Kitabın adı Zeytindağı, yazarı Falih Rıfkı Atay ve dünyanın en büyük imparatorluklarından birinin hazin çöküşü esnasında geçen bazı olayları anlatıyor.

Şener Mete

Ortaokula gidiyordum, elimdeki kitabı okudukça gözyaşlarıma engel olamıyordum. 55 yıl sonra bile kitaptan aklımda bazı cümleler kaldı:
"Suriye, Filistin ve Hicaz'da:
- Türk müsünüz? Sorusunun cevabı:
- Estağfurullah idi.
Bu toprakları vatanlaştıramamıştık.
Osmanlı askeri buralarda, ücretsiz birer sokak bekçisiydi."
Kitabın adı Zeytindağı, yazarı Falih Rıfkı Atay idi ve dünyanın en büyük imparatorluklarından birinin hazin çöküşü esnasında geçen bazı olayları anlatıyordu. Kitaptaki en hüzünlü olaylardan biri, muhtemelen Ulukışla tren istasyonunda yaşanmıştır. Çünkü Birinci Dünya Savaşı’nın sonundaki Kanal harekâtında yenilen Osmanlı ordusu Anadolu’ya çekilirken, vagonlara bindirilen askerler Ulukışla’ya geliyor, batıya gidecekler Konya’ya giden trene doluşuyor, doğuya gidecekler ise Kayseri istikametine doğru yürüyor, ya da at arabalarına biniyordu. 
“İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene:
– Benim Ahmed'i gördünüz mü? diyor.
Hangi Ahmed'i? Yüz bin Ahmed'in hangisini? Yırtık basmasının altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor:
– Bu tarafa gitmişti, diyor.
O tarafa? Aden'e mi, Medine'ye mi, Kanal'a mı, Bağdat'a mı? Ahmed'ini kum mu, su mu, skorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi? Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmed'ini görsen, ona da soracaksın:
– Ahmed'imi gördün mü?
Hayır... Hiçbirimiz Ahmed'ini görmedik. Fakat Ahmed'in, her şeyi gördü. Allah'ın Muhammed'e bile anlatamadığı cehennemi gördü…
Bütün Anadolu; demiryoluna, şoseye, han ve çeşme başlarına inip, çömelmiş, oğlunu arıyor.  Ahmed’i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek!”
Trenlerin Konya’ya gidip oradan Anadolu’ya dağıldığı, güneyde ise Adana – Bağdat ve Medine’ye giden güzergâhın başladığı Ulukışla tren istasyonu, 1911 yılında açılmıştı. Ulukışla Kaymakamlığı’nın internet sitesinde verilen bilgiye göre, Almanların yaptığı Adana hattı üzerinde Ulukışla’yı 10 km. kadar geçtikten sonra Toros Dağları 36 tünelle aşılmış. 
Bu tünelleri dikkatle incelediğinizde, 110 yıl öncenin koşullarında Toros dağlarındaki mimarî mucizelere tanık olabilirsiniz. İlk kez, bundan 40 yıl önce Prodüktör Vahap Candan’ın Türkiyenin Sesi Radyosu’ndaki programı için üç kişilik bir ekiple, Avrupa’da yakınları çalışan Hatay’daki dinleyicilerimizle röportajlar yapmak amacıyla bu tünellerin yakınındaki karayolundan otobüsle geçmiştik. O yıllarda, TRT’nin aracıyla veya uçakla değil otobüs ya da trenle gidilirdi göreve.  Yol güzergâhında Gülek Boğazı’ndan geçerken, iki tarafta gökyüzüne doğru uzanan dağlarda Ahmet Tarık Tekçe’nin atladığı kayaları aramıştım. Toros Canavarı adlı filmdeki detay görüntülerde bol bol verilen Toros Dağları, işte karşımızdaydı ve aralardan geçiyorduk. Toros Dağları, Ulukışla’nın çıkışından itibaren etkileyici bir biçimde yükselir. Torosların buradaki tepeleri, Batı Akdeniz’den daha görkemlidir. Türkiye’nin demir ağlarla örüldüğü 1930’lu yıllarından itibaren İstanbul’dan Ankara’ya, sonra Adana ve Gaziantep’e kadar giden Toros Ekspresi yolcuları, gün doğumunu ve gün batımını izleyerek çevredeki bitkilerin mis kokuları ve etkileyici manzaralar arasında, Toroslardan ve tünellerden geçerdi. Günümüzde Toros ekspresinin yalnızca Konya – Adana arası çalıştığını fark ettim. TIR’ların yoğun olarak geçtiği Ulukışla yolunda,  son 40 yılda nedense pek yatırım yapılmadığı için, dakikalarca kamyonların peşine takılıp giderdik. Nihayet bu yıl seçimden önce yol genişletilmiş ve nispeten daha kolay bir ulaşım sağlanmış. 
