SULTAN YAVUZ ÖZİNANIR / ANKARA - Satılan antika olunca, bu değerli objeleri satanların çoğunun da keyifli insanlar olması doğal bir hâle geliyor. Meslekte alaylı olmalarına rağmen, neredeyse her biri üniversite mezunu... İlk başta antika toplayarak başlayan maceraları, onları sonunda antika satan insanlar hâline de getirmiş. Bu isimlerden biri olan Gülçin Candemir de on beş yıldır antika işi ile meşgul olduğunu anlatıyor. Gülçin Hanım, eşi Vecdi Bey ile birlikte parçaları Hollanda, Belçika ve Almanya’dan topluyormuş. Candemir, antikalarla olan ilişkisinin başlangıcını şu sözlerle anlatıyor, “Hep merakımız vardı, üniversite yıllarında İtfaiye Meydanı’ndan giyinirdik. Evimizde hiç yeni eşya olmadı. Ben devlette çalıştım, istatikçiyim. Yirmi yılda emekli oldum, emekli olmadan önce bu işi yapmaya başladım. Ufacık bir yerde, eşim Vecdi’nin resim atölyesinde başladık. Ben yavaş yavaş bir oda, bir oda daha derken atölyeyi ele geçirdim. Sonra tüm işimiz bu oldu” diyor. “Pazardaki eğitim oranı yüksektir” Gülçin Hanım, antika pazarındaki eğitim düzeyinin yüksekliğini de şöyle özetliyor, “Burada gördüğünüz şu  arkadaşım balerin mesela, en baştaki arkadaşımız Mülkiye mezunu ve Dünya Gümrük Örgütü’nde on sekiz yıl Türkiye adına Belçika’da bulundu. Onun yanındaki arkadaş psikolog. Az önce şuralarda olan arkadaş Bilkent’te öğretim üyesi, emekli. Eğitim düzeyi yüksektir buranın.” Pazarda pek çok farklı parça sattıklarını ve yurt dışı ile kıyaslandığında Türkiye’nin çok geride kaldığını belirten Gülçin Candemir, “Orada her mahallenin kendi bit pazarı vardır, sokaklar ikinci elcilerle dolu. Türkiye’de ben dükkânı ilk açtığımda, burun kıvırıyordu insanlar. ‘Bunu giydiler mi daha önce? Size mi ait?’ Hani ben bir sene yerin dibinde oturdum, müşteri gelsin diye bekledim. Bu anlamda Ece Sükan’a ve Ahu Yağtu’ya teşekkür etmek lazım. Türkiye’de ‘vintage’ diyerek ‘retro’ diyerek insanlara ikinci eli sevdirdiler” diyor. “Antika biriktirmek başka, koleksiyonerlik başkadır” Ankara’da mezat yapılmama sebebini de zorluğuna bağlayan Candemir, “Ankara’da da mezat denediler bazı arkadaşlar ama bir birikim gerekiyor bu işler için. Hem mal birikimi hem bilgi birikimi. Hani öyle kolaylıkla yapılabilecek işler değil bunlar” diyor. Koleksiyonerliğin ayrı bir durum olduğunu da sözlerine ekleyen Gülçin Hanım, “Hoşuna gideni toplayan da çok ama onlara tam koleksiyoner denemez. Antika biriktirmek başka, koleksiyon başka. Ben mesela baykuş biriktirirdim. Hoşuma giden her baykuşu aldım neredeyse. Bunun gibi esnaflık başka, biriktirmek başka” diyor. [caption id="attachment_73823" align="aligncenter" width="600"] Hasan Petekkaya[/caption] “Eskitilene kadar kullanılmalı her şey” Gülçin Hanım, “Hiç bir şeyi bir kerede tüketecek kadar zengin değiliz. Eskitene kadar kullanılmalı her şey. Çeşitli turlar yapmalı eşyalar” diyerek günümüzün tüketim çılgınlığına da ‘dur’ diyor. Yaptıkları işin aynı zamanda sosyal boyutunun da çok ön planda olduğunu belirten Candemir, “Kırk yıldır karşılaşmamış insanlar bende buluşur ve tanışır. Böyle sosyal yanı da var bu işin, seviyorum. Çok keyifli bir şeyle uğraşıyoruz” diye belirtiyor. Canan Ergun, “Ben o antikalarla büyüdüm” Antikalarla iç içe olan bir diğer isim de Canan Hanım... Babası bir antika tutkunu olan Canan Ergun’un bu dünyayla tanışması da hayli erken dönemlerine rastlıyor. Babası rahmetli Hüdai Bey hem bir diş hekimi hem de Ankara’nın en eski antika koleksiyonerlerindenmiş. Hüdai Bey’in antikaları, vefatıyla birlikte kızı Canan Hanım’a geçmiş. Babasının hikâyesini şöyle anlatıyor, “Çeşitli dallarda yirmiye yakın koleksiyonu var. Evinde ve muayenehanesinde muhafaza ediyordu, şimdi bana kaldı. Ben o antikalarla büyüdüm, 7 yaşında bilinçlenmeye başladığımda babam topluyordu. Babam vefat etmeden önce de hâlâ topluyordu. Biriktirmek kişilikle ilgili. Mesela benim babamın en büyük koleksiyonu tartı aletleriydi. Bu aletler, toprak altı tabir ettiğimiz Milattan Önce Hitit döneminden başlar ve günümüze kadar bulabildiği her şeyi içerir. Osmanlı’nın kullandığı dirhemden tutun, farklı pek çok