Biliyoruz ki özgür gazeteciliğin varlığı toplumsal yaşamın demokratikleştirilmesi için şarttır. Gazetecilerin mesleğini özgürce yapabilmeleri içinse önce özlük ve meslek haklarının güvence altına alınmış olması gerekir. Gazetecilerin emek ve meslek hakları toplumun demokratik haklarının genel seviyesine etki eden bir faktördür.

Gökhan Bulut

Hal böyleyken 1 Mayıs’ın hemen öncesinde bir işçi olarak gazetecinin ve gazeteci emeğinin durumu nedir diye bakacak olursak en genel manzara şöyle:

Ulusal medyadaki birkaç işyeri dışında muhabirlerin üçte biri asgari ücretle geçiniyor. Ücreti bunun biraz üzerinde (17-20 bin TL) alanların oranı da yüzde 20. Bu demek oluyor ki muhabirlerin yüzde ellisi en fazla 20 bin TL ücretle geçinmek zorunda kalıyor.

Editör maaşları da 25-30 bin TL civarında. Bu ücretlerle çalışmak zorunda bırakılan gazetecilerin yarıdan fazlası günde 9 saatten fazla çalışıyor. 

Basında 5953 (212) sayılı İş Kanunu ile çalışan gazetecilerin oranı yüzde 33. Diğer iş kanunuyla (4857 sayılı İş Kanunu) çalıştırma, sigortasız çalıştırma da oldukça yaygın. Mesleğe girişteki staj döneminin ve “deneme süresi” olarak adlandırılan ve kimi zaman istismara dönüşen süreçlerin oldukça uzun olduğu da bilinen bir gerçek.

Giderek yaygınlaşan “serbest çalışma” da alandaki bir diğer emek sömürüsü biçimi. Haber başına yapılan ödemelerin hem oldukça düşük hem yüksek kesintili hem de geciktirilerek yapılıyor olması bu sömürüyü daha da artırıyor. Ayrıca bu ödemelerin bir sigorta karşılığı ve emekliliğe katkısı da yok. Bu çalışma ilişkisinin gün geçtikçe karmaşıklaştığını da söylemeden geçmemek gerek.

Siyasetin ve sermayenin emek örgütlenmesi üzerindeki baskısının boyutlarını ve çeşitlerini anlatabilmek için ciltlerce kitap yazılabilir. Bu şartlar altında sendikal örgütlenme oranları da oldukça düşük ülkede. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yayımladığı son verilere göre gazetecilerin de dahil (ambalaj, matbaa, baskı işlerinde çalışanlar da bu işkolunda) olduğu Basın, Yayın ve Gazetecilik işkolunda yaklaşık 97 bin çalışan var ve bu işkolunda sendika üyeliği oranı Türkiye ortalamasının (yüzde 14,76) altında: Yüzde 12,15. Toplu sözleşme oranı da oldukça düşük. Üstelik de bu oranın yarısı “iktidar desteğiyle” olağanüstü bir hızla yükselen Hak-İş’e bağlı Medya-İş’e ait.

Büyük holdinglere bağlı ulusal medyada toplu sözleşme ne yazık ki yapılamıyor. İşverenlerin sendika üyeleri üzerindeki baskısı çok yüksek. Toplu sözleşme imzalanan işyerleri ise küçük ölçekli ve sendikal örgütlenmeye prensip olarak karşı çıkmayan yerler veya yabancı basın kuruluşları.

Gazetecilik işi ve gazetecinin emeği “fikir işçiliği” olarak tanımlanıyor. Basının büyük çoğunluğunun içinde bulunduğu koşullarda ise gazetecilerden “fikirleri” ayrıştırılmaya çalışılıyor. Standartlaştırılmış bir kol emeği gibi yalnızca “vida sıkmaları” isteniyor. “İşçi” olmaları ise hem güvenceden yoksunlaştırılıyor hem çeşitli biçimlerde kayıt dışı hale getiriliyor. Görece daha rahat haber yapılabilen kurumlarda ise ücretler düşük ve çalışma saatleri yüksek.

Bu genel manzara içinde geldi 1 Mayıs. 

Çalışma yaşamını düzenleyen özlük hakları ile toplumun ifade özgürlüğünün gerçekleştiği saha olan gazeteciliğin savunulması ve geliştirilmesi için gazetecilerin 1 Mayıs alanında, bir parçası oldukları işçi sınıfının içinde olmaları önemli. 

Günlerin bugün getirdiğine karşı geleceğe bugünden bir şeyler götürebilmek için de.

Yaşasın 1 Mayıs.