Son  günlerde televizyonlarda siyasilerin basın mensupları ile diyaloglarını ve sorulan sorulara verdikleri  alakasız cevaplar eski günleri  gözümün önüne getirdi.. 
1970 li yıllardan beri siyaset sahnesinde, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Siyasi Parti Genel Başkanı ve Bakan ile karşılaştım. Bir dönem sadece fotoğraf  çektiğim için soru sormazdım ama muhabir arkadaşların sordukları her soruya yönetici konumundaki kişiler mutlaka bir cevap verirlerdi.. Hiçbir soru cevapsız kalmazdı… Hatta başka sorular sorulmasını bekleyen siyasiler bile olurdu.. Bizlerden bir soru gelmediği andan, kendi kendilerine soru sorar ve cevabını verirlerdi..
Şimdiler de hiç karşılaşmadığımız basın toplantılarında bile hiçbir yönetici gazetecilerden nasıl bir soru geleceğini bilmez ama kendilerinin de bir tahminleri ve beklentileri olurdu. Ben hiçbir siyasetçinin sorulan soru nedeniyle bir gazeteciyi azarladığına tanık olmadım.
Hatta bir çok siyasetçi yaptıkları icraatlar ve konuşmalar nedeniyle oluşan olumlu ve olumsuz havaları belirlemek için gazetecilerden destek alırdı.. Bunu en iyi yapanlardan biri Turgut Özal’dı.. Ankara da veya Ankara dışında katıldığı bir toplantıdan sonra o toplantıyı izleyen gazetecilerle bir araya gelir  konuşmasının bıraktığı olumsuz ve olumlu etkileri öğrenmeye çalışırdı… Özal bu prensibini son dakikaya kadar sürdürdü.. Hatta aykırı görüşlerin bile dile getirildiği ortamda, hoşlanmadığı soruların sorulmasında bile hiç kimseden şikâyetçi olmadı.. Hatta o kişi bir toplantısına  gelmemiş ise mutlaka gerekçesini öğrenmeye çalışmıştı…
Bugün ise durum çok farklı ve bize  geçmişi mumla aratıyor.. Eğer bir toplantıda hoşa gitmeyen bir soru soran birisi olursa onu bir daha görme şansınız olmayabilir. Bir de sormak istediğiniz soruları  sosyal medya üzerinden iletiyorsunuz ve olur cevabı alırsanız toplantı sırasında sorabiliyorsunuz.. Yoksa o  toplantıda bulunuşunuzun konu mankeninden başka bir  anlatımı yok….