 Ulukışla’dan Torosların içine doğru 30 kilometre girdiğinizde, sol tarafta Çiftehan Kaplıcalarını görürsünüz. Bu kaplıcanın eski havuzunun Romalılar döneminde yapıldığı belirtilmektedir. Havuz, muhtemelen 161 – 180 yılları arasında hüküm süren Marcus Aurelius döneminde yapılmıştır. Kleopatra’nın güzelleşmek için buraya yıkanmaya geldiğini yazan kaynaklarda, Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Cem Sultan’ın buraya geldiği, bazı imar faaliyetlerinde bulunduğu anlatılmaktadır. Ancak Osmanlı döneminde Çiftehan kaplıcalarının, birkaç kişinin elinde kaldığını görüyoruz. Ülkemizin her yerinde damgası bulunan Atatürk, 1934 yılında buraya da gelmiş ve “Bu çok güzel bir su, derhal burayı imal edin ve halkın sağlığının faydasına sunun” emrini vermiş. 
Ulukışla’nın tarihteki en eski yerleşim yeri, kuzeyinden geçen otoyolun kıyısındaki Toraman köyüdür. 32 km mesafedeki bu köyün ilk adının Halala, daha sonra ise Faustinopolis olduğu, Toros dağlarında bulunan bir yazma eserden anlaşılmış. Faustinopolis, Faustina’nın kenti demektir. Faustina kimdir? Roma imparatoru Marcus Aurelius’un ölünceye dek âşık olduğu eşi. Öyle ki imparator Aurelius, Suriye seferine çıktığında eşini de yanında götürmüş. Faustina’dan 13 çocuğu olan imparator, söylentiye göre Kilikya’nın kuzey bölümünü Faustina’ya armağan etmiş. Hemen belirtmeliyim ki Aurelius Hıristiyan değildi. Dolayısıyla o dönem için burada bir kilise ya da ibadethanenin varlığı söz konusu olamaz. Marcus Aurelius, Roma’nın 5 iyi imparatorunun sonuncusu olarak nitelenir. Kendisi filozoftur. Pek çok kraldan ve üst düzey yöneticiden görmeye pek alışık olmadığımız kadar derinlikli felsefi metinleri vardır. Sokrates kökenli Stoacılığı benimseyen Aurelius’un; fizik, etik, ön yargı ve mutluluk konusundaki el yazması, Kendime Öğütler adıyla yayınlanmıştır. Aurelius ve eşi Faustina, Kilikya bölgesindeyken küçük çocuğu hastalanır. Faustina çocuğu iyileştirmek için Anadolu’da kalır. Bir sağaltıcı çocuğun derdine derman olur ve iyileştirir. Faustina da bir termal su kaynağının bulunduğu yere havuz yaptırır. Bazı kaynaklarda bu havuzun Didim civarında olduğu da yazılmaktadır. Birçok kaynakta ise Marcus Aurelius’un Didim’de havuz değil Faustina’nın adına hamam yaptırdığını yazar. Bence Faustina’nın, havuzu Çiftehan’a yaptırıp yaptırmadığı da araştırılmalıdır. 
Ancak Faustina, Roma’ya dönemeden Ulukışla yakınlarında ölür.  Mezarı, eski adı Faustinopolis olan Toraman köyünde bulunuyor. Mezar, çok belli ki birkaç kez derin derin ziyaret edilmiş. Toraman köyünde çekilen, amatörce hazırlanmış ve “Faustina’nın Gözyaşları” adıyla yayımlanan belgeselde, Roma döneminden kalma sütunlar, sütun başları ve işlenmiş mermerler evlerin duvarlarında görülüyor. 
Toraman köyüne İtalya Büyükelçisi hiç geldi mi bilmiyorum. Roma Üniversitelerinin Tarih kürsüsü hocaları burayı biliyor mu? Böyle bir kayda rastlamadım. Ulukışla Kaymakamlığı büyükelçiyi davet edip Toraman köyüne götürse, ortak arkeolojik çalışmalarla tarihin küçük bir bölümü aydınlatılabilir, Anadolu’nun açık hava müzesine bir cümle eklenebilir. 
Bu arada birçok kaymakamlığın sitesinde eksik olan, önem verilmeyen, tarih denilince birkaç eski cami görüntüsüyle yetinilen internet sayfalarına karşın, Ulukışla Kaymakamlığı’nın oldukça detaylı hazırlanmış internet sayfaları için teşekkür ederim. Bu sayfaların, bir şehrin tarihçesinin ve kültürel değerlerinin nasıl tanıtılması gerektiğini göstermesi bakımından, yerel yönetimlere örnek olmasını dilerim.