Geçmişte, beni, farklı diyarlara sürükleyen  bir gezi yazımı, sizlerle paylaşmak istedim. Bu kış mevsimi, 2024 yılı için, yeni yolculukların programlarını yaparken, zihnimde bir anda bu gezinin hatıraları canlandı.
Şirin bir istasyon kasabası; önümde yeşil bir sel akıyor adeta. Yamaçlara yaslanan bodur ağaççıklar, tepelerde gezinen ve sadece bu kasabada duyulan kuş senfonileri, dağları renklendiren yeşil yeryüzü süsleri ve lacivert kasketli bir çocuğun coşkulu haykırışlarındaki doğallık. . . YaŞama sevincini, ümidi, insan sıcaklığını ve doğallığı yakalarsınız istasyon kasabalarında; ayrılışın, hüznün, bitkilerin renk cümbüşünü, meyvelerinin ününü ve dumanlı tütününü hatırlarsınız.
Bir haziran sabahının verdiği rehavetle gelen uykulu saatler, trenin ritimli uğultusuna karışır. Yolcuların, sessiz, neşeli, dertli, dertsiz bekleyişini izlerim. Farklı geçmişlere sahip olan bu insanları irdelemek zor olsa da, sohbet baslar. Benim topraklarımın dostlarıdır onlar. Aileden, eşten, dosttan, işten ve dertlerden bahsedilir. Ölüm ve hastalık konuları açıldığında, içim burkulur, kalbim titrer. Bazı yolcuların sessiz çığlıklarını duyarım : “hayaller için yanlış liman seçtim, dalgalar siliyor …”der gibi onların gözleri. Sanki zaman çarkını döndürmek bizim elimizdeymiş gibi!
Gelip gecen geceler, geceleri saklayan sabahlar, gökyüzünden düşen sihirli damlalar nerelere saklanır? Nerededir bu eski hatıralar acaba? Ayrılan yollar ve kucaklaşan kollar arasında kalırım. Camlardan duyulan tak taka tak, pat papapap –gürültüsü ve dağların üzerindeki sis örtüsü, çayırların gelincikli süsü. Ah! O âlemlere sürükler. O anda, birdenbire düş pelerinimi alırlar. Düdükler ve yüklerin sesi, etrafı çınlatır. 
Kırmızı metalik fenerler, garları aydınlatır. Tak taka tak, pah papa pap, pat, tak… cicicici…çu,çu.çuuuu….
Sokaklarda gezinirken, Manhattan’da, Wall Street’in caddelerinde; iş dünyasının abartılı imajları ile tezat oluşturan evsizlerle, ruh ve dost yalnızlığı çeken, hışırtılı güz yaprakları üzerinde Rockefeller Center’da, Times Square’de oturanlarla, neşe ile konuşup, yeni insanlar keşfedenlerle, okyanus ötesi sessizlik arayanlarla ve daha nice değişik siluetlerle karsılaşmaktaydım. Yüksek binaların, ihtişamlı ama koyu gölgeleri, güzelim güz güneşinin ışıklarını saklıyor, NewYork’lular engin mavilikleri düşlüyor. Şehre yeni gelen Uzak doğu ve Batı Avrupa kökenli göçmenler yeni düşler peşinde. . . 
Ankara’dayım. Elleri bereli ahşap boya kutusu ile gezinen, gurur renkli çocuk sesleri işitiliyor. Dar sokakların, boyasız, sıvasız duvarlı evcikleri arasında çamurlu merdivenleri tırmanmaya çalışan, yorgun minik yürekler, hamurlu anaç kadınlar, yeşilin en tatlı tonuyla bezenmiş dere kenarı bitkileri ve ürkek gelincikleri, yöre insanları ile koklaşıp anlaşan kır çiçekleri görüyorum.
Yılların anılarını yüz çizgilerinde saklayan, delici bakışlı, elemli, sitemli ve nemli gözlü ihtiyarlar ve hep yolu beklenen yarlar, ağır ağır yürüyor. 
Nice yağmurlarla tanışmış, karlarla öpüşmüş topraklar, ızdırap ve acılar, acıları yankılanan kükreyen dağlar ve güz ortasında kayboluyorum. sisler arasında, kayboluyorum. . . Okyanus ötesi yolculuklar yine beni bekliyor…
*1990’li yıllarda yazılmış bir yolculuk yazısı