Haftalardır yazıyorduk; başta AB politikası olmak üzere Batı ile ilişkilerde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu arasında önemli görüş ayrılıkları var, diye. Nereden mi biliyorduk?

Erdoğan’ın resmi başdanışmanlarının açıklamaları aylardır yalanlanmamıştı. Gerçi, bu görüşler o günlerde Davutoğlu’nu doğrudan hedef almıyordu ama Başbakan’ın muhatabı olan AB’nin sorumluları ve üye devletlerin yöneticileri için diplomasiye hiç sığmayan hakaretler yağdırılıyordu. Türkiye’nin AB’ye gereksinimi olmadığı ısrarla vurgulanıyordu.

Özetle, Beştepe’de gün geçtikçe kendilerini "seçilmişlerden" de yetkili görmeye başlayan danışmanlar AB ile ilişkilerin geliştirilmesine şiddetle karşı çıkıyorlardı.

Bu karşı çıkış, ayrıca şu sıralarda Amerika’yı da hedeflemiş durumda. Şu sıralarda Beştepe Batı karşıtı bir karargah görünümü vermekte.

Beştepe’de şu sıralarda,Batı’nın dışında, Erdoğan’ın önderliğinde yeni bir "dünya" kurulması hesaplarının yapıldığı danışmanların yazılarından anlaşılıyor.

MARTİN SCHULZ’UN SÖZLERİ

AB ile mülteci anlaşmasına paralel sürdürülen Türkiye-AB Zirvesi günlerinde Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz’un "Bizim muhatabımız yürütmenin başı olarak Başbakan Davutoğlu’dur" mealindeki sözleri Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından sert bir tepkiyle karşılanmıştı.

O günden sonra, gerek Cumhurbaşkanı gerek yakın çevresi tarafından müzakereleri sürdürmekte olan Davutoğlu’na destek verici tek açıklama yapılmadığı gibi, Beştepe’nin kalemleri Davutoğlu’nun aleyhine kampanyayı yoğunlaştırdılar.

Artık anlaşmazlık üstü kapatılamayacak bir noktaya gelmişti. Ama AB Komisyonu’nun Davutoğlu’nun zaferi sayılabilecek "vizelerin kaldırılması" yönündeki tavsiye kararını açıkladığı gün yapılan operasyonla "sadrazamlıktan azledilmesi" yeni bir dönemin de başladığının da ilanıydı.

AB ile günümüzdeki duruma değinmekte yarar görüyoruz. Türkiye’deki kriz noktasına gelindiğinde AB’nin vize serbestisi için öngördüğü 72 kriterden 67’si hükümet tarafından yerine getirilmişti.67 kriter kabul edilinceye kadar Beştepe’den herhangi bir müdahalede bulunulmamış ve teknik bir uyarı da yapılmamıştı.

Geriye kalan beş kriter için de, AB daha önce öngörülen 1 Mayıs tarihi yerine Haziran’a kadar ek süre de tanımıştı.Görünüşte her şey yolunda gibiydi.Geri kalan beş kriter arasında, basın özgürlüğü, yolsuzlukla mücadele ve terör yasasının değiştirilerek AB normlarına uydurulması gibi konular vardı.

Bu aşamada ,köşe yazılarını ve atılan twitleri bile terör aracı sayan Erdoğan devreye girdi. İlginçtir terör konusunda çok sert tepki gösteren Cumhurbaşkanı;yolsuzlukla mücadele konusunu hiç ağzına almadı.

KAMUOYUNU YAKALAMASINI BİLİYOR

Erdoğan, hangi konunun, ne zaman ve ne şekilde ele alınarak kamu oyunu etkileyeceği hakkında kuşkusuz çok usta bir politikacı. AB ile ilgili çıkışı da bunun en güzel örneği.

Tam kamu oyunun vize serbestisi nedeniyle Avrupa’ya sempati ile yaklaşmaya başladığı bir dönemde, AB’yi teröre destek veren bir kuruluş durumuna sokabilmek için anında devreye girdi.

Erdoğan’ın bu sözlerinin kamuoyunu etkileyeceği belli:

"Türkiye dört bir yanından terör örgütlerinin ve onlara destekçilerinin saldırısı altındayken, şu an AB vizesi için ‘terörle mücadele yasasını değiştireceksiniz’ diyor. Siz önce AB Parlamentosu önünde çadır kuranlara karşı zihniyetinizi niye değiştirmiyorsunuz? Onlara çadır kuracaksınız, demokrasi için olduğunu söyleyeceksin, bize de vizeyi kaldıracağım karşı şuna karşılık diyeceksin. Biz yolumuza gidiyoruz, siz de yolunuza gidin.Kiminle anlaşabiliyorsan onla anlaş."

Cumhurbaşkanı terörle mücadelede her gün şehit haberlerinin geldiği bir dönemde Avrupa’yı teröre destek vermekle suçluyor ve böylece kamuoyundaki gücünü artırmaya amaçlıyor.

Aslında Erdoğan, bir çok AB üyesi ülkesini, şu ya da bu şekilde terör örgütlerine destek vermesinden dolayı eleştirmekte haklıdır.Türkiye’de bölücü terör olayları başladığından beri, çok sayıda "müttefikimizin(!)" bu örgüte arka çıktığı sır değildi. Amaç Türkiye’nin daha güçlü bir ülke olmasını engellemekti kuşkusuz.Hele son yıllarda işin içine bir Yeni Osmanlılık girince!…

Peki , "çözüm süreci" denilen "garabet uygulama" yıllarında, Güneydoğu Anadolu’da şehir savaşı yapmak üzere hazırlıklarını açıkça sürdüren bölücü örgütünü görmezlikten gelenler kimlerdi? Erdoğan’ın bu sorumlular hakkında hiçbir suçlamasına şahit olmadık bu güne kadar.

