Röportajlar

Yılmaz Tulunay: "Motosiklet kendin için yaşamaktır"

Abone Ol
MOTOSİKLETE İLGİ Daha on dört yaşında kullanmaya başladığı motosiklette Ankara’nın ünlü isimlerinden birisi olan Yılmaz Tulunay, bu dönemi de şöyle anlatıyor: “Çeşitli Amerikan şirketi Ankara’ya 1950’li yılların ortalarında geldi. Ofisleri Balgat’ta olan şirket çalışanları da hem işlerine yakın hem müstakil ev şeklinde olmasından dolayı Bahçelievler semtinde oturuyorlardı. Bu günkü postanenin olduğu yerde Renkli Sinema yer alıyordu. Onun karşısında şimdi bir devlet dairesi olan yerde de iki tenis kortu olan ‘Ege Spor’ adlı tesis vardı çünkü Bahçelievler nüfusunun yüzde atmışı Amerikalıydı. Bu gruptan üç genç vardı, büyük motosikletleri ile inanılmaz numaralar yaparlardı, örneğin motor üzerinde ‘elim sende’ oynarlardı! Bisiklete, tornete bindiğim 14 yaşımdayken ben bunları seyrederken etkilenmeye başladım. Ayrıca mahallemizde, Tanju Ağabeyimiz (Sembol) de bisikletten motora geçmişti, mahallenin çocuğu olarak onu da örnek alıyoruz tabi… Şans oyunlarına da meraklıyım ve de şanslıyımdır! kazandıklarımla ilk defa Stadion marka pedallı bir motosiklet aldım. Eskiden memleketten hastane veya başka nedenlerden dolayı yatılı misafir çok gelirdi büyük şehre. Bu tür konuğumuz bizim evde de hiç eksik olmadığından, sofra hep kurulu olurdu. Arkadaşlar birbirinin evinde yemek yer, kalırdı o zamanlar arkadaşlık böyleydi. Ben motoru aldım ama evin haberi yok, sorana arkadaşımın diyorum, her gün eve gelen, bu günkü anlamda ‘kanka’ dostluklarımız var, ailem de kuşkulanmıyor…” BÜYÜK MOTOR YOK Yabancı malların ülkemize zor geldiği dönemlerde bir marka ile sınırlı olan motor dünyasını da Yılmaz Tulunay şöyle anlatıyor: “1980 li yıllara kadar Türkiye’de acente olarak büyük motor yoktu, sokakta gezen birkaç motor vardı, onlar da ya özel getirilmişti ya da toplamaydı… Piyasada BMW, Triumph, BSA, markalar tek tük görülürdü, Okay ağabey kendi topladığı Harley’e, Polis Altan ağabeyde Zündap’a binerdi. Bu durumda ithal edilen tek marka da piyasaya hâkimdi. Çekoslovak malı, aynı fabrikanın üretimi olan ufağı CZ, büyüğü de Java marka kırmızı renkli motorlar yıllarca ülkemizde, iş için de kullanıldı, spor için de sürat içinde. Ahmetler Caddesinde ünlü ustalar vardı, motor hazırlarlar ve Çankaya yokuşunda yarıştırırlardı. Ali Osman ağabey bu ustalar içinde adını duyuranlardandı, onun jokeyi de ben olmuştum. PLAKASIZ MOTOSİKLET Zaman ilerledi, Bahçelievler’den ama bizden büyük olan Ali Doğramacı’nın yarımlık Java motorunu sattığını duydum, aldım ama plaka yok, dört sene plakasız bindim… Ankara Trafik Şube Müdürlüğünde otomobil olarak, bir 1956 Chevrolet, bir 1959 Ford ve bir de Jeep vardı. Polis beni çevirir, dururum, tam yakalayacağı sırada gazı açardım, kaçmak keyif veriyor… Onlar peşimden gelirdi, motorun sesinden bir şey olduğunu anlayan arkadaşlar kahvenin önüne çıkıp beni alkışlardı, sonra kahvenin arkasında, ortasında demir olan sokağa ben girerdim, otomobil giremediği için kovalamaca biter, ben de birkaç gün ortalığa çıkmazdım. Bir gün yakalandım! Motora el koydular, beni de 56 Chevrolet marka polis otosuna aldılar, Emniyet Sarayına gidiyoruz. İkinci vites arızalı, sürücü eliyle tutuyor, yoksa vites atıyor, dayanamadım ‘beni bu arabayla mı yakalayacaksınız’ dediğimde çok kızmışlardı… 18 yaşımı doldurdum, amatör otomobil sürücü ehliyeti aldım, bendeki motorları sattım, babamın da desteği ile 2.5 luk bir Java aldım.” “ATMACALAR” KURULUYOR Ankara sokaklarında gürültü ile geçen onlarca motorları ile tanınmaya başlayan gençler, bir de topluluk kurarlar. Yılmaz Tulunay “Atmacalar”ın öyküsünü şöyle anlatıyor: “Atmacalar’ın kurucusu