev sahibi olmak değildi, orada yaşayan insanlar olarak varlığımızın kabul edilmesi, insan yerine konulmamızdı. Nitekim ‘Bir halk isterse çok şeyi değiştirebilir’. Önemli olan bu bilince sahip olmak, ölü toprağı üzerinden atıp bu kabustan uyanmak. Her dönem ihtiyacımız olan aslında bu. Kitap belki de okuyuculara bu bilinci verir ve varsa hayalleri, amaçları onları gerçekleştirmek için harekete geçirir” sözlerine yer verdi.
Editör: Ahmet Ertüm