Ama belli ki, Erdoğan, çeşitli gerekçelerle, uygulamakta ayak direttiği Batı standartlarına dayalı bir demokrasi yerine otoriter yeni bir düzeni kurabilmek için uzun süre bu terör duyarlılığını kullanarak kamu oyunda etkisini artırmayı sürdürecektir.

ŞİMDİ NE OLACAK?

Gelinen noktada AB ile yakın dönem ilişkilerinde pek sıcak günler yaşanmayacağı aşikar. Aslında Brüksel’den gelen haberlerde de Türkiye ile yapılan anlaşmalar konusunda Avrupa ülkelerinde son zamanlarda olumsuz bir hava doğduğu belirtiliyordu.

Türkiye’nin tüm kriterleri yerine getirse bile, özellikle Avrupa Parlamentosunda bir dirençle karşılaşabileceği de konuşuluyordu.

Daha Davutoğlu’nun "azledilmesi" olayı ortada yokken ve Erdoğan’ın "siz kendi yolunuza gidin" şeklindeki açıklaması yapılmadan önce bile, Avrupa Parlamentosunda anlaşmanın kabul edilmesi tehlikesi olduğu AB Bakanı Volkan Vural tarafından da dile getirilmişti.

Davutoğlu’ndan sonra gelecek Başbakan’ın Cumhurbaşkanının "yolunda" bir yaklaşımla AB ilişkilerini değerlendireceği kesin.

Belki de mülteci olayını yeni baştan müzakere edecek ve "geri kabul anlaşması" uygulamasını yerine getirmeyecektir.

Erdoğan liderliğindeki yaklaşımın, AB ile imzalanan anlaşmaların askıya alınması şeklinde olması en güçlü olasılıktır. Bu durumda, vize serbestisinin artık başka bir bahara kalması beklenmelidir.Kamuoyu böyle bir gelişmeye nasıl tepki verir, o da başka bir konu.

Türkiye ile tam üyelik müzakereleri için açılması öngörülen fasılların artık AB tarafından rafa kaldırılması da gündeme gelebilir bu gerilimden sonra. Beştepe’deki stratejinin temel amacı bu da olabilir.

Ama gene ilginçtir, Cumhurbaşkanın AB’ye sert çektiği gün, ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek Türk ekonomisi için üç çıpanın kaçınılmaz olduğunu sıralarken AB ilişkilerini birinci sırada saydı.

Yani AB ilişkilerini bir anda elinizin tersi ile itmeye kalktığınızda; özellikle ekonomik ilişkilerde sizi bekleyen çok sayıda sorunla karşı karşıya kalmanız tartışılmaz görünüyor.Türkiye lehine yeni kazanımlar sağlanması için Ankara’nın resmen başvurduğu Gümrük Birliği Anlaşmasının yenilenmesi talebini ilk örnek olarak ele alabiliriz

Amerika’nın Avrupa Birliği ile sürdürdüğü ve son aşamaya gelen Transatlantik Yatırım ve Ticaret Anlaşmasına AB üzerinden taraf olma şansını yitirecek bir Türkiye’nin çok şey kaybedeceği ortada. Mehmet Şimşek bu konulara dikkat çekmek istemiş olabilir.

İlerde başka bir yazıda değineceğiz, Ankara’daki diplomatik çevrelerde, Erdoğan’ın yeni politikasının, petrol gelirlerinin dışında yeni arayışlar içinde olan Suudi Arabistan sermayesini Türkiye’ye çekecek finansal ilişkiler üzerine kurulacağı dillendiriliyor.

Tabii buna bağlı, siyasi ve askeri işbirliğinin de geliştirilerek, Suudi Arabistan’ın petrol fiyatlarının dolara olan bağlılığından kurtarmak amacıyla ABD’ye karşı uygulayacağı yeni politikasında "aynı yolda yürümek" Erdoğan’ın kastettiği yeni güzergah (!) olarak tanımlanıyor.

Bu konuları ilerde daha ayrıntılı ele alacağız.

Gelelim yazımızın başlığına… Dikkat ederseniz, Davutoğlu’ndan söz ederken Erdoğan tarafından "azledildiği" tanımını kullandık. Bu tanımlamayla bir konuya açıklık getirmeyi amaçladık.

Eyüp Sultan Camiindeki öğle namazından sonra ne dedi Recep Tayyip Erdoğan sesinin tonunu en yüksek noktaya çıkartarak:

"Başkanlık rejimine yeni diyorlar… Hayır efendim, başkanlık bizim geleneğimizde var geleneğimizde!"

Yani… Yani Cumhuriyet döneminde, Başkanlık rejiminin uygulandığı herhangi bir anayasa yürürlükte olmadığına göre, bu söz, Cumhuriyet öncesi Padişahlık günlerini kastediyor açıkça.

O rejimde de "türlü çeşitli ayak oyunlarıyla" Sadrazam görevinden uzaklaştırılmaz doğrudan Padişah tarafından azledilirdi. Sonra da kellesi giderdi Sadrazamın. Davutoğlu şükretsin ki şimdilik, siyasi kariyerini kaybetmekle kurtardı vaziyeti…