Tanju Ağabeydir. Renkli Sinemanın yanındaki Cino kahvesinde toplanırdık, hepimizin de motoru vardı, Tanju Ağabeyde başımızdaydı, zaten motor sevdasını bize o aşılamıştı, 1967 yılında isimi de o buldu, grubu da o kurdu, Atmacalar… Adımız duyulmaya başladı, Ankara’da motor alan gençler çoğaldı, başka mahallelerden çocuklarda gelmeye başladı, grup çok büyüdü. Tanju fanila alıyordu, bir arkadaş da üzerine atmaca çiziyordu. Baskı teknolojisi olmadığından atmaca bazen kartal bazen de kargaya benziyordu. Arif ve ben fanila giymezdik ama onlarla şehirde dolaşmaya çıkardık, o dönemlerde trafik yoğunluğu olmadığından sorun yaşamazdık. Biz on beş, yirmi motorlu caddelerden geçerdik, halk da bizi izlerdi.” RESMİ YARIŞMA Gençlerdeki motosiklet merakına yetkililer de ilgisiz kalamaz ve resmi yarışma düzenlenir. Geniş katılımlı yarışma için lisans çıkartılır ve İstanbul yolu da trafiğe kapanır. Tulunay Ankara’da ilk ve tek düzenlenen bu yarışmayı da şöyle anlatıyor: “Biz uygun zemin bulduğumuzda, içinde iddiaları! olan yarış düzenlerdik. İran veya Cinnah Caddeleri özellikle gece saatlerinde bizimdi, bomboş olurdu, bu da duyuluyordu. Hatta caddede yarış hazırlığını görenler kaldırımlarda yerlerini alır, evlerin pencerelerine insanlar sıralanır ve bizi izlerlerdi. Herkesin bildiği bu olaya devlet el attı, 8 Kasım 1968 günü federasyon ilk ve tek olan bir sürat yarışı düzenledi. Çok kişi katıldı, önce kalabalık gruplarla elemeler yapıldı, finale üç kişi kaldık. Ben Ali Osman ağabeyin hazırladığı motorlayım, bizden büyük Hasan Kalaycı da kendi hazırladığı motorda, ismini hatırlayamadığım bir kişi daha vardı. Yenimahalle köprüsünden start alıyoruz, İstanbul istikametine on kilometre sürat yarışı, zaten tek olan yol da trafiğe kapatıldı. Yarışı ben kazandım, kupayı ben aldım, o dönemde haftada üç gün yayın yapan televizyon da beni çekmiş, gösterdi. Hasan Kalaycı yeniden yarışalım diye haber yolladı, benden büyük, imkânları daha fazla. Ben de, şehir trafiğinde, akşamüzeri Cebeci-Bahçeli arasında yapmayı önerdim, cevap gelmedi…” MOTOR KIYAFETİ Günlük giysileri ile motosiklet üzerinde soğuk-sıcak demeden dolaşanlar ekolünden olan Yılmaz Tulunay bu konuya da şunları söylüyor: “Gömlek, tişört, fanila, kot pantolon ile motor üzerindeydik hatta yarışmaya katılırdık, ayrı bir kıyafetimiz, kaskımız falan yoktu. Okula da motorla, tatile de motorla giderdim. Hava soğuk veya uzun yola gideceksem, içime gazete kâğıdı koyardım o kadar. Doktorlar o günlerden kaldığını söylüyor, bel fıtığı ameliyatı oldum, fizik tedaviye gidiyorum bazı sağlık sorum oluyor tabi ama şartlar böyleydi. Bizim motorlar en fazla 140 yapardı, şimdi TV de izliyoruz, 300 le giderken devriliyor, yere savrulan sürücü ayağa kalkabiliyor, motorunu kaldırıyor hatta binip devam bile edebiliyor… Taşlı topraklı zeminde, 20 ile giderken ki devrilmede ölen arkadaşlarımız oldu! Motorla Türkiye’yi dolaştım diye bilirim. Abbas ile Urfa’ya gittik, Ömer Kalıpçı ve onun arkadaşları ile Mersinden Antalya’ya sahilden gittik, başka bir grup arkadaşımla İzmir’den İstanbul’a sahilden gittik. Motor bizde özgürlük aracıydı, sırtında çantanla aylarca dolaş… Motor kendin için yaşamaktır.” Yılmaz Tulunay, “Adım Yılmaz ama çabuk yılarım” sloganı ile çeşitli sektörde ticaretle ilgilenmiş. Butik ile başlayan ticarette, emlak işi, oto galerisi, antikacılık hatta Marmaris de cafe işletmeciliği de yapan Tulunay, “sermayesiz iş diye otuz yıl berber dükkânı işlettim, ama tıraş olmayı öğrenemedim” diyor. Gençlik aşkı Zuhal Hanımla yaşamını birleştiren, Cem isminde bir oğlu ve Can isminde de bir torunu olan Yılmaz Tulunay artık motosikletten uzak bir yaşam sürüyor…