Mehmet Necati GÜNGÖR  Ben bir köy çocuğuyum. Erzurum’un şimdi mahallle statüsüne alınmış olan Kahramanlar köyünde dünyaya gelmişim. Köyümün eski adı Karaz. Erzurum şehrinin ilk kurulduğu höyük diye geçer arkeolojide. Çok güzel bir köy evinde otururduk. Büyük kapılarla açılan geniş sahanlığında, baştan başa katmer güllerle dolu bir yan bahçemiz daha vardı  ki kokusundan mest olurduk. Annem, Eylül ayında, dökülen o gül yapraklarından gül reçelleri yapardı. Rahmetli babam, yenilikçi bir insandı. Yenilikleri takip eder, hayatımıza katardı. O civarda telefonu ve radyosu olan tek köy evi bizim evimizdi. Telefonumuz manyetolu, radyomuz akülü idi. Evin oturma odasında lüks lambası yanardı. Misafirler eksik olmazdı. Köyün öğretmeni ile imamı bizim evin sürekli misafirleri idi. Çok hoş sohbetler olurdu. Sohbet dediysek, evin gelinleri pek sohbete karışamazlardı. Evimiz, diğer köy evleri gibi kalabalık bir evdi. Amcalar, yengeler, kuzenler, babaannemiz, hep bir arada yaşardık. Dedemizi görmemiştik. Taze gelinler yaşmak çeker, evin ağabeyleri ve yaşlılarıyla izinsiz konuşmazlardı. Soba kazanında kaynayan suyu demleyip servis yapmak onlara aitti ama işaret diliyle konuşurlardı. Evet yerine “füff” derler, onun evet anlamına geldiği anlaşılırdı. Hayır yerine ise baş sallamak yeterliydi. Taze gelinlerle evin ağabeyleri arasındaki yaşmak perdesi hatırlı bir hediye ve izinle açılırdı. Yaşmağı açılan gelin, kocasının kardeşleri ve kayınpederiyle konuşma özgürlüğüne de kavuşmuş olurdu böylece. Köyümüzde yardımlaşma doruk noktadaydı. İMECE diye bildiğimiz yardımlaşma hadisesi daha  çok güz aylarında olurdu. Bu aylarda kışın tüketilecek yiyecekler komşuların yardımlaşmasıyla hazırlanırdı. Meselâ erişte hamuru çiğnenirdi bezler arasında. İnsanları esir alan, odaları ayıran televizyonlar yoktu ama çok iyi dostluklar ve komşuluk ilişkileri vardı. Herkes birbirine gider, gelirdi. Bayramlarda arafalıklar toplanırdı. Çürük dişler, birkaç yıl önce rahmetli olan Tosikli Suat tarafından çekilirdi. Hastalara şifayı Karakalelilerin Fadime ezesi dağıtırdı. Fadime eze, efo dayının boynundaki çıbanı ona tarla faresinden bir köfte yedirerek iyileştirmiş meselâ. Bu yüzden uzun zaman et yiyememiştim. Uzun kış gecelerinde Nigâr ezenin hikâyeleri dinlenirdi. Hırsızlık olaylarına pek rastlanmazdı. Tek tük hırsızlık olayları ise, şüphelenilen kişinin sidikliği bağlanarak çözülürdü. Nefesi kuvvetli hoca tarafından sidikliği bağlanan adam çatlamamak için çaldığı şeyi görünmeden bırakır giderdi. Böylece sidikliği açılan hırsız çatlamaktan kurtulurdu. Rahmetli babam gününü kasabada ve şehirde geçirirdi. Çok güzel bir motosikleti vardı. Köylüler ona patpat ismini koymuşlardı. İlkokul üçe kadar köyde okudum. Sonra şehir hayatına geçtik. Köy ilkokulunda temsiller verilirdi iyi mi? O temsillerden birinde rol almışlığım da vardır. Sanat sevgimi belki bu temsillerde kazandım. Köyümü çok özledim. Kömür sobasının kazanından çıkan cızır cızır seslerini  özledim. Saf ve temiz insanlarını özledim köyümün. Taşını toprağını özledim. Şehir hayatında neler oldu derseniz; O güzel törelerimizi, muhabbetlerimizi, komşuluklarımızı, dostluklarımızı kaybettik. Televizyon bizi bizden kopardı. Ev halkı odalara ayrıldı. Çocuklar, bilgisayarların başında oyun zevkine düştü. Birbirimizi göremez olduk. Çocuklarımıza bile  hasret kaldık şehirde. Köyümü özlüyorum.