“Peştemallı şeytanlar” tanımlaması O’na ait. Fatih Altaylı’ya verdiği mülâkatta o yapıyı “haşhaşiler” diye tanımlayan da O oldu. Televizyon programlarında “İslâmcı yazar” anonslarıyla takdim edilen ve sivri çıkışlarıyla bilinen İsmail Nacar’dan söz ediyorum. Hemen belirteyim; birçok görüşüne katılmam. Belli konularda aramızda derin görüş ayrılıkları var. Ancak O’nun cemaat ve tarikatlar üzerine yaptığı araştırmalara itibar ederim. Aşağıdaki hikâyeyi de O’nun anlatımından aktaracağım. Bu hikâye F. Gülen’in “Küçük Dünyam” adlı kitabında aynen yer almış. Fakat, ne hikmetse içinde benzer hezeyanlar barındıran bu kitap sonradan cemaat tarafından toplatılmış. 1992 yılında cemaatin yayın organı Zaman gazetesinde yayımlanan o hikâyeyi, Gülen’in ağzından dinliyoruz: “Çocukluğumda bizim kazlarımız vardı. Ben onları çok severdim. Bir gün bu kazlar, Necip Ağa adındaki çok muhterem, abit, zahit komşumuzun tarlasına girmişler, o da kızmış kazları bir güzel dövmüş. Baktım, bizim kazlar kan revan içinde. Kiminin ayağı kırılmış, kiminin gözü çıkmış. Onları öyle görünce içim sızladı. Çok rikkatime dokundu. Fakat ne ben, ne de evimizden bir başkası  tek kelime söylemedi. Çok geçmedi, havada bir bulut belirdi. Necip Ağa’nın tarlasına öyle bir dolu yağdı ki, bahçede ne var ne yok hepsini götürdü. O da biz de hayret içinde kaldık. Çünkü köyde başka hiçbir yere dolu yağmıyordu.” Koca koca adamların bu adama “Mehdi” diye sarılmalarının nedeni, belki de bu ve benzeri hikâyelerde saklı. Hani, bağlılarından biri anlatmıştı: “Adeta içimizi okuyordu.” Sonradan anladık ki, yanına girmeden önce müritleri bizi konuşturup dinletiyormuş. Allah aşkına, bu adama mı inanıp her tarafı ateşe verdiniz. Birisi bunun adını koydu: “Ahmaklık!”