Mehmet Necati GÜNGÖR Ekonomi baş aşağı gidiyor ama, ağamız her zamanki gibi bildiğini okuyor. Soğanın, patatesin, patlıcanın fiyatı umurunda bile değil. Yakıt, doğalgaz, elektrik faturaları onu hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Kira ödemiyor, çocukların tahsil masrafları onun için bir yük değil. O, ayrıcalıklı yaşamında gününü gün ediyor. Ve hep bildiğini okuyor. Fukara mı, koyver gitsin! Nasıl olsa aklı çalışmaz diye düşünüyor olmalı. Oysa bizim bildiğimiz fukaranın aklı da feraseti de çalışır ama belli etmez. Bu tanımımız onurlu fukaralar için. Oyunu bir kilo makarnaya, bir torba isli kömüre ciro eden fukaralar için değil. Onlar önce onurlarını kaybettiler, sonrası bildiğiniz gibi. Bundan sonra yanacak olan o fukaralardır. Biz onurlu fukaralara acırız. Onlar bir lokma ekmeğe muhtaç olsalar bile onurlarını yere sermeden yaşarlar. Kabadayı ruhludurlar, asildirler, yokluklarını, çaresizliklerini belli etmezler. Yaşadıkları her ana şükrederler. Buldukları gün bayram, bulmadıkları gün seyrandır onlar için. Oylarını satmadıkları gibi şahsiyetlerine de toz kondurtmazlar. Onlar bizim fukaralarımız, eli öpülesi insanlarımız. Mübarek şehitlerimiz genellikle onların arasından çıkar. O şehitler cennet kandillerimizdir. Oysa ağa, yokluğa bağlanmış fukaralar sayesinde keyfini sürmektedir. Onları önce muhtaç hale getirir ki, kendinden vazgeçmeyi akıllarından bile geçirmesinler. Muti olsunlar. Baş eğsinler. Her dediğini, her fermanını akılları ile değil, karınlarının gurultusuyla dinlesinler. Karın gurultusu onlara her an muhtaçlıklarını hatırlatsın. Ağanın bir eli yağda, bir eli baldadır. Fukaranın canı yanıyormuş, oğluna pantolon alamadığı için intihar ediyormuş; etmeseymiş! Ya sıvasız damların çocukları? “Bedelliden nasiplenemediklerine yansınlar.” “O mesleği seçmeselerdi.” “Çürüğe çıksalardı.” Millet yaşasın, vatan sağ olsun diye canlarını ortaya koymasalardı. Cami ne kadar büyük olursa olsun, imam bildiğini okur. Tek derdi saltanatta sürekliliktir. Gerisi hikâyedir…