Barış Manço’nun “Nane Limon Kabuğu” şarkısının klibi bu aktarda çekildi

Ankara Kale’de yer alan Kalaycızade Baharat, 1910’lu tarihlerden beri adından söz ettirmeyi başarıyor. Barış Manço’nun “Nane Limon Kabuğu” isimli şarkısının klibinin çekildiği, Ankara siyasetinin ve bürokrasinin tanınmış simalarının ziyaret ettiği, sunduğu ürünlerin kalitesiyle dikkat çeken aktar, tarihe tanıklık etmesiyle de önem kazanıyor. Mekânın sahibi Ali Rıza Kalaycı, babasından miras aktarı, Kale’yi ve eski Ankara’yı 24 Saat gazetesi için anlattı

SULTAN YAVUZ - Ankara Kale’de yer alan Kalaycıoğlu Baharat, kuruluşu 1910’lu yıllara dayanan ve Ankara tarihine tanıklık etmiş önemli bir mekân… Sahibi Ali Rıza Kalaycı’nın hayatı ise en az aktar kadar dikkat çekici. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından kamuoyunda “1402’likler” diye bilinen ve daha çok akademi ile özdeşleşitirilen tasfiyeler, aynı zamanda çeşitli kamu görevlerini de kapsıyordu. Milli Güvenlik Kurulu 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu’na bir ek yaparak, komutanlıklara kamu kurumu görevlilerinin işlerine son verebilmesini isteme yetkisi tanıyordu. Kamuoyunda ve basında bu kişlerin sol eğilimli oldukları belirlitiliyordu. 1983 yılına kadar süren görevden alma uygulamlarının mağdurlarından biri de Ali Rıza Kalaycı olmuş. ODTÜ’de mühendislik okuyan ve 1968 olaylarında yer alan Kalaycı, “1968 kuşağı olarak hepimiz cemeresini çektik” diyor. Kalaycıoğlu Baharat ve Bakliyat’ı babadan devralan Kalaycı, çocuk yaşlarda babasına yardım etse de, kamudaki işi son bulduktan ve işsiz kaldıktan sonra tam anlamıyla aktarda çalışmaya başlamış. Kalaycı kendisini şöyle tanıtıyor: “1945 yılında Yenihayat’ta dünyaya geldim, bu semtin çocuğu sayılırım, Hamamönü ve Cebeci’de oturdum. Bu dükkân ise babadan kalma çok eski bir tarihe sahip. Barış Manço’nun ‘Nane Limon Kabuğu” burada çekildi, Prens Charles’tan, Bill Clinton’ın kızı Chelsea’ye, elçilerden, milletvekili ve bürokratlara kadar, Ankara’nın tüm bilinen simaları buraya geldi ve gelirler de… Eyüp Sabri Tuncer kolonyalarının sahibi Sabahattin Tuncer, Vehbi Koç gibi pek çok isim… Ben 1980’deki Kenan Evren Paşa harekâtında 1402 uygulandığı için görevime, ODTÜ’ye dönemedim, işimize son verilince babamın yanında çalışmaya başladım. Kimseye de söyleyecek sözüm yok. Türkiye Cumhuriyeti tarihini iyi bilirim, 1968 olaylarına da katıldım, çok sıkıntılı günlerimiz oldu, bir mühendis olarak iş bulamadığım günler… Türkiye’de bazı şeyler çok zor. Bu dükkâna tarihi olduğu için, iyi mal satıldığı için gelirler. Eski Anayasa Mahkemesi Yekta Güngör, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Şevket Bülent Yahnici gelenler arasında… Geçen gün de Tarım Bakanı Bekir Pakdemirli geldi. Eş dost çok gelir, insan ayırd etmeyiz, insanların hepsini severiz, kötüsünü de severiz ki yol gösterelim. Kötülükten kimseye yarar gelmez. Burada çok da muvaffak olamadım, şeker hastalığı, kalp ve depresyonum var. Birçok olayın içinden geçtiğimiz için bunlar miras kaldı. Yakın zamanda da burayı bırakmak zorundayım, sağlığım el vermiyor.” Eski Ankara… Kalaycı, 1900’lü yılların başında ailesi tarafından alınan dükkânın, o zamanlar Ankara’da tek olduğunu ve Anadolu’nun her yerine ürün gönderdiklerini belirtiyor. Kale’nin atıl kaldığını vurgulayan Kalaycı, “Eskiden burada restoranlar, lokantalar vardı, hepsi kapandı, buranın özelliği gitti” diyor. Kale ve civarının eskiden büyük bir ticaret merkezi olduğuna dikkat çeken Kalaycı, “Sabah 04.00’te kamyonlar gelir mal alırdı, Salı günleri kurulan pazarda insanların birbirine omzu değerdi, 1950’li yıllarda bürokratlar Kale içinde ve Işıklar Caddesi’nde otururlardı. Eski Demokrat Parti