Annesi hamileydi. Canı nar çekti.

Babası cüzdanına baktı, boynunu büktü.

İçinde nar alacak 10 kuruşu bile yoktu.

6 çocuğu ile Erzurum’un Horasan ilçesinden Ankara’ya göç etmiş yoksul bir ailenin çocuğuydu İskender.

Annesinin arzusunu yerine getiremeyen babasının boyun büküşüne mi, kendi çaresizliğine mi yandı bilinmez.

Gitti, en yakın bakkal dükkânının tezgâhından bir narı kaçırarak annesine götürmek istedi.

Bakkal, O’nun çaresizliğini anlayamadı.

Peşine düştü, yakalattı, 14 yaşında hapse attırdı.

O gün bu gündür o dünyanın adamı oldu.

Hemşerimizdi.

Her ne kadar "yer altı dünyasının adamı" diye anılsa da eski Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Nuri Yılmaz’la birlikte biz O’nu yer üstünde tanıdık.

İçinde merhametin yüreğini taşıyan adamdı O.

Yoksullara yardım ediyor, fakir öğrencilere burs veriyor, dargınları barıştırıyor, çaresizlerin elinden tutuyordu.

Aynı zamanda çok okuyan, kitabı çok seven bir adam!

Okuduğu kitapları başkalarına da tavsiye ediyordu.

Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın "Marifetname"sinden çok sayıda aldırıp, eşine, dostuna dağıtmıştı.

Dini sohbetlerden hoşlanırdı.

Bunun için Mehmet Nuri Yılmaz’la beni zaman zaman yemeğe davet eder, kafasına takılan soruları sorardı.

Bir gün Hoca’ya "Senden bir söz almak istiyorum Hocam. Ölürsem beni başkasının eline bırakma, Namazımı sen kıldır." Dedi.

"Söz mü?"

"Söz".

Ve o gün.

Ölüm haberini alan dostları cenazesine koştular.

Çocukları Hoca’yı aradılar.

"Hocam, babamın bir vasiyeti vardı."

"Beni Hacıbayram’dan uğurlayın."

"Cenazemi Mehmet Nuri Yılmaz hocamız kıldırsın."

"Bana sözü var."

Çocuklar, bu vasiyeti Mehmet Nuri Yılmaz’a ilettiler.

Birlikte cenaze namazına katıldık.

Söz verdiği üzere namazını Mehmet Nuri Yılmaz hocamız kıldırdı.

Adı İskender’di.

Tarihteki İskender’le isim benzerliği vardı.

İskender’in kılıcıyla çözdüğünü, kabadayı İskender yumruğuyla çözerek ün kazanmıştı.

Dedim ya; biz O’nu yer üstündeyken tanıdık.

Ve çok sevdik.

Allah rahmet eylesin.