tartıya kadar çok geniş bir koleksiyonu var. Dolayısıyla her dönem var onun içinde” diyor. “Hem tencerem oldu hem dünü yaşadım” Arkadaşı Gülçin Hanım’ı tanımadan önce ikinci el kıyafet giymediğini kaydeden Ergun, “Şimdi en büyük özelliğimiz oldu” diyor. Antika biriktirmenin terapi yönüne de vurgu yapan Canan Hanım, “Başka bir dünyaya gidiyorsunuz. Kendinizi kendinizle bırakıyorsunuz. O objeleri ellemek, okşamak, sevmek, bakmak, temizlemek. Bakıyorsun, ‘markası şuymuş’ diyorsun, ‘a ne güzel durmuş, işlemesi de şöyleymiş’ diyorsun. Aslında bağ kuruyorsun onunla. Mesela benim tencereye ihtiyacım vardı, evin birinde de satış yapılıyordu. 1978 senesinin teflon tenceresi, teyze almış ve hiç kullanmamış, paketinden ben çıkardım. Etiketini ben çıkardım. Yani hem o tencereye sahip oldum hem o yıllara geri döndüm. ‘A, işte bu benim abimde de var, Almanya’dan getirmişti’ dedim. Şimdi o kadar severek kullanıyorum ki, hem tencerem oldu hem dünü yaşadım.” Güler Kocaş, “Çocukluktan gelen bir şey” İki yıldır antika pazarında olduklarını belirten Güler Hanım ise eşi ile birlikte uzun süre yurt dışında yaşamış. Çocukluktan beri antika merakı olan Kocaş, yurt dışında da bit pazarlarını ve antika fuarlarını gezmeye devam etmiş. İlk başlarda eşi bu konuda kendisine kızsa da, daha sonra o da bu büyülü dünyaya katılmaya ikna olmuş. Porselen ve saat ağırlıklı koleksiyonu olduğunu belirten Güler Hanım, “Esas lamba koleksiyonum var benim. Çocukluğumdan beri gaz lambası koleksiyonu yaparım. Bu aslında çocukluktan gelen bir şey, çoğu insanda biriktirme ruhu ya da içgüdüsü var. Bazı insanlarda satma, bazılarında biriktirme... Benim eşim ‘ben senden öğrendim satmamayı’ der” diye anlatıyor. Ekonomik krizin satışlarını etkilediğini ise şu sözlerle ifade ediyor, “İlgi eskiye göre çok azaldı. Bu ekonomik kriz insanları tutuyor. Mümkün olduğu kadar küçük harcamalara gitmek istiyorlar. Mesela çok rahat sattığım gaz lambalarını bile eskisi gibi çok büyük fiyatlara satamıyorum. Kârım yarısını bile geçmiyor” diyor. Hasan Petekkaya, “Ankara’da antikacılık geriledi” Antikaya hobi olarak başlayanlardan biri de Hasan Bey. Asıl mesleği mühendislik olan Hasan Petekkaya ilk antikasını 1988 yılında almış. Üç senedir satışını da yapan Petekkaya, “Bu işin zaten kaderinde vardır. Biriktirirsiniz, bir müddet sonra evden taşmaya başlar. O zaman satarsınız ve ticareti de çok keyiflidir. Yalnız antika bilgisi bizde yeteri kadar gelişmedi ne yazık ki. En büyük sıkıntımız o bizim” diyor. Antikacılığın gerilediğini ise şöyle anlatıyor, “Aslında Özal ekonomisiyle başlayan bir süreç bu. O zaman dışa açılma furyası içinde antikacılık da genişledi, ilk on senesi iyi geçti ama sonra geriye doğru gitmeye başladı. Şimdi hediyelik eşyayı da antika gibi satıyorlar. Oysa antikanın belli kriterleri vardır, bunları tutturmadığı vakit ‘vintage’a dönüşür. Yani koleksiyon yapılabilecek obje başka, antika başka bir olaydır. Antika için nadir olması, yaşının olması, kıymetli maden olup olmadığı, sanatsal değeri, bir dönemi ifade etmesi gerekir. Türkiye’de 1980’lerde başladı ama yeterli bir gelişme gösteremedi antika.” “Bir sattığınız bir daha gelmez” Antikacılığın azalamasının sebeplerini ekonomik nedenlere de bağlayan Hasan Bey, “Ekonomik nedenlerinden bahsedersek, tabiri caizse antika zurnanın son deliği. İnsanlar önce yiyecekler, sonra giyinecekler ve yeni bir trend de var biliyorsunuz; gezecekler. Ondan sonra antika alacaklar. Bir de bilinç gelişmedi memlekette. Mesela ben antika şeyleri koyuyorum tezgâha ama onu bilen alıcı olmayınca satılmıyor” diyor. Antikacılığın rahat yapılabilen bir iş olduğunu da ekleyen Hasan Bey, “Sanat tarihi bilgisi de gerektirmiyor ama aslında olması lazım. Bizde biraz alaylı gidiyor iş. Esnaf sayısı da çok arttı. Yani ben 1988’de ilk antikamı aldığımda, Ankara’daki antikacıların sayısı yirmi beş kişiyi geçmezdi. Şimdi yüzlerce var. Antika bir konfeksiyon değildir, bir sattığınız bir daha gelmez. Giden gider o yüzden de yenisi çıkmaz” diyerek, sattıkları objelerin nadide olduğunun altını çiziyor.
Editör: TE Bilisim