milletvekillleri gelip babam ve amcamla görüşürlerdi. O zamanlar şimdiki Aslanhane Camisi’nin karşısında, alt katı hamam, üst katı otel olan yerimiz vardı. Sonra, Samanpazarı’nda belediyenin olduğu yerde adam asarlardı, seyretmeye giderdik. Esenpark gazinosu ise sünnet düğünümün olduğu mekândı. Müzeyyen Senar’lar, Zeki Müren’ler gelir, Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği söylerlerdi, çok büyük bir buluşma yeriydi. Eskiler kalmadı, yeni nesil de ellerinde telefon, önlerinde bilgisayar… Tembel işi. Eski töremiz, âdetlerimiz kalmadı, herkes birbirine yardım ederdi, işi kötü olan varsa, ‘Ondan al’ denirdi. Ahilik vardı, insanlık vardı. Dükkânda soba bulunurdu, üstünde bulgur pilavı pişer, on esnaf yerdi. Pide fırınımız vardı, güveçlerin ve pidelerin tadına doyum olmazdı” diyor. Ermeni, Rum ve Yahudi komşular nerede? Kalaycı 1950’li yıllarda Ankara’da pek çok Ermeni, Rum ve Yahudi olduğuna dikkat çekerek, bu tarihten sonra yavaş yavaş gittiklerini belirtiyor. 1955 yılında İstanbul’da gerçekleşen, Rumlara yönelik saldırıları nitelendiren 6-7 Eylül olaylarının ardından her üç grubun da etkilendiğini ve şehri terk ettiklerini anlatıyor. Kendi babasının da gayrimüslimlerle çalıştığına ve iyi anlaştığına değinen Kalaycı, babasının Yahudi olmadığı halde “Yahudi Ziya” diye isimlendirildiğini ifade ederek, Vehbi Koç ile anısını şu sözlerle anlatıyor: “İstanbul Tahtakale’de de o zamanlar dükkânlarımız vardı ve ben o dönem çok pahalı olan uçak yoluyla İstanbul’a gitmiştim. Uçak geçikince kendime yemek söyledim, çok güzel bir Ermeni kadın enginar yapmıştı. O sırada Vehbi Koç yanıma geldi, “Nerelisin?” dedi. “Ankaralıyım efendim” dedim, “Kimin oğlusun?” diye sordu. “Ziya Kalaycı” deyince, “Vay, bizim Yahudi Ziya mı?” dedi, yemeğin parasını da ödemiş ama ben kim olduğunu sonradan öğrendim tabii… Vehbi Koç’un yanında çalışanların çoğu Yahudiydi, o dönem İstanbul’da Ermeniler, Süryaniler, Yahudiler büyük iş sahipleriydi, iyi bilir ve tanırım.” Başlangıçtan bugüne kadar maddi anlamda çok kayıp yaşadıklarını kaydeden Kalaycı, büyük sıkıntı içinde olduklarını söyleyerek, “Ben kimsenin kalbini kırdığımı hatırlamam ama kendimin kırıldığını bilirim. Fakat bu işte muvaffak olamadım, iyi ürünü Türkiye’nin neresinde olsa alıyoruz. Bizde ikinci, üçüncü kalite ürün olmaz, pahalı bulurlarsa, ‘Bizden almayın, orada ucuz, oradan alın’ diyoruz. 15-20 liraya sucuk mu olur yahu?” ifadesini kullanıyor. “Yaşam şartları çok zorlaştı, siz gençler nasıl geçinecek, nasıl yuva kuracaksınız?” Günümüzde yaşam şartlarının çok zorlaştığını belirten Kalaycı, “Ben asıl sizlere üzülüyorum. Siz gençler nasıl geçinecek, nasıl yuva kuracaksınız?” diye hayıflanıyor. 1968 kuşağının yok edildiğini ve bir daha öyle bir ruhun gelmeyeceğini dile getiren Kalaycı sözlerini şu cümlelerle sonlandırıyor: “Kimse geleceğinden umutlu değil, hükümet birçok şeyi desteklese de nüfus çok arttı, yetmiyor. Dünya şartlatı ağırlaştı, nereye gidiyoruz hiç bilmiyorum. Her kitabı okumak lazım, gençler kitap okusun. Bizim en büyük hatamız ne yazık ki, Köy Enstütüleri’nin kapatılması oldu. 1960 İhtilali’nden sonra, oralarda yetişen kaliteli elemanlar da Almanya’ya gittiler. Türkiye’nin o güzide insanları gidince, bir boşluk doğdu. Erbakan’ı seven olur, sevmeyen olur ama onun zamanında güzel yatırımlar yapıldı, sonra ne olduysa adamı iktidardan indirdiler. Şimdi herşeye muhtacız, tamamen dışarıya bağımlıyız. Yazık… Ülkemizi sevmemiz, insanları birleştirmemiz lazım. Bizim ülke olarak Güneydoğu sorunumuz, Kürt, Çerkes sorunumuz yok, bunlar tamamen politikacıların hatalarından kaynaklanıyor. İnsan, insan olsun ve yüreğinde Allah korkusu olsun.”
Editör: TE Bilisim