Yüz yıllar boyu Balkanlarda, Afrika’da, Arap yarım adasında hüküm sürmüş olan Osmanlı İmparatorluğu, her gittiği ülkede varlığını birbirinden muhteşem yapılar inşa ederek göstermiştir. Hanlar, kervansaraylar, medreseler, külliyeler, köprüler, yollar, camiler ve hatta hamamlar, kütüphaneler, din, dil, ırk fark etmeksizin tüm insanlığın hizmetine sunulmuş olan bu değerli yapıların pek çoğu ne yazık ki zamanın acımasız tahribatına uğramış, bazıları da elimizden giden topraklarda kalmış, diğer bir kısmı ise başka amaçlar için kullanılmıştır. Ecdat emaneti bu eserlerin nihayet tarihi değerleri göz önüne alınarak tekrar ihtişamlı günlerine kavuşmaları ve yine dimdik insanoğluna hizmet edebilmek için teker teker ele alınarak restore edilmeye başlanmıştır. İstanbul’un fethinden sonra yapılan cami, medrese, han, hamam, köprü, kütüphane ve yollar tekrar yaşama sokulurken, bazı semtlerde kalan tarihi değere sahip camilerimiz de gerek belediyelerin ve gerekse Vakıflar Genel Müdürlüğünün gayretleri ile gün yüzüne çıkmaktadırlar. Molla Hüsrev Camisi, İstanbul’un Molla Hüsrev mahallesinde bulunan tarihi değeri pek çok büyük olan bu Osmanlı yapıtı meşhur Molla Hüsrev’in İstanbul’a kazandırdığı bir eseridir. Muhammed Bin Feramuz babası sonradan Müslüman olan bir Fransız subayın oğlu idi. Tokat’ın Kargın köyünde dünyaya gelen Muhammed, genç yaşta babasını kaybedince eniştesi Hüsrev Bey’in himayesinde yetişmiştir. Parlak bir zekâya sahip, edep sahibi bir kişi olarak çevresinde sevilen bu saygın insan heybetli görünüşü, güzel giyimi, dini hassasiyet, vakarı, ahlakı, derin ilmi gibi özellikleri ile değil çevresindekileri o yıllarda sarayda söz sahibi olan hanedan mensuplarına da kendisini sevdirmesini bilmiştir. Edirne’den önce Şah Melik, sonra Çelebi medreselerinde müderrislik yapan Muhammed Bin Feramuz Molla Hüsrev 1429 yılında Sultan II. Murat tarafından Varna savaşından önce Kadı askerliğine tayin edilmiştir. Başarılı çalışmalarını sürdüren Molla Hüsrev, Şehzade Mehmet ile Manisa’ya gidebilmek için Kadı askerlik görevinden istifa etmek zorunda kalmıştır. Molla Hüsrev’in bu fedakârlığını unutmayan şehzade II. Mehmet tahta geçince Hüsrev’i önce Galata ve Üsküdar kadısı daha sonra da Ayasofya müderrisi yapmıştır. Bursa’yı çok seven ve orada bir medrese yaptırırken bu kez de 1460 yılında Fatih tarafından Osmanlı Devleti’nin III. Şeyhlul İslam görevine getirilmiştir. İlmi gücü yanında yazdığı şiirlerle edebi gücünü de ortaya koyan Molla Hüsrev, 1480 yılında hayata gözlerini kapamıştır. 11 civarında ilmi eser bırakan Molla Hüsrev’in mezarı Bursa’da Zeyniler semtinde bulunmaktadır. Molla Hüsrev hayta iken İstanbul’un fethinden sonra şehrin muhtelif bölgelerine yapılmakta olan cami inşaatlarına Molla Hüsrev’de biri Sofularda diğeri Küçük Mustafa Paşa caddesinde olmak üzere iki cami inşa ettirmiştir. 1460 yılında yapılan camiler 1893 depreminde büyük zarar görüp minaresi de yıkılmıştır. Zamanın acı tahribatına pek fazla dayanamayan cami 1910 yılında Tarakçılar Kâhyası Mustafa Efendi ve eşi Halise Hanım tarafından tamir ettirilmiştir. Bugün dimdik ayakta duran Molla Hüsrev Camisi güzelliği ile o semte ayrı bir canlılık vermektedir. Atıf Efendi Kütüphanesi, İstanbul Vefa caddesi No:44’te bulunan bu tarihi kütüphane 1741 yılında Atıf Mustafa Efendi tarafından yaptırılmıştır. 1. Mahmut zamanında yaşamış, o dönemde Baş defterdarlık yapmış hayırsever bir devlet adamı olan Atıf Efendi aynı zamanda edebiyata düşkün, şair hüviyeti ile sevilen bu zatın 1678 yılında Köprülü Fazıl’dan sonra Osmanlı Devletine bağımsız bir binaya sahip ikinci kütüphane olan bu irfan yuvasında 30.000 civarında eserle birlikte 3000 el yazması belge bulunmaktadır. Yıllara meydan okuyan Atıf Efendi Kütüphanesi defalarca restorasyon görmüş olmasına rağmen bugün işlevini kusursuz sürdürmektedir. Reşat Nuri Sahnesi, Çalıkuşu adlı edebiyatımızın müstesna eserlerinden bir olan bu romanın yazarı Reşat Nuri’ye duyulan sevgi ve saygının bir armağanı olarak tarihi binaya Reşat Nuri Sahnesi adı verilmiştir. Uzun yıllar, özellikle Osmanlının son yıllarında birçok toplantıya mekan olan bu yapıda defalarca onarım görmüştür. 1889-1956 yılları arasında yaşamış olan Türk Edebiyatının önemli simalarından biri olan ünlü edebiyatçı müfettiş olarak gezip gördüğü yerlerde Anadolu insanını yakından incelemek fırsatı bulmuş roman, öykü ve oyun yazarı olarak insan-insan ve insan-çevre ilişkilerini işleyen toplumsal görüşlerini işleyen duygularını Çalıkuşu, Yeşil gece ve Anadolu notları gibi pek çok eserlerde dile getirmiştir. Cumhuriyetimizin ilk yazarlarından olan Reşat Nuri Güntekin’in anısını yaşatan bu bina İstanbul Büyükşehir Tiyatrolarının malıdır. Cibali Lisesi, İstanbul’un fethi esnasında Haliç tarafından surları aşarak Konstantinopol’e girmeye çalışırken şehit düşen ünlü komutan Cebe Ali’nin naşı Fatih Sultan tarafından şehit düştüğü yere defnettirilmiş ve bu semte de Cebe Ali adını verilmiştir. Zamanla halk Cebe Ali yerine Cibali adını kullanmayı tercih etmiştir. Çeşitli badireler geçiren türbe zamanla binaya dönüştürülmüşse de yangınlar, depremler bu tarihi yapıyı kullanılmaz hale getirmiştir. Semt sakinleri Cebe Ali komutanın adını yaşatmak, gelecek nesillere örnek olması için yeni bir bina yaparak adını Cibali koymuştur. Lise olarak hizmet veren bina yenileme nedeni ile tahliye edilmiş, 1940 yıllarında Kasımpaşa Köşkü’nde eğitime devam etmiş çıkan yangın sonunda okul bu kez de Horhor caddesinde bir binaya taşınmıştır. Okul bugün 1967’de yapılan yeni binasında hizmet vermektedir.